Kurdistan Davası ve Türklerin Carablus İşgalı

Şeyhmus Özzengin

Son sözü ilk başta söylemek, bir anlamda üzerinde tartışılan konuyu "kesip-atmak" manasına gelir. Ama ben öyle yapmiyacağım; tam aksine son sözümü ilk başta söyleyerek konuya gireceğim ve konuyu detaylariyla tartışmaya çalışacağım. Çünkü konu stratejik ve hayati bir sorun.

Türkler ve Carablus! Türklerin "Carablus'u işgalı" demeyeceğim. Çünkü Carablus zaten işgaldeydi. Önca BAAS diktatörlerin işgalinden, İŞİD denilen terör örgütü'nün eline, şimdilik de onlardan Türk sömüngeci-işgalcı devletin eline geçti.

Pekî ne oldu da iki yıldır üzerinde tartışma yürütülen ve her defasında uluslararası baryere çarparak geri dönen „Carablus-Bab" işgalı, sessiz sedasız uluslararası güçlerin Türkiye'ye karşı oluşturduğu baryer kaldırıldı ve Türkler bölegeye –sadece baryerin kaldırılması ile sınırlı değil-uluslararası destek alarak girdi? PYD burda hangi hatayı yaptı?

Kurdlerin kendi bölgelerinde elde ettikleri askeri başarılarla birlikte; bir adım daha ileri giderek, siyasi kazanımlara dönüştürülmesi gereken hamleler yapılmadı. Bunu başta PYD "surîye Kurdlerinin birliğini" redederek engelledi.

Şöyleki: Önce ABD, PYD ve YPG'ye "kendi birliğinizi oluşturun, Güney Kurdistan'daki 'Roj Peşmergeleri' yanınıza alın, birlikte İŞİD'e karşı savaşalım, kendi bölgenizi elinizde bulundurursunuz" önerisini; PYD, "Peşmerge Rojeva'ya geçemez, geçerse savaş nedenidir" belirlemesi ile redetti. Bu aslında Kurd ve Kurdistanlılar açısından stratejik bir talebin reddi anlamına geliyordu.

Eğer kurdler, bölgede kendi ulusal birliklerini oluşturmuş olsalardı. Ellerinde bulundurdukları ve üzerinde yaşadıkları topraklarda siyasi bir statüye ulaşma şartları vardı. Ama PYD, "Kurd ulusal birliği" yerine "halkların kardeşliği birliği" stratejisini seçti ve her fırsatta da bu ideolojik saplantıyı "biz kurdler için devlet, siyasi statü istemiyoruz. Rojeva sadece kurdlerin değildir" diyerek dillendirdi. Bu ayni zamanda dünyaya bir mesajdı. ABD bu mesaji "o zaman Arap ilimli örgütlerle bir cephe oluşturun, size desteklerim" önerisi sonucunda "Demokratik Suriye Güçleri" birliği ortaya çıktı ve ABD'de Türklerin bütün ittirazlarına ragmen, askeri desteği PYD'ye "Suriye Demokratik Güçlerine de askeri-lojistik  destek sundu. Ama asla PYD'ye siyasi vaadlerde bulunmadı. Tersı bir iddia varsa açıklanmalı.

Bu, ABD tarafından çok net olarak dillendirildi ve PYD'yi de rahatsız etmedi. Bazı çevreler, PYD'yi eleştirmemek için "ABD kurdleri kandırdı, sattı" saplantısı ile konuyu seslendirmeye çalışıyorlar, aslında bu idialar asılsız ve hiç alakası yok. PYD'nin "günahlarını" gizlemeye yönelik iddialardır.

Şöyleki:

 ABD'nin YPG ile işbirliği, tamamen İŞİD'a karşı savaşla sınırliydi. Bu ilişkinin içinde bir tek "siyasi anlaşma" ve Kurd bölgesi ile ilgili bir "siyasi statü" talebi içermiyordu. PYD'nin talebi, PKK'nin Kuzey Kurdistan için dillendirdiği "demokratik –birleşik ve güçlü Türkiye" stratejisinin bir parçası olan "demokratik ve birleşik Suriye" talebi idi. Bunun için de siyasi bir anlaşma gerekmiyor zaten. İlk başta bütün Koalisyon güçlerin üzerinde anlaştığı "Essad'sız bir suriye" sloganı idi. Kısacası ABD'nin,YPG ve PYD ile ilişkileri tamamen askeri işbirliği ile sınırliydi.

ABD'nin diğer net tavrı bildiğimiz gibi "Cenevre görüşmeleri"dir. Bütün dayatmalara ragmen ABD, PYD'yi tek başına "Cenevre Görüşmeleri"ne almaya, masa bulundurulmalarına yanaşmadı ve bu talebe destek de vermedi.. Bu da ABD'nin "Kurd Düşmanlığı" değil, PYD'nin tekçi ve Diktatoryal duruşu; Kurdleri temsil düzeyinden çok, Suriye'li bir güç olarak kendini lanse ekmesinden kaynaklandı. Elimizi vicdanımıza koyup, sorunlarımızı doğru koyalım:

PYD'nin ilan ettiği "Kuzey Suriye Federasyonu" açıklaması da ABD tarafından "gereksiz ve anlamsız" diye dikate alınmadı ve tanınmadı. Daha önce "Kanton"lar siyaseti de bu bazda temeli ve siyasi dayanakları olmayan stratejiler olarak kilitlendi. Çünkü uluslararası hukukta "ulus ve bölge" bazında karşılığı olmayan taleplerdir. Yani toprak ve siyasi statü talebi ile yola çıkmadığınız zaman, kendi topraklarınız üzerinde ulusal bir statü talebine sahip olmadığnız zaman, sizin sorunuz ulusal değil, iktidarsal bir sorundur. Çözümü de iktidar sorunu ile çözülür. Bunun için Kurdler bir türlü "Cenevre Masasında" bir taraf olarak bulunma şansını elre edemediler. Buna sebeb olan PKK dayatması ile YPG, PYD güdümlü tavrıdır.

Kısacası ne PYD'nin ABD'den herhangi bir kurd siyasi statü talebi oldu ve ne de ABD öyle bir mesaj ile "kurdleri kandırdı"(!) Bu açıdan, bu tür iddiaların sadece güdümlü PYD ve YPG'nin ulus ve ülke talepleri ile ilgisi olmayan konumlarından kaynaklandı. Kurdler eğer acımasızca eleştireceklerse PYD ve YPG'nin bu güdümlü saplantısını eleştirmeliler.

ABD ve Rusya ilişkileri: Bütün bunlara ragmen, Türk devletinin anti-Kurd tavrından dolayi oluşturmak istediği "tampon bölge" talebini uzun süre redettiler. PYD ve YPG'ye bütün Kurd topraklarını birleştirmek için yeşil ışık yaktılar ve zaman zaman şartlar da oluşturuldu. Ama PYD bu fırsattan yararlanmanın yerine "Mınbıc operasyonu" gibi ağır ve çok zaman alan, ama Kurdler için hiç bir anlamı ve stratejik değeri olmayan bir operasyonun içine girdi. "Halkların birliği ve Kardeşliği" adı altında. Mınbıç operasyonunda 340 savaşçı kaybedildi 1000 civarında yaralı. Bize sunulduğu gibi, hiç de başarılı olmayan ve Kurdler açısından da gereksiz bir Operasyondu. Bunu ABD başkanı Obama'nın yardımcısının  "biz Mınbıç operasyonunda YPG gibi düşünmüyoruz, orda hala çok sorun var" açıklaması ile dillendirdi(!) PYD-YPG bu operasyonun yerine, Carablus operasyonu başlatmiş olsaydı, kurdler için daha anlamlı ve başarılı olurdu. Belki Türklerin uluslararası destekle Carablus işgaline kalkışması da önlenirdi. Ama Mınbıç operasyonu ile bu fırsat da kaçırıldı. PYD ve YPG'nin önüne Haseke çatışmaları yem olarak atıldı ve Bazı güçlerini o sıcak çatışmalı bölgeden Haseke ye kaydırılması sağlandı. Tam bu esnada "Türkler tarafından Tarablus işgalı" pratiğe sokuldu. Çünkü çok önceden, Suriye, İran, Turkiye, Rusya ve ABD'nin üzerinde hemfikir oldukları bir işgal ve "Tampon bölge" pilanı idi. Bu bir oldu-bitti pilanı değildi. Carablus bölgesini bombalayan ve Türk işgaline karşı hava desteği sağlayan ABD idi. Bunu İncirlik Havaüstünden yaptı. Bu pilandan YPG ve PYD'nin de haberi vardı. Ama "Suriye Demokratik Güçleri" birliği içinde yer alarak, zaten ellerini kollarını bağlamişti. Bu açıdan igale karşı direnmediği gibi sessiz sedasız "çekilmeyi Kabul ve sindirme" pozisyonuna geçti. Vahim yanlardan biri de bu.

Eğer Kurd güçleri kendi aralarında ulusal bir cephe oluşturmuş olsalardı ve bütün güçlerini savaş hatında konumlandırmiş olsalardı, Türkiye o bölgeye kolay kolay giremeyecekti ve böyle bir uluslararası kredi de bulamayacaktı. Bütün bu imkanları PYD ve YPG tekçi çizgisi ve ideolojik saplantıları ile elin tersi ile iteledi.

PYD ve YPG, bu kadar askeri zafer ve başarılardan sözediyor. Türk ordusunun bölgeyi işgal ve bölme politikasına karşı neden bu kadar rahat teslim olmayı seçti? Bunu Kurd ulusuna açık bir şekilde izah etmeli..

Türkiye son dönemde diplomatik hamlelerle Rusya ve İran'a "Essad ile ilgili politikalarından vazgeçtiği ve uzlaşmaya hazır olduğu" mesajları neden PYD ve YPG doğru okumadı? Bu atakların sonucunda bölgede önemli gelişmelerin ve değişikliklerin olacağını neden farketmedi?

Neden bu dönemde muhalif güçler bütün eleştiri ve taleplere ragmen, "yeni gelişmelere karşı PYD ve YPG kendi başlarına bölgeyi koruyamaz, güçlerimizi birleştirmeli ve direniş cephemizi oluşturmaliyiz" çağrılarını reddetti? Reddettiği gibi gibi, bu güçler üzerinde baskı oluşturdu. Gece yarısı evlerini basarak pajamalarla yurdışına attı onları?

Bir kez daha belirtiyorum: PYD ve YPG bu tekçi ve diktatoryal tavrından vazgeçmeli. Bu tavır yarardan çok zarar veriyor Kurd davasına. Ulusal bir politikaya çekilmeli. Güney battı Kurdistandaki bütün siyasi güçlerle eşit şartlarda bir cephede yerini almalı. Hiç bir parti ve hiç bir siyasi eğilime bağlı omalayan bir askeri; "Güney Battı Kurdistan Ulusal Savunma gücü" oluşturulmalı ve bu gücün derhal bir deklerasyonla hem Türkiye'ye kendi topraklarını terketmesini ve uluslararası güçlere de bu işgal hareketine karşı desteklerini geri çekmeleri çağrısı yapmalı, süre tanımalı ve Türklere karşı varlık savaşı verilmelidir. Bu bir ölüm kalım savaşıdır. Bölgede kurdler bir karış kendi toprakları için kan dökmeye hazır olduğu mesaji verilmelidir. Bir ulusal kurtuluş mücadelesi yürütencek bir güce bu yakışır. Bu anlamlı duruş karşısında, eminim bütün Kurdistan Güney Batı Kurdistan direnişini selamlayacaktır.

28.08.2016