Ali Fikri Işık: Türkler neden Kürtler için yürümüyor

Kürt’ten gelen hiçbir talep meşru değil, tam tersine beka meselesidir. Yerleşik algı bu ve iktidar siyasetleri, bu verimli tarlayı bugüne kadar son zerresine kadar sömürüp istismar etti.

 

Deli ve Dahi filmini anımsayanlar bilir, film her ne kadar Oxford İngilizce sözlüğünün hazırlanış hikayesine odaklanmış gibi görünse de esasen film esaslı bir dostluk destanıdır. Filmin dostluğun muhteşem özüne dair sahnesi, Mel Gibson’ın dönemin Başbakanı Winston Churchill’e kadar çıkıp, dostunun serbest bırakılması için yoğun çabalar sergilemesi değil; ondan daha derin ve çok etkileyici bir sahne daha var. Churchill’in emriyle Sean Penn hastaneden çıkartılır ve ülkesi Amerika’ya sürgün edilir. Penn hastaneden çıkarken Gibson onu karşılar. Penn’in âşık olduğu bir kadın var. Hikaye uzun, film harika, hepsini özetlemeyeceğim. Penn âşık olduğu kadını görmeden gitmek zorundadır. Onu gemiye götürecek arabaya binerken Penn “Haberi var mı” der Gibson’a “Evet var” der, Gibson. Penn “ona de ki” dedikten sonra biraz duraklar ve dostunun yüzüne bakarak “Ona ne demen gerektiğini biliyorsun” der. Gibson “Evet, ona ne demem gerektiğini biliyorum” der.

Dostluk sadece zihnini dostuna emanet etmek demek değildir; ruhunu bile, dostuna emanet edebilme özgüvenidir. Sevgiliye söylenecek en değerli sözlerin vekaletini alabilmek, dostluğun belki de en uç sınırıdır. Türk dostlarımızdan beklediğim böylesine ateşi yüksek bir dostluk değildir; keşke bu, imkan dahilinde olabilseydi. Nispeten ateşi daha düşük bir dostluk talep etmek, kabalık ya da had bilmezlik sayılmamalı. Bunun nedeni yalnızca sevgi dolu bir ilişkide iki tarafın eşzamanlı olarak alıp veriyor olması değil, aynı zamanda her birinin kendini çoğaltıp yenilediği bir süreç içerisinde kendi veriş eyleminin, karşı tarafta da ona benzer bir tepki yaratıyor olmasıdır. Juliet’in Romeo’ya “Sana ne kadar verirsem, o kadar çoğalıyor bende kalan” demesiyle aynı şeydir.

Kürt - Türk ilişkilerinde Kürtler, iktidarların edebi varlığı için her zaman günah keçisi ilan edildi. Türklük durumunun muhafazakarlığı ve stabil konjonktürü, Kürtçülük tehlikesi üstüne bina edildi. Kürt’ten gelen hiçbir talep meşru değil, tam tersine beka meselesidir. Yerleşik algı bu ve iktidar siyasetleri, bu verimli tarlayı bugüne kadar son zerresine kadar sömürüp istismar etti. Reel siyasette en dinamik ve kapsayıcı Kürt varlığının “Biz devlet talebini çöpe atmak diyor olmaları bile, hiçbir heyecan dalgası yaratmıyor. Türklerle birlikte yaşama iradesinin nişanesi olarak, her yerde yüksek sesle dillendirilen “Türkiyelileşelim” siyaseti bile magazin haberleri kadar ilgi uyandırmıyor.

Bunun anlamı şudur: Kürtler ve Türkler arasındaki geçişken köprü işlevsizleşip stop etmiş durumda. Eğer bu köprü yürümeye elverişli hale gelebilecekse, artık köprünün çeperlerini zorlamak, bunu Kürtlerin elleri ve bedeniyle yapmak, sonuç almaktan çok uzaktır. Çünkü Kürtlerden gelen her hamle, kutuplaştırıcı düşmanlık siyasetinin elverişli malzemesi haline geliyor. Kürt eylemliliği sadece Kürt sorunun çözümünü öteleyip, uzaklaştırmıyor, demokrasiyi bile günah keçisi haline getirebiliyor.

Hiç kimse kusura bakmasın, Türkiyelileşme siyasetinin öznesi artık Kürtler değil; Türklerdir. Kürtlerin Türkiyelileşmek arzusunun taşıyıcısı Türkler olmak zorundadır. Kürt kimliği için Türk kimliği inisiyatif almak zorundadır. Kürt meselesinin yeniden şiddet sarmalından uzak durabilmesinin yegane yolu da buradan geçiyor.

Eğer mesele yürümek meselesiyle Kürtler değil Türkler yürümeye aday olmalıdır. Öyle Hakkari’den Ankara’ya değil ya da Edirne’den Ankara’ya değil; İstanbul’dan Ankara’ya yürüyecek 10 bin gönüllü Türk, bu eylemi kemaliyle başarabilir.

Verme ve alma diyalektiğinin içinde, veren taraf Türkler, alan taraf Kürtler olmalıdır. Tersini uzun yıllar tecrübe ettik, biraz da bu yeni durumu tecrübe edelim.

Ali Fikri Işık-K24

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi