İmralı: Kürtlerin Yüzyıllık Mezarı Olmasın!

Mahmut Uzun

Mahmut Uzun

İmralı, sadece bir ada değil, Kürt halkının elli  yıldır  sürüklendiği teslimiyetin merkezine  dönüştü. 
Eğer bu gidişata ciddi, açık ve cesur bir karşı duruş gösterilmezse; bu topraklarda Kürt halkı, sadece bedenen değil, tarihsel olarak da bu topraklarda yok olmakla  karşı karşıya kalacak.

Evet, bu sert bir cümle.
Ama zaman artık suskunluk zamanı değil.

Devletin  icazeti ve desteğiyle kurulan PKK’nin kuruluş amacı, yalnızca “Kürtlerin varlığını tanıtmak” değildi. PKK’nin ilk manifestosundan itibaren dile getirdiği şey, Kürtlerin ulus olarak kabul edilmesi ve bu ulusun kendi kaderini tayin hakkına sahip olmasıydı. Yani bağımsızlık.

Ancak geldiğimiz noktada net biçimde görüyoruz:
Bu hedef, bizzat örgütün kendi kurucusu tarafından adım adım yok 
edildi. PKK’nin kuruluşunda yer alan kadroların büyük çoğunluğu bugün hayatta değil.
Ve ne acıdır ki, bu insanlar düşman mermisiyle değil, bizzat Abdullah Öcalan’ın direktifleriyle, ya içeride tasfiye edildi ya da dışarıda hain ilan edilerek yok edildiler.

1984’te başlatılan silahlı direnişte yer alan binlerce Kürt genci, “özgürlük” diyerek toprağa düştü.
Ama onların düşlediği, özerk belediyeler ya da anayasa değişiklikleri değildi.
Onlar için “bağımsız Kürdistan” bir hayaldi, uğruna ölmeye değerdi.
Şimdi ise o hayalin yerini, bireysel kültürel haklara indirgenmiş kırıntılar aldı.
Ve bu kırıntılara bile boyun eğen bir anlayış, Kürt halkının önüne “çözüm” diye konuyor.

Açık konuşalım:

“Kürtler vardır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit yurttaşlarıdır” demek;
Kürt halkının ulusal statüsünü reddetmek, onu devletsizliğe mahkûm etmektir.

Bu cümle, kulağa hoş gelse de; özünde Kürtleri statüsüz, hak talep edemez, suskun bir etnik arka plana hapseder.
Dil serbestliği, müzik festivalleri, isim iadesi gibi göstermelik adımlar halkların tarihsel mücadelesini telafi edemez.

Bu "Kürt hareketi" yıllar boyunca “öz yönetim”, “demokratik konfederalizm” gibi içi boş kavramlarla kürtleri  hep oyaladı.
Kendine ait olmayan kavramlarla, kendi halkının varlığı inkar edildi.
Devlet destekli Öcalan’ın çizdiği bu yol haritası, mücadeleyi devlete yedeklemek, karşı duruşu ehilleştirmek, Kürtleri devlete karşı değil, onu içerde yok etmek, tüketmek üzerine  yıllarca kullanıldı, bugün de kullanıyor bu devlet. 

Bugün, “barış” adına her şeyin pazarlık konusu edildiği bir noktadayız.
Ama barış, hakikatsiz olmaz.
Barış, halkların özlemlerini bastırmakla sağlanmaz.
Barış, mezar taşlarında sessizlikle değil, eşit şartlarda, eşit koşullarda  ve anayasal bir mütabakayla  sağlanır...

Ey Kürt halkı!
Kaç defa kandırıldınız?
Kaç defa savaştınız ve sonra o savaşın neden yapıldığını bile unutturdular size?
Ölülerinizi bile susturdular.
İdeallerinizi değiştirdiler.
Artık gerçekleri görmek zorundasınız:

Öcalan’ın projesi, kürt halkı için değil; halk adına konuşan ama devletin  inkarcı  politikalarını  inşa etmek içindi.
Kürt halkının ulusal bağımsızlık hakkı, yıllardır sistemli bir biçimde içi boşaltıldı, tarihin tozlu raflarına  kaldırıldı.

Bir yüzyıl daha bu şekilde geçemez.
Daha kaç nesil kaybedeceğiz?
Daha kaç genç, “kırıntı haklar” için toprağa düşecek?
Kaç aile mezarsız ölülerini, isimsiz dağlara gömecek?

Ey Kürtler!
Daha ne kadar kör, topal  ve sessiz kalacaksınız?
Artık suskunluk da bir suçtur.
İmralı’daki  zat mutlak teslimiyetin meşrulaştırılmasıdır; Kürt halkının geleceğinin, tarihsel haklarının ve varoluşsal iddialarının tabutuna son çivinin çakılmasıdır.

Son sözümüz nettir:

“Kürtler vardır” demek yetmez.
Kürtler, ulustur. Hak sahibidir. Devlet talebi vardır.
Bu hakkı tanımayan herkes, kimden gelirse gelsin, bu halkın karşısındadır.

Ve biz, bu teslimiyetin içinde yok olmayacağız.
Ne bedel ödemekten korkarız,
Ne de gerçeği söylemekten.

Çünkü artık biliyoruz:
İmralı, halkımızın mezarı olamaz.
Ve biz, bir daha gömülmeyeceğiz.