Geleceğimiz tehlikededir…

Diyar Budak

 

Türk devleti Kürdistan’da operasyonlarını bir üst seviyeye çıkararak yoğun bir ölüm ve yıkım siyaseti yürütmektedir. Kürd siyasi kadro ve örgütleri devlet tarafından sindirilmiş, kitleler derin bir korku içinde ve çaresizce umut olacak bir kıvılcım beklemektedirler. İktidarın hukuksuzluğuna karşı çıkan birçok Kürt aktivist ve seçilmiş milletvekili, belediye başkanları hukuksuz bir şekilde ağır hapis cezalarına çarpıtılmaktadır. Her gün yüzlerce insan PKK örgütüne yardım ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınmakta ve sindirmek amacıyla kendilerine işkence yapılmaktadır.

Hendek siyaseti, Türk devletinin son 30 yıldır Kürd yurtsever hareketine vurmayı başaramadığı bir darbeyi vurdu. Kürd halkı üzerinde oluşan yıkıcı ve sindirilmişlik etkisi daha uzun yıllar devam edecektir.

Kürd halkını “bağımsızlık, ayrı devlet” şiarı ile aldatıp peşine takan PKK, güç kazandıkça taleplerinde bir evrilme yaparak, Kürd halkına demokrasi isteyip, ortak vatan, tek devlet deyip Kemalizm’e ve onun kirli politikasına ikame etmiştir. Yaşları 60’ın üzerinde olan siyasi kadroların, bu dönek Gökalp’çi politikayı görmemeleri mümkün değildir. Bu içinden çıkılması kolay olmayan girdap Kürdistan’ın geleceği için büyük bir felaket olmaya başlamıştır. Bunu rant, siyasi körlük, örgütün içine sızmış birkaç ajanla izah etmenin imkanı yoktur. Sanki örgütün içinde sömürgeci “kardeşler” çoğunluk, Kürdler ise azınlık konumdadırlar. Böyle olunca da Kuzeydeki Kürd hareketi bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Türk devleti tutukladığı, gözaltına aldığı insanlarımızı ajanlaştırmak için tüm entrika ve polimlerini göstermektedir. Sayın Başak Demirtaş’a yapılan alçakça söylemler, bu devletin bel altı vurmada bir seviyesinin olmadığını göstermektedir. Bir kapıdan bir direnişçi olarak giren bir insanımızın, diğer kapıdan işbirlikçi olarak çıkması ihtimal dahilindedir.

Nihayetinde uzun yıllar hapishanede kalan insanlarımız çıktıktan sonra, “biz devlet olma fikrini çöpe attık” demelerini veya Öcalan’ın yakalandığı zaman, “hizmete hazır olduğumu, ölerek değil yaşayarak ispatlayacağım” demesini nasıl yorumlamalı? Anlaşılan yöneticiler esir veya zora düştüklerinde, sömürgeci devlete yenilmeleri ihtimal dâhilindedir. Parti içinde emir ve hüküm sahibi dokunulmaz bir konumdayken, devletin elinde hükümsüz bir şekilde, onların politikasına boyun eğerek uygun bir araca dönebilirler. Bir tutuklunun direniş iradesinden ziyade örgütün onu sahiplenme iradesi ve alacağı tedbirlerle bir strateji geliştirilmelidir. Aksi takdirde örgüt halkına ve taleplerine karşı, devletin uydusu haline gelmekten kurtulamaz.

Üst yöneticiler giderek işbirlikçi, orta kesim rant ve ticaretçi, taban Kürdistan özgürlüğüne endeksli olsalar da sonuç alıcı olamazlar. Ancak böyle durumlarda baş ve gövde beraber davranmadığı için ölüm, iç ihanet ve yenilgi kaçınılmaz olur. PKK’nin son yıllarda Kürdün akılda kalan bir kazancını hedefleyen hiçbir eylem ve duruşu olmamıştır. Aksine yüzlerce kadro, devletin teknolojik üstünlüğü bilinmesine rağmen heba edilmiştir. Geçmişte terör listesine bir özel çaba ile giren anlayış, bugün de Kürd’e dört parçada büyük kaybettirme politikasıyla kendini ispata çabalamaktadır.

HDP’nin Türkiyeleşmesi doğada ayni türlerin yaşaması, üremesi ve de nüfusunun çoğalması, ilişki ve düzenlerinin uyumuyla mümkündür. Bu hem yaşamın devamlılığı, hem de siyasal, politik, kültürel olarak böyledir. Bazen yanlış ve zora dayalı yapılan evliliklerin ne kadar desteklense de sonucunun olumlu olmayacağı gibi…

Veya bir başka deyimle at ve eşek ilişkisinde olan katırın doğurganlık özeliğinin olacağını söylemek gibi…

Kürd partilerinin milli olmayı sürdürebilir politikalarının olması önemlidir. Hele de her türlü kültürel varlığımızın yok edilmekte olduğu bu dönemde.

Sömürgeci devletlerin karşısında, her açıdan milli kurumlar oluşturmak önemlidir.

HDP’nin Kürdü öteleyerek, başat yöneticilerini başka ulusun mensuplarından seçmesi kabul edilemez. Sadece Kürd tabanı oy ve eylemlerde insan deposu olarak görme muamelesinden vazgeçmelidir… Kürdistanileşmeyi hedefine koymayan hiçbir parti Kürtleri özgürleştirmez. Tam tersine köleleştirir.

Tıpkı kendine ait bir evi olmayanın kendisini kirada oturduğu semtin sahibi olarak görmesi gibi. Türk parlamentosuna birkaç adayın vekil olarak girmesi için on binlerce insanımızın içeri atılması, sadece Türk devletinin değil, aynı zamanda yanlış bir politika sonucu oluşan çok açık bir Kürd kıyımıdır.

Geçen Şubat ayında yapılan HDP kongresinde, iki Arap Eş Başkan yetmezmiş gibi birde konuşmacı olarak İsrail’in terör listesinde bulunan Leyla Halit’in şeref konuğu olarak çağrılması hangi aklın işi olduğunu anlamak mümkün değil. Nerdeyse dünya politikasına etkin yön veren bir halkın bize sunduğu desteği elimizin tersiyle itmek ahmaklık değilse, kasıtlıdır.

 

Dış güç

İki veya üç defa çağrılan aynı konuşmacı ile beraber, birde o çok savundukları “halkların kardeşliği” adına, bir İsrailli diplomatı çağırmaları daha doğru olmaz mıydı? Bu, ne yapsalar da ‘biz sömürgecilerimizi seviyoruz onlara haram getirmeyiz’ demektir. Bu anlayış, sosyal şovenizmden de öte daha aşağıda, belki de politik literatürde adı henüz konulmayan bir şeydir.

Referandum dönemi tesadüfen İsrail ve Kürd bayraklarını yan yana gören sömürgecilerimizin ferman çağırmaları halen akıldadır.

Bu, açıkça İsrail’e ve Batı dünyasına, ‘Kürd sorunu bir iç sorundur’ sizin dostluğunuza ve dayanışmanıza ihtiyaç yoktur, anlamı taşımakta ve oldukça derin, Kürdi olmayan bir mesajdır…

Bizim önceliğimizin mazlum Kürdistan halkının başkalarının çıkarına kurban edilmeyeceği olmalıdır. Bugün en etkin konumda olan HDP bu tutumundan hızlıca uzaklaşmalıdır.Geleceğimize müdahale etmezsek, elimizden bir kez daha kayıp gidecektir.

Hiçbir büyük devlet kendi çıkarları için bizim devlet olmamız için risk almaz. Sadece Avrupa’da milyonlarca nüfusu olan bir halkın içinde bulunduğu durum, acınacak konumda olduğumuzu göstermektedir.

Temmuz 2020