Husamettin TURAN
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı, hem merkezî devletin parçalanma kaygılarıyla hem de farklı etnik ve dini toplulukların ulusal talepleriyle şekillendi. Sultan II. Abdülhamid’in 1876’da tahta çıkışı, bu kaygıların yoğunlaştığı bir dönemin başlangıcıydı.
Balkanlar’da isyanlar, Rusya’nın doğuya yönelik saldırıları ve Batılı güçlerin müdahaleleri imparatorluğu dar bir alana sıkıştırmıştı. Bu bağlamda Abdülhamid, hem dış tehditleri hem de içeride yükselen ulusal hareketleri dengelemek amacıyla doğrudan kendi otoritesine bağlı, yarı-askeri bir güç olarak Hamidiye Alaylarını 1890’da kurdu.
Kuruluş gerekçeleri resmî belgelerde “imparatorluğu yabancı saldırılardan korumak, ordunun mevcudunu artırmak ve vergi düzenini sağlamak” olarak ifade edilse de, alayların asıl işlevi Ermeni Devrimci Hareketleri’ni bastırmak, Kürt aşiret reislerini devlete bağlamak ve sınır hattında Osmanlı’nın nüfuzunu güçlendirmekti.
Zeki Paşa’nın Erzurum merkezli örgütlenme faaliyetleriyle yaklaşık 64–65 alay kuruldu. Alay mensupları askerlikten ve vergiden muaf tutulmuş, aşiret reislerine geniş imtiyazlar tanınmış, böylece Kürt hanedanlarının 1820’lerden itibaren kaybettikleri özerklik duygusu kısmen geri kazandırılmıştı.
Hamidiye Alayları üzerine yapılan çağdaş değerlendirmeler çoğunlukla olumsuzdu. Ermeni toplumu ve misyonerler, alayların köy yakma ve zorla iskân uygulamalarına dikkat çekerken; şehirli Osmanlı bürokratları onları denetim dışı bir savaş ağalığı gücü olarak görüyordu. İttihatçı aydınlar ise bu alayları Abdülhamid’in otokratik rejiminin aracı sayarak eleştirmişlerdi. Oysa Abdülhamid, Rus Çarı’nın Kazak birlikleriyle kurduğu bağı örnek göstererek Hamidiye Alaylarını imparatorluğun güvenliği için stratejik bir model olarak savunuyordu.
Osmanlı ile Kürt hanedanlarının ilişkisi, aslında çok daha derin bir tarihe dayanıyordu. Çaldıran Savaşı (1514) sonrasında İdris-i Bitlisî’nin aracılığıyla 16 Kürt hanedanı Osmanlı’ya bağlanmış, karşılıklı güvene ve çıkar dengesine dayalı bir düzen kurulmuştu.
Kürt beyleri özerkliklerini büyük ölçüde koruyarak hem Safevîlere karşı tampon görevi görmüş hem de bölgesel kültürel üretimin öncüsü olmuşlardı. Feqiyê Teyran, Melayê Cizirî, Ahmedê Xanî gibi klasik Kürt edebiyatının isimleri bu zeminde yetişmişti.
Ancak 19. yüzyılda Bedirhanî isyanı sonrası merkezileşme politikaları, bu özerk yapıları dağıtmış ve Kürtler için yeni bir siyasî araç arayışını doğurmuştu. Hamidiye Alayları, işte bu boşluğu dolduran bir Osmanlı modeli oldu.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte İttihat ve Terakki yönetimi sahneye çıktı. Yeni iktidar, imparatorluğu bir tek tip ulus-devlet yönünde dönüştürme amacı güdüyordu. Bu perspektifle ilk hedeflerden biri Hamidiye Alayları oldu. Abdülhamid’in damadı ve Dördüncü Ordu Komutanı Zeki Paşa görevden alındı, alayların en güçlü isimlerinden İbrahim Paşa (Milli) ve bazı aşiret reisleri tutuklandı.
Önceleri Oğuz Alayları olarak adlandırılmak istenen birliklerin adı, halk arasında alay konusu olacağı endişesiyle Aşiret Süvari Alayları’na dönüştürüldü. 1908’den itibaren verilen imtiyazlar geri alınmaya başladı, Kasım 1908’de çıkarılan yasa ile aşiret mensupları artık sivil ve askerî mahkemelerde yargılanmaya tabi tutuldu, devletin verdiği silahlar toplandı.
İttihatçılar yalnızca zor yoluyla değil, ikna mekanizmalarıyla da Kürt aşiretlerini yanına çekmeye çalıştı. Bu çabanın önde gelen aktörü Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu ve Kürt siyasetinin etkili figürü Seyid Abdülkadir oldu.
Abdülkadir, 1 Kasım 1909’da Van’da geniş bir toplantı düzenleyerek hem yeni rejimin ilkelerini halka benimsetmeye hem de Kürt–Ermeni ilişkilerinde yeni bir dostluk zemini oluşturmaya çalıştı. İngiliz konsolos raporlarına göre toplantıda üç önemli karar alınmıştı:
Kürt ve Ermenilerin dostane birlikteliğini korumak, Ermeni mülklerinin tapu tescillerine saygı göstermek ve vilayetlerde sanayi ile eğitim kurumlarını geliştirmek.
Benzer girişimler Dersim’de de yürütülmüş, bu defa Bediüzzaman Said-i Kürdî devreye sokulmuştur. Böylece alaylar üzerinden Osmanlıcılık ve İslamcılığa ek olarak Türklük kimliği de Kürtlere dayatılmaya başlanmıştır.
1908 sonrası alayların işlevi, yalnızca asayiş sağlama değil, Teşkilat-ı Mahsusa’nın paramiliter operasyonlarının parçası olmak yönünde evrildi. Aşiret Süvari Alayları, özellikle 1910’lardan itibaren Ermeni tehcirinde ve kıyımlarında kullanıldı. Aynı zamanda Şeyh Abdülselam Barzani önderliğindeki ulusal direniş gibi Kürt isyanlarına karşı seferber edildiler.
Dönemin arşiv belgeleri ve konsolos raporları bu alayların dış düşmana karşı değil, içte Kürtleri ve Ermenileri bastırmak için, kullanıldığını kaydetmektedir. Aynı yıllarda Çerkez, Arnavut ve Türkmen alaylarının da benzer şekilde seferber edilmesi, İttihatçıların çok-etnili imparatorluğu denetim altında tutmak için militarize edilmiş aşiret yapılarından sistemli biçimde yararlandığını göstermektedir.
1890’dan 1914’e kadar Hamidiye Alayları’nın geçirdiği dönüşüm, Osmanlı’nın çöküş sürecinde hem Kürtlerin devletle ilişkilerinde hem de ulusal taleplerin bastırılmasında belirleyici bir rol oynadı. Abdülhamid döneminde Kürtlere verilen imtiyazlarla güçlendirilen bu yapı, İttihatçılar döneminde merkezî devletin baskı aracına dönüştürüldü ve Kürtlerin siyasal kaderinde derin izler bıraktı.
Kaynaklar
Janet Klein, Hamidiye Alayları: İmparatorluğun Sınır Boyları ve Kürt Aşiretleri, İletişim Yayınları, 2019.
Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Siyasal Yapıları, İletişim Yayınları, 2003.
Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, 2004.
Hans-Lukas Kieser, İskalanmış Barış: Doğu Vilayetlerinde Misyonerlik, Etnisite ve Devlet 1839–1938, İletişim Yayınları, 2005.
Robert Olson, Şeyh Sait İsyanı, 1925: Modern Türkiye’de Kürt Sorunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri: Belgeler-Yorumlar, Özge Yayınları, 1994.
Naci Kutlay, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Peri Yayınları, 1991.