HDP’yi Kürtsüzleştirme Operasyonu

Diyar Budak

HDP’yi Kürtsüzleştirme Operasyonu
 

Hatırladığım kadarıyla yıllarca Kürt partilerinin parlamentoya girmemesi için devletin ve PKK’nin de özel bir çabalarının olduğudur. Devlet yıllardır Kürt halkının insani, doğumdan gelen haklarını terörüze ederek; parlamenter mücadeleyi engellemek için legal siyasete bile tahammül edemeyip, Kürde dağı göstererek, onları yok etmek siyasetini gütmüştür. Kürt tarafı ise %10 barajını “devletin istediği şekilde”, aşamayacağını bilmesine rağmen, mağlubiyet siyasetini sürdüre gelmiştir. Yıllarca parlamentoya girmeyi küçümseyerek, demokrasi mücadelesinin anlamsızlığını yaymış ve yaygınlaştırmıştır. Ancak bu anlayış zaman içerisinde yanlışlığın fark edilmesiyle aşınmıştır.

 

Yeni koşullarda legal siyaset ve parlamento için gerekli ittifakları oluşturmak ve yeni dostlar edinmek yerine, kitlelerin emek ve çabasını göz göre göre boşa harcamıştır. Bunun en büyük kanıtı; yerel yönetimler seçimini boykot ederek devletin Kürdistan’da kurumlaşmalarına bilmeyerek de olsa ön ayak olmalarıdır. Genel seçimde %10 baraj engeli ve yerel seçimlerde boykot ve buna benzer faydalı olmayan tavırlar süreçte Kürt halkının enerjisini boşa harcamış ve verilen oylarla bağımsız adayların kazanımı dışında bir getirisi olmamıştır. İmralı’nın uzun süreli %10 barajını aşmalısınız dayatmasının faydasız bir dayatma olduğu oldukça geç anlaşılmıştır.

 

Bu sürede sistemli bir şekilde, nerdeyse her yıl yeni bir parti kurulup eski parti kitlelerinde yer bulmuş ya da kök salmaya çalışanlar hep bıçaklanmış, yerine yenisi getirilmiştir. Böylelikle kitlelerin hafızasında bir algısızlık yaratılmış ve insanların olduğu koşullara rıza göstermesine neden olmuşlardır. Hep, Özep, Özdep, Dep, Hadep, Dehap, Özgur Parti, Dtp, Bdp ve Hdp… İflas eden bir otobüs firmasının, eski adına “öz” takısı eklenerek parti mezarlığı oluşturuldu. Bu durum giderek kitleleri rahatsız etmeye başlamıştı ki HDP başkanlığına seçilen Selahattin Demirtaş yeni bir sima ve lider olarak tüm engelleri aşmayı başarmış nadir insanlardan biri olarak saygı duymayı hakkeden insanlardandır. Ve hemen sorası Kandilden kendisine “zaferin sahibinin kendileri” olduklarını hatırlatmaları anlamlıydı.
 

Tepedeki liderler ne derse herkes onu alkışlar. Bu Kürt partilerinin çoğu için geçerlidir. Hal böyle olunca da yalaka, kariyer hastası ve yağcılar oluşur. Profesör unvanı almış birinin Devlet başkanını Allah katına çıkarması yalakadan başka ne olabilir ki?

 

LİDERLERIN KADİM GÜÇLERİ
 

Diktatörleri ayakta tutanlar onu olduğundan farklı gören ve gösterenlerdir. “Lider” onu alkışlayanlara “ey Allah’ın mahlukları” diye hitap etse de onlar alkışlamaya devam ederler. Bunlarda okumuşluk, dindarlık falan kâr etmez. Yalakalık yapanlar küçülür ve iktidardaki giderek futursuzlaşır, “yücelir” ve diktatör olur. Bu durum bizim gibi ve diğer benzer (din, iman, etik, değerleri olan) toplumlarda %100 böyledir. Çevremize baktığımızda tüm Ortadoğu toplumunun böyle olduğudur.

 

Halk kitleleri bazen liderin tecrübe ve dil cambazlığına kanarlar. Bir sürü gibi onun arkasından uçuruma kadar hep giderler. Bunu tarihteki örnekleri oldukça fazladır. MR. Saddam Hüseyin kemikleri daha çürümemiştir.

 

Yakın tarihimizde 40-50 yıl parti başkanlığını hiç bırakmadan kesintisiz yapmış insanlar çokça bulunmaktadır. Kürdün menfaati yerine liderin, partinin adını ve çıkarını ön plana çıkarırlar, emeklilik sınırını çoktan geride bırakmış olmalarına rağmen siyasetteki yerlerini asla başkasına bırakmayıp, kendilerinin gelecekteki başkanlığını garantileyebilmek için ihtimalen de olsa yerlerine yönetici olabilecekleri ekarte etmek için Ali cengiz oyunu yaparak uzaklaştırmış oldukları aşikârdır. Gerekçe bulmak hususunda da becerikli olduklarına hiç kuşku yoktur. Kürt örgütlerinin ve liderlerinin son 40 yılı hep böyle geçmiştir. Bazen çok birikimli liderlerden ziyade, çok birikimli olmasa da doğru öngörüsü olanlara ihtiyacımızın daha fazla olduğudur. Çokça kitap yazan çizen birikimli, Avrupa görmüş yol yordam bilen liderlerin olduğu bir hakikat olduğudur. Ancak şu unutulmamalıdır ki; doğru zamanda doğru tavır koyamayınca, liderliklerinin de bir anlamı yoktur. Bu konu başlı başına başka bir yazıda irdelenmesi gereken konusudur.

 

Başarılı olmadıkları gibi uğruna yıllarını çaba verdikleri halklarının statüsünde bir iyileşme olmamıştır. Oysa siyaset hem yönetme hem de sonuç alma halidir. Maalesef bu kadar kaybın karşılığında bir karış bize ait bir toprak parçası yoktur. Hiç kimseyi suçlamanın da bir anlam ve terbiyesi yoktur. Bunun en büyük sorumluları bizim, liderlerimizin Kürt halkının ve örgütlerinindir.

 

Yaşam seviyesi olarak bizden çok geri olan Afrika’da bile halklar kendi dillerini özgürce kullanırlarken, biz halen kendi dilimizi, kendi toprağımızda çocuklarımıza öğrenebilecekleri bir ilkokul mektebimizin olmayışı bizlerin mahrumiyetimiz derecesini göstermektedir. Kendi dilimizde bile konuşma hakkımız yok. Bizim varlığımızı belirleyen en önemli, bizi biz eden öğemizden yoksun yaşamaktayız. Bize bunun zorluğu ekmeksiz kalmak, susuz kalmaktan daha ağırdır.

 

Beşikçi’nin deyimiyle” Kölelik ötesi bir statü” altında yaşamaktayız ve giderekte bu durumu kanıksamakta olduğumuz yadsınamaz bir gerçekliktir.

 

SELAHATTIN DEMIRTAŞ VE KATALANLARIN BAŞINA BİR İSPANYOL BAŞKAN SEÇMEK!

 

Tutuklu olduğu Edirne cezaevinde gönderdiği bir mektupla HDP Eş başkanlığına aday olmayacağı yönündeki açıklaması sonrası partide taşların hareketlendiği görülmektedir. İki yıldan beridir, esaret ve rehin altında tutuluyor olmasından bu denli rahatsız olmayanlar, eski bir arkadaşı olan Hasip Kaplan’ın “Demirtaş’ın yerine bir Kürt aday olmalı” “Türk göz dikmemeli “ demesi kadar doğru bir belirlemede rahatsız olmuş durumdadırlar.
Neden ortak vatancılar bu denli tepkili? Neden “Türkiyelileşmek” isteyenler rahatsız?
Sadece Kürtlüğünü kabul eden Selahattin Demirtaş hariç TBMM gurubunda bulunan tüm parti başkanları, Figen Yüksekdağ da dahil olmak üzere hepsinin Türk olduğudur. Bir başına Kürt olan Selahattin’i değiştirmek mertlik raconuna uygun değildir. Kimseden nefret etmem, kin beslemem fakat Sırrı Süreyya ve Ertuğrul Kürkçü’nün eş başkan olmalarını asla doğru bulmamaktayım. Doğru bulan Kürdün de aklına şaşarım. Bize dost olduklarından kuşkumuz yok. Ancak Kürt oyları olmadan asla milletvekili olamayacaklarını bilmelilerdir. Ve kuşkusuz buna şükran duymalıdırlar.100 senede kalsalar Türk halkının oylarıyla TBMM’ye giremeyeceklerdir.

 

Yıllarca hapis yatan bu değerlere Kürt halkı, bunları kendilerine vekil yaparak gereken kıymeti verilmiştir. Bu kadar ağır bedel ödeyen bir halkın evlatları varken, karşımıza “tombaladan “çıkmış gibi hiç adını duymadığımız vekillerin çıkarılması sürpriz ve şok yarattığını söylemeliyim. Ama Devletin parti içindeki Kürdi tutum ve tavır alanları tutuklaması anlamlı ve bugünler için olduğu kesindir. HDP’yi Kürtsüzleştirerek, başına Türk eş başkan getirilmesi kirli bir politikadır. Devletin başına kim gelirse gelsin devletinin yüksek çıkarlarına teslim olacağıdır.

 

“TÜRKİYELEŞMEYİ” KÜRTSÜZLEŞTİRME OPERASYONU

 

Bu aşamada Kürt halkının ve HDP üzerindeki oyunları görüp bir an önce Türk vekillerin aday olmayacaklarını ilan etmeleridir. T.C. devletinde oyunlar bitmez. HDP’nin başkanını esir aldığı yetmiyor, HDP yönetimine, “T.C. devlet başkanlığını onaylıyorum” diyebilecek ve denetlenebilinecek birilerini atamak istedikleridir. Gelinen noktada devlet bu partinin iradesini denetimine almak istemesidir. Bu oldukça açık bir durum. Kürtler ve HDP’nin içindeki Türkler bu oyuna gelmemelidirler. HDP yönetiminin” enternasyonalizm, kardeşlik, ırkçılık” söylemleriyle Hasip Kaplanı kınamalarına karşılık bizde parti yönetiminin bu Kürdi olmayan tavrını şiddetle kınamalıyız. Umarız ve dileriz HDP de Kurdistani olanlar kazanır. Ve yeni yönetim diğer Kürt güçleriyle kucaklaşır ve Kasım 2019 seçimlerine hep beraber bir blok olarak katılırlar. Bunun imkan ve koşulları vardır.

 

Parti Başkanlığına Osman Ali Baydemir gibi kalbi Kürdistan olan biri gelmelidir. Enternasyonalizm adına Türk ulusçuluğu yapanları biliyoruz. MHP’nin veya bir başka partinin başına Türkçe bilmeyen birini getirmek neyse, HDP’nin de başına getirilen Kürtçe bilmez bir Türk aynıdır. Bu asla kabulümüz olamaz, olmamalı!

 

Katalanların başına bir İspanyol’u seçmek ne kadar uygun ve gerçekçiyse, Kürdün başına bir Türkü seçmek o denli doğru ve ahlakidir. HDP bu devletçi, rijit denizini bırakıp “Diyarbakır’a gelmem” denilen anlayışı çöpe atmalıdır. Bu coğrafya daha çok şeye gebedir. 40 milyonluk bir halkın haklarını vermeyenler, kendileri de yok olmadıkça, Kürt halkı yok olmayacaktır. Bu projede Y. Küçük ve D.Perinçek’in katkıları unutulmamalıdır.

 

Öcalan müebbet cezası almış olmasına rağmen başkanlığı devam etmekte ve bir dediği iki edilmemektedir. Ancak sıra Demirtaş’a geldiğinde aynı hassasiyetin gösterilmemesi neyin nesidir? Uzun süreden beridir tutuklu olmasına rağmen, Avrupa’da bile onu fazla gündem yapmamak bir sorun değil mi? Tarih Kürde geldiğinde her nedense daha ağır bir şekilde tekerrür etmektedir. Leyla Zana da gerekçesiz ve haksız bir şekilde 13 yıl içerde kaldı. Şimdi Kürdün oylarıyla seçilen İdris Baluken’e 16 yıl verildi. Ve herkes sus pus olmuş durumda. On binlerce Kürt insanı haksızca, kanunsuz bir şekilde, kötü cezaevi koşullarda tutulmaktadırlar! Tüm dünya demokrasilerinde tutuklanan insanlar parlamentoya seçildiklerinde hapisten bırakıp parlamentoya gönderilirlerken, bizde seçilmişleri alıp hapishaneye götürülmektedirler. Bu da Türk demokrasisinin farkı!

 

Hasip Kaplan ise “sütten çıkmış ak kaşık” değildir. Bu S. Demirtaş’ın hendek dönemindeki yanlış ve ilkesiz tavrına ilişkin geçerli olduğu bilinmelidir. Uzun bir süre ceza evinde kalanlar her ne hikmetse kardeşlikten, birlikten, zorla beraberlikten, devletsizlikten, demokrasiden bahs ederler. Eskiden neden dolayı içeri düşmüşlerse onun tersini savunmaktadırlar. Ben burda bir çok bedel ödemişleri tenzih ederek, başta İsmail Beşikçi’yi ayırarak söylemeliyim ki, bunlardan korkmak gerekmektedir.

2018/LONDRA