Emrê Dirêj Bextê Reş: 5 No'lu Anaları ve Sakine Arat Ana!

Kamil Sümbül

Geçen günlerde çalıştığım APEC Yayınevi’nde Amed Tigris’in hazırladığı bir kitabı onunla birlikte sayfa düzenini yaparken, cezaevi arkadaşım olan Cemal Arat’ın anası, 5 nolu analarından biri olan Sakine Arat anayı anlattığını okuyunca heyecanlanmıştım. Hafızam beni 1980’li yılların başına götürmüştü.Cemal Arat PKK Dava Dosyası’ndan yargılanıyordu. 1984 başında Türkiye genelinde TEK TİP ELBİSE giydirme kararını Adalet Bakanlığı alınca, tüm cezaevlerinde olduğu gibi, 5 nolu’da da zorla giydirmeye başlamışlardı. Bizlere sadece tek tipleri giydirmek değil, eski işkenceli kuralları yeniden dayatınca 1 Ocak 1984 sabahı açlık grevine girmiştik. Direnmeyi önüne koyan koğuşlar (itirafçılar koğuşu hariç) hemen hemen tüm koğuş ve hücreler bir haftalık açlık grevi yaparak baskıları protesto etmiştik. Bu arada cezaevi idaresi onlarca askerlerle B Blok’tan başlayıp koğuşları teker teker basarak zorla boşaltıp sinema salonu ve hamama götürüp ağır işkencelerden geçirip tek tip elbiseleri zorla giydirmeye başlayınca, bir grup tutuklu baskıların durması için Ölüm orucuna başladılar. İlk grupta Sakine ananın oğlu Cemal Arat da ölüm orucuna başlayanlardan biriydi.Koğuş baskınları arttıkça ölüm orucuna girenlerin sayısı da artmaktaydı. 19 Ocak 1984’de ilk şehidimizi, orta Anadolu Kürdlerinden olan YILMAZ DEMİR’i vermiştik. 25 ocak’ta ise REMZİ AYTÜRK ve NECMETTİN BÜYÜKKAYA’yı şehid verdik. Tüm koğuş baskınları bitince Ölüm orucuna girenleri birkaç koğuşta toplamışlar, kurallara uymayanları da on’ar kişi olarak her hücreye konulmuştuk. Ne ziyarete, ne avukat görüşüne, ne de mahkemeye çıkıyorduk. Ölüm orucuna ilk giren grupta ağırlaşanları askeri hastaneye kaldırmışlar, morallerini bozmak için ailelerini hastaneye getirtmişlerdi. Sakine Ana da hastaneye koşmuş oğlunun başında ona seslendiğinde Cemal görme yitisini kaybettiğinden anasını göremeyip Kürtçe;-Ana sakın ağlama, demişti. Cezaevinden ise Selim Çürükkaya’yı ölüm orucuna giren eşi Aysel Çürükkaya’yı etkilemek, Aysel’in yanına getirilen anne babasının Selime;-Bak hanımın gidiyor, ölüm orucundan vaz geçir, demesine Selim;-İki mezar kazın biri ona biri bana, dediğini cezaevine getirilirken hücre koğuşu olan 35’te bunu anlattığında dinlemiş, Cemal’in anasıyla konuşmalarını yanılmıyorsam Selim bizlere anlatmıştı.1 Mart 1984’te ORHAN KESKİN’i, 3 Mart 1984’te de CEMAL ARAT’ı kaybetmiştik. Ölüm orucuna giren ilk gruptan birkaç kişi daha tehlikeli döneme girdiğinde, idare tutuklu temsilcileri ile anlaşmış; Tek tip elbise giyilecek, sayımda ayağa kalkılacak, işkenceli kurallar kaldırılacak, denilince tutuklular arasında bir dalgalanma olup hoşnutsuzluk belirtileri başladı. Tüm koğuşlar tek tipleri giymemek için işkenceden geçirilirken 35’te kalanlar bir fiske bile yemeden elbiseleri giymeleri, beş tutuklu ise tek tip elbise giymemek için yaşamlarını yitirmeleri, hoşnutsuzluğun nedeni olmuştu.Mart 1984 sonuna kadar cezaevi dışında bekleyen ailelerimiz, özellikle 5 nolu anaları cezaevi önünden ayrılmamış, adli müşavirliğe, sıkıyönetim komutanlığına, valiye, Ankara’daki hükümete kadar dilekçeler yazıp protesto etmişlerdi. Cezaevi önünden ayrılmayan analar içerisinde; Mehmet Şener’in anası olan Saliha ana (namı değer kör Saliha), Cemal Arat’ın anası Sakine Arat, Mehmet Akın’ın anası ile birlikte tüm analar ve diğer yakınları bizleri yalnız bırakmamışlardı.Sakine Arat ana’nın yaşamını öğrendiğimde; yüzelli yıldır Kürdlerin yaşadığı trajediyi birkez daha anladım. Sakina ana’nın ailesi 1925 Şeyh Sait direnişine katılmış, bazı büyükleri kurşuna dizilmiş, birçok aile ile birlikte Sakine ana’nın babasını da Kütahya iline sürgüne göndermişlerdi. Sakine ana sürgünde doğar. 1947’de çıkan bir af sonucu Diyarbakır’a dönerler. Döndüklerinde mal mülkleri talan edilmiş, topraklarını kaybettiklerini görür ve sıkıntılı bir yaşamla ayakta kalmaya çalışırlar.Sakine ana 17 yaşındayken 35 yaşındaki biri ile evlendirilir. İlk iki çocuğunu  çok küçük yaşlarda kaybeder, üçüncü çocuğu olan Cemal dünyaya gelir, ardından peş peşe diğer çocukları dünyaya gelir. Bismil’in bir köyünde yaşarlarken Diyarbakır’a taşınırlar. Cemal ve diğer çocuklarının okumasını ister. Cemal Diyarbakır’da Ziya Gökalp lisesine devam ederken politik mücadelede yer alanlarla karşılaşır ve çabuk onlara katılır. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte tutuklanıp 5 nolu’ya konulur. 1982’de de diğer kardeşi Tacettin tutuklanır ve iki yıl yatar.Oğlu Cemal’i 3 Mart 1984’te ölüm orucu sonucu kaybeder. Cemal’in ölümüne üzülen kız kardeşi bu acıya dayanamayarak intihar eder. İntihar haberi cezaevine ulaştığında bizleri üzüntüye boğduğunu dün gibi hatırlıyorum. 1984’te Tahliye olan oğlu Tacettin dağlardaki gerilla gruplarından birine katılır ve 1986’da bir çatışmada öldürülür. Diğer oğlu Murat da dayanamayıp dağa çıkar ve 1997’de bir çatışmada vurulup yaşamını yitirir. Beşinci çocuğunu ise Diyarbakır’da bir trafik kazasında kaybeder.Evlat acısının ne olduğunu en iyi analar bilir. Sakine ana bir değil, iki değil beş evlat acısını yaşayan, buna rağmen yıkılmayıp ayakta kalabilen ender analardan biridir. 1984 yılında Ankara’ya kadar gider, devlet yetkilileriyle görüşmek ister, çocukların gördüğü işkenceleri onlara anlatmak, işkencelerin durmasını, yapanların cezalandırılmasını dile getirir. 5 Nolu analarından biri ise, tüm cezaevinin ve Diyarbakır halkının tanıdığı Saliha Şener’di. Saliha ana da cezaevi kapısından ayrılmayan, işkenceleri protesto edip ulaşabildiği resmi kurumlara ulaşmaya çalışıp dilekçeler veren, üzerine benzin döküp cezaevindeki işkenceleri protesto edip kendini yakan bir anaydı. Oğlu Mehmet Şener 1980-84 yılları arası en ağır işkence gören tutuklulardan biri ve üç yılı aşkın hücrelerde kalmıştı. Saliha ana el üstünde tutulan, seçim mitinglerinde bile konuşturulan bir saygın anaydı taa ki oğlu PKK muktediri ile ideolojik ayrılığa düşünceye kadar. Sonra Saliha anaya denilmeyen kalınmadı; özel savaş ailesinden tut, okuma yazma bilmeyen, Türkçe konuşamayan bu yürekli ana’ya neredeyse devletin ajanı denilmeye başlanılmıştı.Yürekli analardan biri de, kendim yargılandığım dava dosyasından ceza alan, genç yaşta zindana düşüp 1981-82 ağır işkenceli dönemde psikolojik bunalıma giren Mehmet Akın’ın anasıydı. Dört yıl cezaevi kapısından ayrılmayan, askerlerce esas duruşa geçmeye zorlanan, iteklenip yere düşürülen fakat yılmayan analardan biriydi. Oğlu ile birlikte tahliye olurken askere götürülmemiz için serbest bırakılmamış, askeri hastaneye birlikte gidip getirilirken anasını görüp tanımıştım. Bana cezaevi kapısında başından geçenleri anlattığında, kaç kez iteklenmesine, yerde hırpalanmasına rağmen cezaevi önünü terk etmediğini merakla dinlemiştim. Bana;-Ankara’da yol gösteren biri varsa adresini ver Kenan Evren’e çıkacağım. Oğlumu benden sağlam aldı, deli diye geri verdi. Bunun hesabını soracağım ve oğlumu sağlam istiyorum diyeceğim, söylediğinde cesaret ve yürekliliğine hayran kalmış, yapılması gereken tek şey elini öpmekti ve elini öpmüştüm.Daha nice analarımız, Şaban ve Şeyh Kulaksızın anaları, babalardan Rahmetli Bayram Yıldızhan ve daha nicelerini saygı ile anıyorum. Ben anamın her hafta görüşüme gelmesini istemiyordum, her gelişinde; ‘ana ayda bir gel’ dememe rağmen her hafta görüş listesi gelip ismim okunduğunda titrerdim fakat ana yüreği dayanmaz, her hafta cezaevi önünden ayrılmazdı.Hafızamı 45 yıl gerilere götürünce, yaşadığım sürede meydana gelen toplumsal olaylar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Toplumsal olayların yoğun olduğu dönemlerde örgütler, kuruluşlar insanlara, üyelerine, zindandakilere sahip çıkarken askeri darbelerin, faşizmin dorukta olduğu dönemlerde ise örgütlerin görevini analar ve aileler üstlendiğini, çocuklarının yaşamını, düşünüp mücadele verdiklerini hatırladım. Eğer analarımız, ailelerimiz biz tutuklulara sahip çıkmasalardı daha nice ağır işkencelerden geçeceğimizi, nice kayıplar vereceğimizi düşündüm. 12 eylül darbesinin ilk iki yılında her taraf sindirilip korkuyla yaşatılırken üzerimizde korkunç baskıları rahatça yapmaktaydılar. Baskı ve korku duvarını ilk çatlatan analar oldu.Sakine Arat ana 1990’lı yıllarda çocukları zindanda olmamasına rağmen direnmeyi  bırakmaz, Diyarbakır’da oluşturulan Barış Anaları grubunun kurucularından biri olup; çocuklar ölmesin, analar evlat acısı yaşamasın, hangi taraftan olursa olsun vücuda giren yağlı kurşun önce anaların yüreğini deler, şiarıyla mücadelesine devam eder. Ankara’ya yine bir grupla gider, tüm devlet yetkililerin kapısını çalar fakat alt düzeyde birkaç görüşmenin dışında kabul edilemezler. İstanbul’da başlayan Cumartesi anneleri ile dayanışmaya girerler ve kayıp ettirilen, faili mechula giden çocuklarını sormak için Galatasaray Lisesi önünde defalarca Cumartesi Anneleri ile birlikte katılır.Yaşam Sakine Ana için öylesine acımasız olur ki, eşi alkolik ve kumarbaz biri çıkar. Ev eşyalarından tut oturdukları daireyi bile satmaya kalkar. Bununla da yetinmeyip kendi öz oğlunu MİT’e, polise şikayet eder. Eşi Sakine Ana için ise; komünist kürtçü diye polise, MİT’e ihbarlarda bulunur. Kendi öz eşinin yaptığı inanılmaz kötülüklere karşı bile direnme gücünü gösteren bu sevgili anamız hiç bir gün yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmez. Sakine Ana’yı en fazla yaralayan olay ise, çocuklarının hayatını verdiği mücadeleleri üzerinde güçlenip belediyeleri, milletvekilliğini kazanan grup, Sakine Ana ile görüşmemek için günlerce kapısında bekletildiğini duyduğumda; politik mücadelenin ne kadar nankör olduğunu bir kez daha anladım.Tahliye olduktan birkaç hafta sonra bir görüş günü 5 Nolu cezaevinin önüne gidip görüşmeci aileleri görmek istemiştim. Cezaevi önünde yerlerde oturanlar, kahvelerde kadınlı erkekli oturmalarını ilgi ile izleyip aralarına karışmıştım. Saliha Şener’in elini öpünce o da eli ile yüzümü ve kafamı okşayıp kürtçe; heppiniz benim oğlumsunuz, demesine hüzünlenmiştim. Paşa Uzun’un anası ve ismini hatırlayamadığım birçok ana ile konuşup yanlarında oturmuş, onların duygularını öğrenmek istemiştim.Bir halkın mücadelesini ileri götüren, atılımlar yaptıran onun örgütlü mücadelesi ve bu uğurda yaşamını yitirenler ile ailelerin, özellikle anaların fedakarlıklarıdır. 5 Nolu Analarının direnmeleri olmasaydı zindanda yapılan işkenceler kamuoyunda bu kadar duyulup anlaşılamazdı. Baskının, diktanın olduğu dönemlerde, basın da dahil bir çok kuruluş üç maymunları oynamaktaydı: Görmedim, duymadım, bilmiyordum. Bu sessizliği bozan analara karşı, saygı duyulup sahip çıkılması gerekmiyormuydu? Eğer idealler uğrunda verilen canlar, fedakarlıklar bazılarının bir yerlere gelmek için basamak olarak kullanıldığında ortaya; haksızlık, nankörlük, bedel ödeyenlere saygısızlıktan başka birşey çıkmaz ve kalıcı mevziler de olamaz.5 Nolu analarını düşünürken Arjantin’deki Plaza Del Mayo anaları hep aklıma gelir. 1970-80’li yıllarda Arjantin cuntası binlerce devrimci, demokrat muhalifleri işkenceden geçirip kaybeder, kaybettikleri kişilerin küçük çocuklarını ise çocuk sahibi olmayan polis, asker şefleri gibilere evlatlık diye verirler.Arjantinli analar kaybolan çocuklarını ve torunlarının akibetini öğrenmek için her Pazar başlarına beyaz bir mendil takıp çocuklarının resimleri ile gösteri yaparlar. Cunta yönetiminin tüm baskılarına, her pazar coplanmalarına rağmen meydanı terketmez tüm dünyaya Arjantin cuntasını deşifre ederler. Plaza Del Mayo anaları, mücadeleleri sonucu askeri cuntanın on yıl içinde yıkılmasında en önemli etkenlerden biri olurken, malesef Türkiye’de 40 yıl geçmesine rağmen bu tiran devleti bir adım geriletemediler. Hâlâ her Cumartesi İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde kaybolan çocuklarını arıyorlar. Üç yıl önce İstanbul’a gittiğimde Cumartesi gününü fırsat bilip Galatasaray Lisesinin önüne gidince, Cumartesi anaları yine yerlerde oturmuşlar, kaybolan çocuklarının resmi ellerinde beklerken çok duygulanmıştım. Etrafları polislerce çevrili olduğundan yanlarına gidip hepsinin ellerini öpmek istemiş fakat yapamamıştım.Diyarbakır’ın direngen anaları birkaç yıl önce yine tarihsel bir eyleme imza attıklarında ilgi ile durumlarını izlemeye başlamıştım. Bir grup ana; dağa giden hem çocuk yaştaki çoklarının geri verilmesini, hem de dağa Kürd ve Kürdistan için gönderilen çocuklarının diğer parçalardaki kürtlerle kardeş kavgasına girmemesi için, amaçsız, hedefsiz, varolan sömürgeci devletlerin sınırlarını korumak, bayrağı ile devleti ile bir sorunum yok diyenlere; o zaman dağda bulunmaya gerek yok, anlamında tavır koyup açlık grevine girip çocuklarını geri istemeleri, son 30 yılda Diyarbakırlı anaların yaptığı en değerli bir eylemdi. Fakat muktedirler tarafından MİT kışkırtması, devletin oyunu suçlaması ile karşılaşıp baskı görmüşlerdi. Türkiye tarihinde onlarca yüzleşmesi, hesap sorulması gereken olaylar, katliamlar var. Eğer birgün yüzleşme ve hesaplaşma başlarsa bilmeliyiz ki; Cumartesi ve 5 nolu anaların mücadelesi ile bu tiran devletin duvarından ilk tuğlayı analar sökecektir. Beş nolu ve Cumartesi anaları onurumuzdur!Kitabın tüm geliri Sakine Ana’ya verilecektir.

KÜRDİSTAN Haberleri

Özçelik Rûdaw'a konuştu
PAK'tan 21 Şubat mesajı: Kürtçe bilmeyenler için başlangıç olsun
PDK Bakur: Yurtsever Demokrat adayları destekliyoruz
Merve Demirel suç duyurusunda bulundu
Van'da çocuklara işkence skandalı