Gençlik bir mücadelenin temel motorudur; fakat bu, her gençlik değildir

Resul Amed

 Resul Amed

Benim sözüm; düşünme yeteneğini geliştirmiş, sorgulayan, okumaktan korkmayan, eleştiren ve yeniyi arayan aydın gençlik içindir.

Mahalle aralarında büyüyen, ellerine sopa tutuşturulup "git dükkânları kapat, cesaretini göster" denilen gençlikten bahsetmiyorum.

O kesim de halkın bir parçasıdır elbette, onu dışlayamazsın.

Ama onları yeniden aynı kalıplara, aynı mekanik eylem biçimlerine, sokak baskıcılığına mahkûm edemezsin.

Yeni mücadele, onları dönüştürmeyi; bir disiplin ve üretim alanına çekmeyi gerektirir.

 

Lenin fedaisi olma dönemi kapanmalıdır.

"Kamôn" sloganlarının gölgesinde değil, üretimle, emekle, kooperatiflerle şekillenen bir gençlik modeli doğmalıdır.

Kooperatifler, sadece ekonomik bir birim değil, aynı zamanda disiplinin, dayanışmanın ve ortak sorumluluğun okulları olmalıdır.

Genç insan, burada üretimin ne olduğunu, paylaşımın ne demek olduğunu öğrenmelidir.

 

Üniversite ve lise gençliği üzerine kapsamlı projeler geliştirilmeli.

Onlar, yeni dönemin edilgen izleyicileri değil, aktif öznesi, yön veren aktörleri olmalıdır.

Okul duvarları ile toplum arasına örülen duvarlar kaldırılmalı, gençlik toplumsal sürecin içine çekilmelidir.

Çünkü her dönüşüm, her yeni süreç, en çok gençliğin enerjisiyle başlar.

Gençlik yoksa, devrim hayaldir.

 

Seçimlerde, aydın gençliğe büyük roller verilmelidir.

Sadece seçim günü değil, öncesinde de; kampanya, örgütlenme, halkla ilişki kurma, belediyecilikte sorumluluk alma alanlarında yer bulmalıdır.

Genç insan özgür düşünceyle, kolektif bilinçle yoğrulmadan, demokratik ve komünal belediyecilik deneyimini yaşayamaz.

Belediye, sadece hizmet kurumu değil, halkın özgürleşmesinin yerel laboratuvarıdır.

Bu laboratuvarda gençlik, bilimin, sanatın ve özgür emeğin sesi olmalıdır.

 

Mahalle kadın komisyonları da aynı doğrulukta işleyecek yapılar olmalı.

Kadınlar, toplumsal dönüşümün en kararlı gücüdür.

Ama sadece temsil değil, karar mekanizmalarının içinde yer almak zorundadırlar.

Toplumsal makasın açıldığı, eşitsizliğin derinleştiği her yerde sistem boşlukları doldurur.

Bu boşluklardan çeteler, selefi örgütler, din kisvesi altında halkı yönlendiren gerici yapılar çıkar.

Bu nedenle sol, bu boşluğu kapatmak zorundadır.

Toplumun, özellikle genç kadınların ve üniversiteli gençlerin elinden tutulmazsa, o boşluk başka eller tarafından doldurulur.

 

Tüm bunlar, gelişmiş politik bilgiye, birikime, kültürel donanıma sahip kişilikler ister.

Kendini yetiştirmiş, düşünsel olarak zenginleşmiş, tarihsel bilince sahip kadrolar gerekir.

Çünkü Ortadoğu'da, özellikle Türkiye'de, siyasal kültür hâlâ Stalinist bir refleksle yönetiliyor.

Adaylar önceden belirleniyor, kapalı kapılar ardında "kim kimin adamı" hesabı yapılıyor.

Bu anlayış, demokratik bir toplumun, komünal zihniyetin, özgür birey olma bilincinin en büyük düşmanıdır.

 

Adayların tepeden atanması, halkın tercihine ket vuran bir sistemdir.

Bu anlayış, demokrasiyi biçimsel bir ritüele indirger; halkın iradesini değil, kliklerin dengesini yansıtır.

Bu, Stalin'in bürokratik zihniyetinin Ortadoğu versiyonudur.

Ve bu zihniyetle özgür bir toplum kurulmaz.

 

Gerçek demokratik seçim, açık, tartışmalı, çoğulcu bir zeminde gerçekleşir.

Aday kendini anlatır, savunur, eleştirilmeye açık olur.

Halk onu tanır, sorgular, değerlendirir.

"Ben adayım, bu görevi almak istiyorum" deme hakkı kutsaldır; kimseden izin alınmaz.

Bu süreç, bireyin toplumsal özgüvenini büyütür.

Bu yapılmadığı sürece, halk siyasetin nesnesi olmaktan kurtulamaz.

 

Bugün ihtiyaç duyulan şey, işte bu özgür birey anlayışıdır.

İdeolojik olarak donanmış, pratikte üretken, eleştiriyi bir yıkım değil gelişim olarak gören birey.

Böyle bir kadro hareketi, böyle bir gençlik hareketi manipüle edilemez, sağa sola savrulmaz.

Başarısızlığından korkmaz; eksikliğinden ders çıkarır.

Çünkü bilir ki, devrim bir günde değil, bin emekle, bin düşünceyle, bin yanılmayla inşa edilir.

 

Zaman artık slogan değil, birikim zamanı.

Gençlik akademileri kurulmalıdır.

Ama gerçek akademiler.

İçeriden beslenen, düşünen, araştıran, tartışan, sorgulayan akademiler.

Gençliği geleceğin toplumunu kuracak kadrolar olarak hazırlayan eğitim alanları olmalıdır.

 

DEM ve HDP'nin mevcut eğitim ekipleri bu çizgiden uzaktır.

Eğitimi ideolojik bir birikim süreci olarak değil, örgütsel sadakat alanı olarak görmeleri, onları kısırlaştırıyor.

Çünkü eğitim, özgürleştirmelidir; korkutmamalıdır.

Yaratmalıdır, hizaya getirmemelidir.

 

Geçmişte kurulan meclisler, akademiler, çalışma grupları...

Hepsi bir dönem umut oldu.

Projeler üretildi, kaynaklar bulundu, halk umut bağladı.

Ama sonra?

Her gelen, öncekini iptal etti.

Birinin emeği, diğerinin hırsına kurban edildi.

Kendi alanını yaratmak isteyen, öbürünü günahkâr ilan etti.

Başarılı olan tehdit sayıldı.

Kısacası, sistem dışına karşı kurulan sistemin içine, aynı sistemin mantığı sokuldu.

Meclis, halkın nefes alanı değil; bireylerin güç aracı haline geldi.

 

Oysa bunların hepsi, yaşanmış deneyimlerdir.

Her biri birer eğitim materyali olarak ele alınmalıdır.

Yıkımdan ders çıkarılmazsa, her kuşak aynı duvara toslayacaktır.

 

Ve son olarak...

Kadın mücadelesi, devrimin motoru olmalıdır.

Ama bu mücadele, erkekle gizli uzlaşma üzerinden değil; eşitlik, dayanışma ve ideolojik netlik temelinde yürümelidir.

Kendine benzemeyeni dışlayan, farklıyı susturan hiçbir hareket özgür değildir.

Kadın örgütlenmesi; kapsayıcı, çoğulcu, dönüştürücü olmalıdır.

Ancak o zaman gençlik de, toplum da yeni bir ahlaki ve politik düzleme taşınır.

 

Elitleri dışlamak, yetkin olanı kenara itmek...

Bu anlayış, mücadeleyi kişisel hırsa dönüştürür.

"Ne olurum delisi"nin türediği yer, işte bu yozlaşmadır.

Yıpratma, dışlama, yok sayma...

Bir kültür haline gelmişse, orada yenilenme değil, çürüme vardır.