Abit Gürses’in Ardından

Abdürrahim Gümüştekin

 

        Kürtler, gerçek bir aydınını daha yitirdi, hem de yaşımın tam verimli zamanında ve kendine duyulan büyük bir ihtiyacın ardından…

Abit ile gençlik yıllarımızda bir kez Muş’ta karşılaşmıştık, birkaç saatlik politik bir muhabbet ortamında bulunmuştuk, yol arkadaşıydık ama pratikte diyaloğumuz bununla sınırlı kaldı… Son yıllarda onunla oturup pek çok şey konuşabilirdik diye düşünüyorum, ama o şansımız olmadı, şartlar el vermedi, ne yazık. 

            Ancak iki bin yılından sonra medya aracılığıyla yeniden bir diyaloğumuz oldu ve hastalığı sırasında da kendisini aramış ve biraz sohbet etmiştim. Sonrasında da onu daha dikkatle de izledim. Malum, yakalandığı akciğer kanseriydi. Gerek hastalığına karşı duruşu ve direngenliği ve gerekse hastalığı sırasında bile politik mücadelede gösterdiği performans insana ümit veriyordu, ama insan onun o malum durumunu düşündüğünde de daha derin kaygılanıyordu. Evet, onun için kaygılanıyordum tabii olarak. 

            Abit’i tanıyanlar, onun birikim ve yeteneklerini bilir.  Ancak ben, onun bu yönünden daha çok uz görüşlülüğü ve duruşu üzerinde biraz durmak istiyorum.

Gerek Kürdistan’da yaşayan ve gerekse de Diasporadaki Kürt aydınlarını izlemeye çalışıyorum. Kürt aydını olarak bilinen-bildiğimiz her insanla aynı fikirleri paylaşmak ne çok gerekiyor ne de çok mümkündür. Farklı düşüncelere sahip olabiliriz elbette, ancak aydın olmaktan kaynaklı paylaşılacak bir etiğimiz olmalı ve her aydın buna göre bir duruş sergilemelidir.

Aydını zayıf (veya olmayan) bir toplumun (hele dış bir gücün egemenliği altında bulunan bir halksa o toplum) iradesinin doğru bir temelde oluşması güçtür. Dolayısıyla öyle bir toplumun kendi tercihlerini belirlemesi de güçtür. Dinamikleri edilgen olan ve toplumsal enerjisi zayıf kalan bir toplumun politik düzlemi de yeterince dinamik olamaz, içinde ciddi çarpıklıklar ve boşluklar bulunur. O düzlemdeki boşluklardan türeyip kendinden menkul yetkilerle halk adına konuşan ve dolayısıyla halk adına hareket ettiğini varsayan birçok gruba rastlamak mümkün. Kapitalist-emperyalist dünyanın her yerinde nedenselliğe dayalı toplumsal aksiyonların var oluşmasının koşulları olur.  Ancak sağlam temellerde oluşmayan örgütlerin iradeleri de problemli kalır, büyük ihtimalle… Hatta sözde aynı amaç ve hedefler doğrultusunda mücadele ettiklerini söyleyen kimi gruplar, birde kendi aralarında hiçte makul-normal olmayan bir rekabete girebilirler. Kürdistan’da da böylesi örnekler hiçte az değil. Dar grup çıkarlarından ötürü politik rekabete girmiş örgütler, birbirine karşı şiddet kullanabilir, cinayet bile işleyebilir. Bunun örnekleri de Kürdistan’ da yeterince vardır.(*)Problemli örgütlerin “politik öncülüğüne” kalan bir toplumun kendi kaderini belirleyecek konuma gelmesi çok güçtür. (**)

            Konuyu somut bir zeminde irdelemekte fayda var. 1990’lı yılların başından itibaren Kürdistan’ın dört parçasında (aynı oranda olmasa da) pozitif gelişmeler yaşandı. 2000 yıllarında bu gelişmeler göze gelmeye başladı. Bu arada Kürt örgütleri arasında süren rekabet ve yer yer yapılan kavgalara rağmen eylem ve güç birlikleri konuşuluyor ve bazı konularda da ortak hareket ediliyordu. Örneğin KDP ile YNK Kürt Federal Devletini birlikte kurmaları. Kimi örgütlerin bazı konularda ortak hareket etmeleri ve benzeri. Yanı sıra Avukat Şerafettin Kaya gibi Kürt aydınların da çaba ve çalışmalarıyla Kürt ulusal birlik meselesinin (bunu bir proje olarak kabul etmek gerek) Kürt kamuoyunda tartışılıyor olması. (***)

Bütün bu gelişmeleri korkuyla izleyen sömürgeci devletlerin kaygıları büyümekteydi. Bundan dolayı kendi aralarında ortak tedbirler aldılar ve her biri kendi cephesinde Kürt ulusal demokratik mücadelesine karşı daha planlı, düzenli ve kapsamlı operasyonlara girişti.

Ve fakat her şeye rağmen Kürdistan’daki gelişmeler de ivmesinden pek bir şey yitirmeyecekti. Elbette bu, çok ama çok önemliydi.  Hele ki DAİŞ’in Saldırıları sırasında gösterdikleri direniş, boyutlanan saldırılara (ağırlaşan savaşa) karşı gösterdikleri dirayet, kendi aralarında kurdukları ilişki (diyalog ve dayanışma) neticesinde DAİŞ’in saldırılarını püskürtmeleri, haliyle DAİŞ’in yenilmesinde oynadıkları rol-katkıları neredeyse tüm dünyada takdir edildi. Dolayısıyla Kürtler adına dünyada bir sempati yaratılmış oldu. Bu sayede Kürt sorunu uluslararası politikanın gündemine de girdi. Böylece Kürt Özgürlük ve bağımsızlık hareketi açısından tarihsel bir fırsat oluştu!

            Ne var ki Kürt örgütleri (bütün örgütleri kast ediyorum), bu tarihsel fırsatı iyi değerlendirdiği söylenemez. Her nedense (aslında o nedenler çok da bilinmez değil) Kürt örgütleri arasında öteden beri süregelen rekabet (grup egosu) nedeniyle malul hale gelip müzminleşen zihniyet yeniden alevlenmeye başladı. Bu yüzden Kürt örgütlerin Kobani üzerinden yaptığı güç ve eylem birliği olayı yerini Kerkük Faciası gibi bir olaya bıraktı. Brakujı gibi bir melanet, yeniden önce söylemde, ardından Kürtlerin gündemine fiilen sokuldu. Şimdi Kürt örgütleri yine birbirinden insan öldürmekte… Böylece Kürtlerin bağrında yine yangın başlamıştır. İşte süreç bu kadar yozlaştı! Kötüleşti. (****)

            Oysa sömürgeci devletler, kendi aralarındaki husumet ve hesapları bir kenara itip hepsinin, yani her birinin kendi açısından kesinkes hayatı saydığı ortak sömürgelerinin üstündeki ortak egemenliklerini sürdürmek ve korumak için iş ve eylem birlikleri yaptılar. (Güney Kürdistan’ın referandum olayından sonraki negatif gelişmeleri (Federe Kürt devletine yönelik abluka ve saldırıları) hatırlayalım.

Tam da bu noktada söz konusu devletlerin kendilerince algıladıkları tehlike çanlarına karşı önlem almak için işe nereden başladıkları sorusu akla geliyor. Açık seçik olan bir şey var: Sömürgeci devletler, gerek Kürt örgütleri içindeki istihbarı ağlarıyla-faaliyetleriyle gerek söz konusu örgütlerle olan diplomatik (!) ilişkilerle (açıkçası ayak oyunlarıyla) ve gerekse öteden beri Kürt örgütlerin üstünde kurdukları baskı ve sistematik saldırılarla bazı amaç ve hedeflerine vardılar.

Kürdistan’daki (özellikle de Güney ve Batı Kürdistan’daki) negatif-vahim gelişmeleri göz önünde bulundurduğumuzda Kürt örgütlerin aralarındaki sorunların ve çatışmaların nedenleri ve de nelere yol açtığı, daha nelere yol açabileceği açıkça anlaşılır. Evet, Kürt örgütlerin içine düştükleri vahamet, Kürt ulusal demokratik mücadelesinin baltalanmasına yol açıyor.

            İşte, sözünü ettiğim Karanlık Süreç başladığında Abit Gürses, ısrarla “Kardeş kavgası mı, Kobani Ruhu mu?” diye yazıyordu. (*****)  

Çok haklıydı elbette. Çünkü Peşmerge’nin Kobani Direnişine destek vermek üzre Duhuk’tan yola çıkmasıyla Kürdistan’ın dört parçasında bayram havası oluşmuştu, bunu hiç unutmayalım. Evet, Abit, bu dayanışma ve diyaloğun Kürt örgütleri arasında sürmesini istiyordu ve ölünceye kadar da aynı mantık ve anlayışla Kürt örgütlerini eleştirmeye ve uyarmaya devam etti. O istedi ki Kürt örgütleri, dar grup çıkarlarını aşsın, ulusal kurtuluş mücadelesinin (bu mücadelenin sınıfsal bir yönü olduğu da unutulmamalı) hedef ve ihtiyaçlarına göre hareket etsinler. Sağduyulu olmalarını, dünyayı doğru okumalarını ve Kürt sorunu açısından ortak aklın zemininde hareket etmelerini telkin ediyordu. Ona göre buna göre değil, Kürtlerin ortak-ivedi çıkarlarına, dolayısıyla ortak amaçlarına, kısacası Kürtlerin bağımsızlık ve özgürlük istem ve özlemine göre hareket etmeleri gerektiğini vurguluyordu. Ne var ki Kürt örgütlerin ve aydınların son yıllarda iyi bir sınav verdiklerini söyleyemeyiz, çünkü örgütler, kendi grup çıkarlarını ön planda tutmaktadırlar. Keza kimi Kürt aydını da yakın durduğu örgütün her yaptığını doğru ve haklı gösterme derdiyle hareket ettiğini izlemekteyiz…  Evet, hala da söylemleriyle Brakuji kılıcını bilemekteler. Neden? Çünkü örgütler arası husumet ve hesaplara dayalı çatışmalar, müzmin bir hastalığa dönmüştür. Bazı aydınlarımızın da aynı hastalığın mikrobundan şifayı kapmış olduğunu söyleyebiliriz. Böyle konuşmaktan acı duymadığım sanılmasın, ama söylediğim şey bizim acı gerçeğimiz, maalesef.     

            İşte bu yüzden şimdi Kürtler açısından düne göre (takriben 1990 ve 2018 yılları arası döneme kıyasla) ters gelişmeler başladı (Kuzey-Kürdistan’da Hendek Savaşı-Gafleti ile Güney-Kürdistan’daki Kerkük Faciası unutulmasın), tedricen derinleşti ve döngüsel bir süreçle boyutlandı. Kürt aydınlarının da bu durumdan sorumlu oldukları saklanamaz. Şunun altını vurgulamalıyım. Kürt örgütleri, aralarında çatıştıkları sürece (aydınlar da onların hata ve yanlışlarına meşrep tuttuğu sürece) bir şey elde etmeleri şurada dursun mevcut kazanımlarını korumaları bile güçtür. Kürt örgüt ve aydınlarının içine düştükleri aymazlık aşılamazsa eğer, bu durum;  kendileri dâhil bütün Kürtleri vuran acımasız bir silaha döner. Bu da Kürtlerin kendi kendilerine uygulamış olacakları bir tür jenosit sayılabilir. Bunu tahayyül etmek çok korkunçtur! 

            Bir Kürt örgütü, kendine rakip gördüğü diğer bir Kürt örgütüne karşı girdiği çatışmada bir şey elde edemeyeceğini, tam tersine rakip gördüğüne vurduğu darbeyle bizzat kendisinin de sarsılacağını yaşanan onca deneyimden sonra anlamış olmalı. Anlamaması imkânsız zaten. Evet, birbiriyle çatışan Kürt örgütlerin hemen hepsi bu geçeği kesin biliyordur.  Buna rağmen bu çatışmalar hala devam ediyorsa, buna ne demeli? Tuhaf bir şey deyip geçilmez. Bu bir hastalık demek de artık bir şey ifade etmiyor. Ama ne olursa olsun Kürt örgüt ve aydınları bu duruma bir çare bulmalıdır. Mesut Barzani, “Brakuji Qedeğe” (yasak) demişti. Kendi koyduğu yasağın çiğnenmesinden hoşnut kalacağını hiç zannetmiyorum.  Peki, neden ama, neden?!..

            İşte, Abit Gürses bu kötü gidişe karşı da mücadele veriyordu. Bitimsiz bir enerjiyle Kürt örgüt ve aydınlarının ortak aklın fonksiyonel olacağı bir zeminde buluşmaları için çalışıyordu, gözü arkada kaldı, ne yazık…       

Çünkü Kürt aydınların bir kısmı KDP ile bir kısmı PKK ile uğraşmakta. Aynı şekilde YNK ve GORAN ile uğraşan aydınlar da var. Daha başka örgütleri de sayabiliriz, çünkü ben çok iyi bilmiyorum ama Doğu-Rojhılat ve Batı-Rojawa Kürdistan da aynı şeylerin döndüğünü varsayıyorum.

Bu noktada benim paradoksa girdiğimi düşünen olabilir, çünkü aydınların örgütlerle uğraştığını söylüyorum ya… Belki bu vurgudan ötürü benim aydınların örgütleri eleştirmesinden yana olmadığımı sanılabilir, hayır, tam tersine… 

İzah edeyim: Örgütlerle uğraşmak ile örgütleri eleştirmek aynı şey değil. Entelektüel, kendini bir örgüte yakın da hissedebilir, uzak da. Kendini yakın hissettiği örgüte iradesini teslim etmez, lakin eden olursa, işte, o zaman o kişi, entelektüel kimliğini gölgelemiş olur, en hafif deyimle. Entelektüelin etiği, bilim etiğinin aynısıdır. Gerçeğe ve doğruya göre duruş alır, şuna buna göre değil. Bu bağlamda entelektüel, bilimsel kuşku ve bilim etiğine göre davranır. Bir başka deyimle aydın, entelektüel ahlaka ve vicdana dayanarak duruşunu belirler. 

Tekrar sorayım,  Kürt aydınları ne yapıyor?Tekrar söyleyeyim, Kürt aydınları, çoğunlukla örgütlere yakınlığına göre konumlanmış, her biri sırtını dayadığı örgütün kılıcını diğer örgütlere karşı biliyor. Örgütlerle uğraşmak bu demektir işte. Bununla da yetinmiyor, ardından sırtını dayadığı örgütün rakipleri safında görünen aydınlara da aynı kılıcı biliyor. Böylece aydınlar birbiriyle de daha fena halde uğraşır hale geliyor. 

Kürt örgütleri ve aydınları şunu iyi bilmeli: Şu anda rekabet içinde bulunan büyük hiçbir Kürt örgütü rekabet içinde olduğu diğer bir örgütü yok edemez, devre dışı bırakamaz. Ancak kendi aralarındaki rekabet ve çatışmalardan dolayı da hep mevzi kaybedeceklerdir. Güç yitimine uğrayacaklardır. Ve tarih her zaman onlara fırsat doğurmaz, dolayısıyla soluksuz kalmalarına ve yok olmalarına yol açabilir.

Bir şey daha var, onu da söylemeden geçemeyeceğim. Kürt örgütlerine tuzaklar kuran, onları handikaplara çeken ve zaaflarını kullanmaya çalışan devletler de iyi bilmeli ki bu örgütler Kürt sorunu diye bir sorun yaratmadılar, aksine Kürt sorunu bu örgütlerin oluşmasının nedenlerini içermektedir. Bugünkü bütün Kürt örgütlerini yok etseniz bile (ki öyle bir şey hiç mümkün değil) Kürt sorununu ortadan kaldıramazsınız. Öyle yapmakla da kendi kötü sicilinizi daha da kabartırsınız. Bunun sonu da sizin açınızdan selamet olamaz, asla…         

Sevgili Abit, seni son yolculuğunda uğurlamaya gelemediğim için beni bağışla!

Birde Kürt örgüt ve aydınların içinde bulundukları vahametten dolayı gözlerin arkada kaldığını düşünüyorum. Ama aynı zamanda sen, Kürtlerin bir gün mutlaka bağımsız ve özgür olacağına inandığın için rahat uyuyacağına da eminim.

IŞIKLAR İÇİNDE UYU SEVGİLİ ABİT GÜRSES!

Abdürrahim Gümüştekin

  1. Haziran 2022/Muş

 

(*) Kürtlerin bütünsel tarihi; ne yer küresel gelişmelerden ne var oluştuğu coğrafyanın-toprakların taşıdığı zenginliklerden ne insan kaynaklarının biçimlendiği kültür ve düşünce biçiminden yalıtık ele alınabilir. Keza Kürt etnik düşüncesinin oluşması, Kürt mütegalibe ve aydınların ulus bilinci ve tavrı, buna koşut olarak Kürt etnik yapıların-örgütlerin ortaya çıkması da yukardaki temel olgularla bağlantılıdır. İşte, tamda şimdi Kürt örgüt ve aydınların bu devasa laboratuvarda ne gibi çalışmalar yaptıklarına ve ne dersler-sonuçlar çıkardıklarına bakılmalıdır. Bütün Kürdistan’da yaşanan ilgili süreçte Kürtlerin kendi önünü görmesi, engelleri açması sözünü ettiğim laboratuvarın içerdiği donelerin analizinden geçer. (Kimi Kürt aydın ve örgütü elinde böyle bir analiz olduğunu ileri sürebilir,  ama şu durumda her şeyin yolunda olduğunu da söyleyebilirler mi? Söylerlerse bu komik kaçar. O zaman sorulan soruya doğru cevap vermeleri gerekir.)  

(**)Bir örgütün kitleselleşmesi, büyümesi ve güçlenmesi onun bir şey becerdiğini gösteriyor elbet, ama örgütün karakteri ve niteliğini belirleyen yetenekleri değil, dayandığı kitlenin sınıfsal ve sosyal konumu ve o örgütün zihniyeti, politik kültürü ve dünya görüşüdür.  

(***)Kürt örgütleri arası birlik ile Kürt ulusal birliği aynı şey değil, birbiriyle bağlantılı, ama ayrı şeylerdir, çünkü örgütler arası birliğin ulusal birliğe dönüşmesi daha üst bir boyuttur, aşamadır. Başlı başına bir süreçtir. 

(****)Kürdistan’ın dört parçasında var olan Kürt örgütlerin aralarındaki çatışmaları (Brakujı) analiz edersek ileri sürdüğüm düşüncenin ne denli haklı olduğu kendiliğinden anlaşılır. 

 (*****)“Kardeş Kavgası mı, Kobani Ruhu mu? Nerina Azad, Abit Gürses.