Resul Amed
En çok demokrasiden söz edenlerin, en çok anti-demokratik oldukları görülmüştür.
Nedenini hep kendime sormuşumdur.
Ortadoğu'da demokrasi, sadece seçimle aday seçmek olarak anlaşılır.
Seçtikten sonra ne yaparsan yap, haklısın; çünkü zaten halk sana kendi adına bir şeyler yapma yetkisi vermiştir.
İşte bu sistemin adı "demokrasi" olur.
Türkiye Cumhuriyeti'ne bir bakın.
Partilerin çoğu adında "demokratik" ya da "adalet" kelimesini taşır.
Hepsi hukukun üstünlüğünden, sosyal devletten söz eder.
Reelde gerçeklik böyle midir?
Hayır.
Uygulanan, dikta sistemin en uç biçimi olan faşizmdir.
Sosyalist dediğimiz ülkeler çok mu farklıydı?
Kesinlikle değil.
Orada da çoğunluğun iktidarı, Komünist Partinin kategorize edilmiş iktidarına göre şekillenirdi.
Seçimler, tek parti adına oluşturulan çok kişilik listelerle yapılırdı.
Bu adaylar binlerce süzgeçten geçirilir, sadece "uygun" görülenler listeye alınır ve seçtirilirdi.
Kenan Evren demokrasisiyle Arap BAAS sistemi arasında fark kalmazdı.
Dolayısıyla her yapı, kendi anti-tezi olarak çıkan siyasal örgütleri de aynı iklimde besledi.
Demokratik görünmek, bu değerleri savunmak teoride mümkündü;
ama pratikte herkes çıktığı iklimin örneği oldu — hatta karikatürüne dönüştü.
John Dewey der ki:
"Demokrasi, bireylerin birbirleriyle birlikte öğrenip, karar alma süreçlerine katıldıkları bir toplumsal deneyimdir."
Bizde bu gerçekten böyle mi işliyor?
Tartışılır.
Birçok "demokratik sosyalist" hareket, bireyin iradesini harekete teslim etmesini savunur.
İrade teslimi, komuta zinciridir.
Komuta zinciri ise askerlik yasalarında geçerlidir — yani militarizmdir.
Ama bu durum "demokratik işleyiş" olarak görülür.
Farklı düşünce ortaya çıktığında, yapıyı tasfiye etmekle suçlanır;
en ağır uygulamalara maruz kalır.
Stalinist parti zihniyetinde bu çokça görülmüştür.
Bu zihniyeti esas alanlarda da aynı kader yaşanmıştır.
Tüm uygulamalar, bu Stalinist anlayışla alınır;
parti kutsanır, lider dokunulmaz hale gelir.
Asker-köle ilişkisi temelinde politika işlerlik kazanır.
Kürtlerin demokratik eğilimi, aslında yabancı topluluklar ve farklı dinlerle birlikte yaşama kültürünü taşır.
Ama buna rağmen, güçlü olana teslim olma;
onun gibi görünme, ona bağlılığını her an dile getirme bir kültüre dönüşmüştür.
Sömürgeciliğin kazandırdığı bir kültürdür bu.
Bu kültür, zamanla alışkanlık haline gelir.
Her farklı olana, kendine yönelmiş bir tehdit gibi bakılır.
Ve bu tehdidi ortadan kaldırmak için sınırsız güç kullanmak meşru sayılır.
Geçmişin işlenmemiş kararları, sonuçlarıyla birlikte yeni sorunlar yaratır.
Bu sorunların günah keçisi çoğu zaman "öteki" olur;
her şey onunla temizlenir,
lider kadro ise "pak" kalır.
Kişinin kendini savunma hakkı olmaz; iradesi ipotek altındadır.
Oysa John Dewey'in dediği gibi:
"İfade özgürlüğü, demokratik kültürün temel taşıdır.
Fikir ayrılıklarını yok etmek değil, onları yönetebilmektir."
Bizde ise durum tersinedir — yönetmek değil, yok etmektir.
Stalinist ve Kemalist zihniyetin ortak argümanı budur:
bireyi bastırmak, farklı düşünceyi ezmek, tek tip bir zihniyet yaratmak.
Seçimlerden söz ettik.
Alexis de Tocqueville şöyle der:
"Demokrasi; yalnızca seçim günü ortaya çıkan bir güç değil, her gün uygulanan bir erdemdir."
Ama Stalinist ve BAAS'çı zihniyette, üst yönetim için tehlike arz etmeyen, belli kesimlere uygun görülen adaylar belirlenir.
Bu adayların halkta bir karşılığı olup olmadığına bakılmaz.
Birkaç kişinin onayı yeterlidir, liste hazırlanır, halka sunulur.
Bazen "demokratik seçim yapalım" denir, ama manipülasyonla yine aynı sonuç alınır.
Olumsuz bir durum ortaya çıktığında ise seçim iptal edilir.
Sonra buna da "demokrasi" denir.
Türkiye Kürdistanı'ndan dört parçalı Kürdistan gerçekliğine bakalım.
Yüzlerce Kürt partisi, yüzlerce Kürt örgütü var.
Hepsi sanki Kürdistan bağımsızmış gibi hareket ediyor.
Sömürge gerçekliği, halkın ezilmişliği bilincinde değiliz.
Politik çıkarlar, grup hesapları, hatta düşmanın sevincine kadar giden durumlarla yaşıyoruz.
Oysa halkın çıkarları, Kürt halkının kurtuluşunun temel normları doğrultusunda hareket etmek gerekir.
Demokratik kültürün inşası, farklılıkları kabul ederek birlikte hareket etme zorunluluğudur.
Parti çıkarları, örgüt hesapları halkın özgür ve bağımsız yaşama hakkının üstünde değildir.
Ortaya çıkan olumlu koşulları bu dar çıkarlarla harcamamalıyız.
Ancak demokratik bir kültür anlayışıyla,
coğrafyamızdaki sömürgecilerin faşizan ve anti-demokratik uygulamalarına karşı durabiliriz