ÇERMİK’E SOL VE DEVRİMCİ GÖRÜŞLERİN GİRİŞİ-2

Kamil Sümbül

Yaşamımda iz bırakan anılar 3

Liseyi bitirip Çermik’e geri gelmiştim. Beş yaşında ilkokula başlamam nedeniyle 16 yaşımda lise mezunu olmuştum. Gelen bir haberde Nurettin Değirmenci tahliye olmuş ve yakında Çermik’e geleceğini bibimden (halamdan) duydum. Merdivenli bahçeli kahvede çalışmaya başladım. Ergani’ye gelen Nurettin abi Müslüm Üzülmez’le birlikte Çermik’e geldiler. Müslüm Üzülmez Ankara’da kimya mühendisliğinde okumaktaydı. Çalıştığım kahveye genelde öğretmenler ve memur olanlar geliyordu. Nurettin abinin geldiğini duyan eski tanıdıkları, ilerici öğretmen ve memurlar hemen kahvede başına toplanıp sohbete başladılar. Bazen üç masayı birleştirip etrafına lastikli kürsüleri dizerdim, oturup dinleyenler bazen 20 kişiyi bulmaktaydı. Nurettin abi, inançla, heyecanla, kararlı bir şekilde etrafındakilere sosyalizmi, kapitalist sömürüyü, devletin baskılarını, işçi sınıfını anlatırdı, fırsat buldukça konuşmalara kulak kabartırdım. Nurettin abi kaldığı iki hafta boyunca ya kahvede, ya Hamambaşı yolunda gezerek ya da bahçelerde toplanıp tanıdıklarıyla konuşmaktaydı. Şimdiye kadar Çermik’te birkaç öğretmen ve bir iki memurun sohbet düzeyinde konuşmaları yerini, Nurettin abi gelince bu insanlar aktif bir şekilde sol görüşleri savunan bir gurup olmaya başladı.

Nurettin abiyi hemen her gün dinleyip tartışan Mahmut Aktaş, Mehmet Ali Esmer, Süleyman Süzen, Hayrettin Şeker, Celal Değirmenci, Ahmet Engin, Hacı Osman Özer ve ismini hatırlayamadığım Çermikliler sol düşünceleri özümseyerek çevrelerinde anlatmaya başladılar. Fırsat bulduğumda Nurettin abiye sorular sorardım. Ben hâlâ toplumsal olaylara dinsel açıdan baktığımdan anlatılanları dinliyor fakat kabul edemiyordum. Nurettin abiye; yakında Ankara’ya üniversite imtihanlarına gireceğimi söyledim. Bana; eğer İstanbul’da bir okula girebileceksen Gümüşsuyu’nda İTÜ’ye (İstanbul Teknik Üniversitesi) gel ve Elektrik Bölümü’nde beni bulursun, demişti. Bu arada Çermik jandarma komutanı olan binbaşı (o dönem Çermik’te daha polis teşkilatı yoktu) bir gün babamı çağırmış ve; “yeğenine söyle dikkat etsin, kulağımıza bazı şeyler geliyor,” diye uyarmıştı. Nurettin ve Müslüm ağabeyler Çermikten ayrıldıklarında artık bir sol gurup, devrimci bir taban ve bunu savunanlar oluşmuş, özellikle Mahmut Aktaş aktif olarak çalışmakta, eldeki kitaplar gizlice elden ele dolaşmaya başlamıştı.

Üniversite imtihanı tarihinden birkaç gün önce Ankara’ya gittim. Ankara’ya ilk gidişim olduğundan imtihan yerini güçlükle buldum, az kalsın beni içeri almayacaklardı. İmtihandan sonra Çermik’e geri dönmek istemediğimden tanıdıklar Gençlik Parkı’nda bana iş buldu. Bir hafta kadar Gençlik Parkı gazinosunda komilik işinde çalıştım, aklıma yatmayınca oyuncaklar bölümünde iş buldum. Bu arada Gençlik Parkı gazinosunda garsonluk yapan Erganili Abdurrahman ve abisi Muharrem Demir’le tanıştım. Abdurrahman Demir’in sesi de güzeldi, Kürtçe türküler söyler dinlerdim. Gençlik Parkı’ndan ayrılıp Çermik’e gitmeden önce iki haftalık ücretimi muhasebeye gidip isteyince benim önümden birinin imza atıp ücretimi aldığını söyleyince şaşırmıştım. Tüm tartışmamıza rağmen, atılan imzanın benim olmadığını diretmeme rağmen paramı alamadım, büyük bir ihtimalle muhasebeci adıma imza atıp paramı cebine indirmişti.

Çermik’e geri dönüp sınav sonuçlarını beklerken Çermik Pazar Yeri’nde buğday satan babama bir süre yardım ettim. Üniversite sınav sonuçları gelmiş, iyi bir puan alamamıştım. Lise fen bölümünü bitirmeme rağmen sosyal puanım fen puanımdan fazlaydı. Ankara’da Dil Tarih, İstanbul’da Edebiyat Fakültesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim Bölümü’ne ön kayıt yaptırabileceğimden hemen önce Ankara’ya sonra da İstanbul’a gidip ön kayıt yaptırıp listeleri beklerken İTÜ’ye gidip Nurettin abiyi aradım. Okul kapısındaki polisler öğrenci olmadığımdan önce beni içeri bırakmadılar. Sonra polislerden biri Diyarbakırlı ve benimde oralı olduğumu kimliğimden öğrenince beni Elektrik Bölümü’ne götürdü. Sınıfta yoktu, tanıyan arkadaşlarından biri; biraz bekle birlikte evine gidelim, deyince biraz bekledim.

Arkadaşıyla okuldan çıkıp önce Karaköy’den vapurla Bostancı’ya, oradan da dolmuşa binip Suadiye’ye geldik. Bir apartmanın giriş katında dört okul arkadaşıyla birlikte oturmaktaydı. Bazen topluca bazen de her gün bir arkadaşı benimle konuşup sosyalizmi, devrimi, kapitalizmi anlatmaktaydı. Ben hâlâ dini değerleri savunduğumdan anlattıklarını tam kabul edemiyordum çünkü dinden hiç bahsetmiyorlardı. Sorduğumda ise; “inançlar Allah’la kul arasındadır, araya girilmesi doğru değil” derlerdi. Bir arkadaşı bana Kuran’ın Türkçesini okumam için getirmişti. Evlerinde kaldığım on gün içinde Türkçe anlamını

okuyunca kafam tümden karışmıştı. Nurettin abi beni birkaç kez Bostancı sahiline götürüp ayağıma palet takarak yüzmeyi öğretmeye çalıştı. O dönem Bostancı sahili sakin, deniz temiz, halka açık, isteyen herkesin gidip yüzüp güneşlendiği yerler vardı ve daha bozulmamıştı. Tartışmalar sonucu sosyalizmin ezilen tabakalar için, yoksullar için bir kurtuluş yolu olduğu kafamda netleşmeye başladı.

Nurettin abi beni 1950 başlarında İstanbul’a gelip yerleşen babamın halası oğlunun iş yerine götürdü. Akrabamız olan Abbas Tanrıverdi -ona hep Xalo diye hitap ederdim- çok muhterem biri, akrabasına düşkün, misafirperver, cömert ve cana yakın biriydi. Hanımı ise İstanbullu, tam bir asilzade hanımefendisi idi. İş bulup Çermik’e gitmek istemeyince evlerinde 45 günden fazla kaldığımda yengemiz Mürüvvet abla sanki dün gelmişim gibi davranması, Xalo Abbas’ın cana yakınlığı, taşıdığı insani değerlerden çok etkilendim, onlardan çok şeyler öğrenip taşıdığı değerleri kendime bundan sonraki yaşamımda hep örnek almaya başladım.

Okumak istediğim bölümler de olmayınca yedek listeleri beklemek istemedim, babam da halası oğlu Xalo Abbas’a haber gönderip beni geri göndermesini isteyince ben de Nurettin abiye geri gideceğimi, bana dergi, gazete göndereceği adresi verip kara trene binip Diyarbakır’a dönmeye karar verdim. Kara tren İstanbul’dan Diyarbakır’a iki buçuk günde gitmesine rağmen biletleri ucuzdu. Trende bazı yolcularla samimi olup onlara sosyalizmi anlatmaya başlayınca ilgi ile beni dinliyorlardı. Kaldığım kompartımanda iki de Silvanlı vardı. Cebimdeki 20 lirayı ceketimin cebine koyarken görmüşlerdi. Ceketimi camın yanına asıp tuvalete gidip döndüğümde 20 liranın cebimde olmadığını görünce Silvanlı iki yolcuya; “paramı siz çaldınız,” diye bağırdım. Onlar da almadıklarını ve birbirimize bağırıp çağırınca tren görevlisi geldi ve durumu anlattım. Bana; “gördün mü” sorunca “geldiğimde cebimde yoktu” deyince, “görmemişsen bir şey yapamayız,” deyip gitti. Olay Kayseri’yi geçince olmuştu. Diyarbakır’a varıncaya kadar yiyecek bir şey alamadım. Kara tren Diyarbakır’a varınca istasyondan Dağkapı’ya kadar yürüdüm. Dayım Seydi Değirmenci o zaman Diyarbakır’ın en eski lokantalarından biri olan SİNAN’ın yerinde çalışmaktaydı. Yanına gidince bana büyük bir tasa paça çorbası doldurup yemem için verdi. Ayrıca cebime de on lira koyunca Çermik yol param çıkmış oldu. O dönem Diyarbakır Çermik 2,5 liraydı.

Çermik’e dönünce tekrar merdivenli kahvede çalışmaya başladım. Nurettin Değirmenci’nin oluşturduğu grupla temasa geçip onlara Nurettin abinin selamlarını ilettim. Mahmut Aktaş’la uzunca Çermik’te neler yapabileceğimizi, başta kendimizi ve sonra halkı nasıl bilinçlendireceğimizi grupla tartıştık. İçlerinde en genci bendim, yaşım daha 17 olmamıştı. İstanbul’dan Nurettin abinin gönderme sözü verdiği gazete YENİ ORTAM haftada iki kez verdiğim adrese gelmeye başladı, ardından Müslüm Üzülmez Ankara’dan YENİGÜN gazetesi ve kitaplar da postalamaya başladı. Elimizdeki kitaplar; Aziz Nesin, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız gibi yazarların kitaplarıydı. Kimlere verileceğini Mahmut Aktaş, saklama ve dağıtma işini de ben yapacaktım. Çalıştığım kahvede bir zula yeri yapıp kitap ve gazeteleri saklamaya başladım. Okuyacak kişiye ya bir naylon poşet içinde ya da eski gazete kâğıdına sarıp vermekteydim. Okuyup geri getiren de aynı poşet ve gazete kâğıdına sarılı bana vermekteydi. Bu kitaplar yasak değil piyasada satılmasına rağmen dönem 12 Mart ve sıkıyönetim dönemi olunca illegal olarak saklayıp dağıtıyorduk. Bir gün Mahmut Aktaş siyah bir naylon poşet içinde bir kitap bırakıp; “bunu herkese verme, ben kime ver desem ona vereceksin,” söyleyince merak etmiştim. Açıp bakınca ilk kez Lenin’in bir kitabını görmüş oldum, adı İşçi ve Köylü İttifakı’ydı. Grubumuzun en aktif üyeleri Mahmut Aktaş, Süleyman Süzer, Mehmet Ali Esmer, Hayrettin Şeker ve ismini yazmak için temas kuramadığım on civarı öğretmenlerdi. Bu arada Müslüm’ün bana verdiği yazarı Enver Atılgan’ın NUHUN ADAMI şiirini ve elime geçen Necati Siyahhan’ın NATAŞA şiirini ezberleyip sık sık okumaktaydım.

Çermik’te sol ve devrimci mücadeleyi geliştiren bir yer daha vardı: Ankara’da Ulus Rüzgarlı sokaktaki Çermiklilerin kahvesi. 1960’ların ortalarından sonra birçok Çermikli aile Ankara’ya taşınıp ya bir bakkal dükkânı ya da kahvehane açıp işletmeye başlamışlardı. Özellikle öğretmen ve memur olan Çermikliler tayin veya mesleki konularında ya da işi için Ankara’ya gittiklerinde uğradıkları ilk yer Çermiklilerin bu kahvesi olurdu. Kahveye o yıllar sadece Çermikliler gelmeyip, Erganililer, Siverekliler, Diyarbakır’ın tanınmış bürokratları ve arada bir Diyarbakır milletvekillerinin uğradığı bir yerdi. Çermik ve komşu ilçeler ile Diyarbakır’dan gelen yeni haberler ilk önce bu kahvede konuşulurdu. Kahveye

aralıklarla gelen beş Çermikli: Ankara’da oturan ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan Emin Köse, ODTÜ’de okuyan Yusuf Andiç, deniz astsubayı Hikmet Pamukçu, yarım Çermikli Kimya Mühendisliği’nde okuyan Müslüm Üzülmez, eğer Ankara’daysa Nurettin Değirmenci gelenlerle kahvede konuşup sol ve sosyalist görüşleri anlatıp etkilemeye çalışırlardı. Ankara’dan dönen Çermikli öğretmen, memur ve gençler aramıza katılır, Çermik’te hatırı sayılır bir güç olmada o arkadaşların da etkisi çoktu. Ben ağırlıklı olarak yeni açılan lise gençleri ile konuşup sola kazandırmak için çaba sarf ederdim.

Çermik’te de TÖB-DER şubesi açmak için çalışmalar başladı. Çermik’te devletin gözü ve kulağı olan Nebo Mehmet (Akdağ) gücü yetebildiği öğretmenleri tehdit etmeye başladığı duyulunca başta Mahmut Aktaş ve diğerleri hemen tehdit edilen öğretmenlere sahip çıkıp tavır aldılar. Osman Bardakçı Diyarbakır merkezde öğretmenliğe başlamıştı. Her Diyarbakır’a gidişimde TÖB-DER lokaline uğrar uzun uzun konuşup onu dinler ve her gidişimde ondan birkaç kitap alıp Çermik’e dönerdim. Osman Bardakçı’nın Diyarbakır Karayollarında çalışan kardeşi Ali Bardakçı Almanya’ya işçi olarak gidince, Osman abi tayinini İstanbul’a aldırıp evini taşıdı. Bu sırada 1973 seçimleri yaklaşmakta, Ecevit rüzgârı bölgemizde de esmekteydi. Bülent Ecevit Diyarbakır’a gelmeden önceki gece Çermik’te ilk kez bir mitingi organize edip çarşıyı baştanbaşa slogan atarak yürüdük. Diyarbakır Öğretmen Okulu’nu yeni bitiren Orhan Çetin de sol görüşleri savunduğundan o gece birkaç pankartı birlikte yazdık. Sabahı CHP Çermik yöneticilerinin tuttuğu iki kamyonun arkasına 50-60 kadar gençle binip Diyarbakır’a geldik. Konuşma alanına giderken kalabalık Siverek gurubunu gördüm, başlarında Mehmet Uzun vardı ve cezaevinden yeni çıkmıştı. Alana doğru yürürken yanına gittim. Bana Ecevit’in devrimci ve solcu olmadığını, hapiste çok kişi yatıyor, af çıkarma ve sıkıyönetimi kaldırma sözü verdiği için destek vereceklerini, ayrıca CHP’nin niteliğini de alana giderken anlattı. Dağkapı meydanı tıklım tıklım doluydu. Kahrolsun Faşizm, Kahrolsun Emperyalizm sloganları CHP’lilerin attığı Halkçı Ecevit, Karaoğlan Ecevit sloganlarını bastırmaktaydı. Bir ara Halklara Özgürlük sloganı da atıldı. Bu seçim mitingi, katıldığım ilk kitlesel eylemdir.

Seçim çalışmaları kapsamında MSP (Milli Selamet Partisi) başkanı Necmettin Erbakan’ın da Çermik’e geleceği duyuldu. MSP ilçe şubesi başkanının manifaturacı dükkânı çalıştığım kahvenin yanındaydı. Erbakan ve parti yöneticileri gelip dükkânda otururken kahveden çay ısmarlayınca, 15 adet civarı çayı bir tepsiye koyup dükkâna girdiğimde ilçe başkanı Bedri Adıgüzel bana; “sağdan dağıt biz sağcıyız,” söyleyince ben de; “ben solcuyum soldan dağıtıyorum,” deyip soldan çayı dağıtmaya başladım. İlçe başkanı suratını asarken Necmettin Erbakan badem bıyıkları ile bana bakıp gülümsedi. Çayı yanındaki masaya bırakınca yine gülümseyerek kafasını hafif öne eğip hiçbir şey söylemedi. Çayları dağıtıp kahveye döndüm, onlar da sinema salonu olarak kullanılan Halk Eğitim Merkezi’nde toplantıya gittiler.

Seçimler olmuş, CHP en fazla oyu almasına rağmen hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamamıştı. 1973’te yine üniversite sınavına girmiştim. Soruların çalındığı gazetelerde yazılmaya başlayınca şaşırmıştım. Çalındığı ispatlanınca sınav iptal edilmişti. Tekrar edilen sınavda yine istediğim puanı alamamıştım. Kahvede çalışmayı da bıraktım. Günlerim tartışma ve kitap okumayla geçiyordu. Ama bir yandan da boş gezmeyi sevmediğimden, kendi ayaklarım üzerinde durmayı hedeflediğimden bir işte çalışmak için çabalıyordum. Çermik’te o yıllar onlarca genç ya polis ya da astsubaylığa müracaat edip gitmişlerdi, ben bu iki mesleği de sevmiyor, düşüncelerime ters buluyordum. Konya Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nde çalışan büyük ağabeyimin çağrısı benim için çok iyi bir fırsat oldu, hemen hazırlığımı yapıp Diyarbakır’a gidip Konya’dan geçen İzmir otobüslerine Konya için bir bilet alıp yola koyuldum. Artık benim için yeni bir yaşam başlayacaktı.

Gerek Çermik’e gerekse bende emeği olup şimdi aramızda olmayan Osman Bardakçı, Nurettin Değirmenci, Emin Köse, Mahmut Aktaş, Mehmet Ali Esmer, Hayrettin Şeker, Yusuf Andiç, Süleyman Süzen ve Mehmet Uzun’u saygı ve sevgi ile anıp anıları önünde hürmetle eğilirim.

Stockholm 17 03 2021

TIKLAYINIZ: ÇERMİK’E SOL VE DEVRİMCİ GÖRÜŞLERİN GİRİŞİ-1 -