7. DİYARBAKIR KİTAP FUARI VE GÖZLEMLERİM-6 SON

Kamil Sümbül

7. Diyarbakır Kitap Fuarı 29 Eylül sabahı açılışını yapacaktı. 28 Eylül sabahı ben ve Yusuf Ziya Güney Kürdistan’dan gelmiştik. Kalacağımız misafirhaneye yerleştik, fuarda APEC yayınevi adına kiralanan standa akşama doğru sergileyeceğimiz kitapları yerleştirdik. Açılış günü sabahı saat 10 olmadan fuar yerine gidip standımızı yeniden kontrol ettim. Saat 10’da kapılar açılınca içeriye insanlar alınıp stantları dolaşırken, açılış töreni girişteki salonda Diyarbakır Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Vali ve devletin resmi görevlileriyle bazı sivil örgüt temsilcileri katılmış ben ise izlemeye gitmedim. Geçen yıl açılış törenini izlemiş ve Mıgirdiç Margosyan’ın konuşmasını dinlemiştim. Bu yılki açılış törenine katılmamamın nedeni; Diyarbakır halkının iradesi ile seçilen Belediye Başkanı’nın görevden alınıp Kayyum atanması ile Diyarbakır halkının iradesini hiçe sayıp gasp edilince, gidip kayyum olarak atanan valiyi dinlemek istemedim.

Fuar’a katılan yayınevleri listesine (Kürt ve Türk) baktığımda, hemen hemen geçen yıl katılan yayınevlerinin biri hariç hepsinin isimlerini gördüm. Katılmayan tek Kürt yayınevi ise ARAM yayınevi olmuştu. Geçen yıl katılanlar bu yıl da hemen hemen hepsi aynı yerde stand açmışlardı. İlk günü Ben ve Yusuf Ziya standa oturup gelenleri karşıladık. Öğlen sonrası Mamoste Tigris ve hanımı gelip bize kahve yapmak için malzeme ve su getirmişlerdi. Onların gelmesini fırsat bularak fuardaki diğer stantları hızla dolaşıp kimler var diye baktım. Yerleşme işi bitince yayın evleri sorumluları ziyarete başlamışlardı. Standımıza gelenlerle sohbet edip birbirlerimize başarılar diledik. APEC standına gelenlerle konuşurken APEC’in sorumlusu Ali Çiftçi niye gelmedi sorusunu sıkça bana soruyorlardı.

APEC standını ziyarete gelenler; İsmail Beşikçi Vakfı yayınevi, Deng, Avesta, Rupel, Nubıhar, J&J, Pırtuka Kurdi, Kent Işıkları, Ram, Lis ve şu an isimlerini hatırlayamadığım bazı yayınevleri sorumluları ziyaretimize gelip yeni çıkan kitaplarımızı sordular. Akşama doğru ben de diğer tanıdık yayınevleri standına uğrayıp başarılar diledim. Benim için sürpriz olan eski Sovyet Kürtlerinden Celilê Celil’nin standımıza gelip APEC sorumlusu Ali Çiftçi’yi sordu, gelemediğini söyleyip onunla tanışmam oldu. Standa buyur edip içecek bir şeyler ısmarlayıp sohbet ettik. Celilê Celil’e APEC’in Êzidi Kürtlerle ilgili çıkardığı kitapları hediye verdim. Beşikçi vakfı yayınlarında imza günü olan Müslüm Üzülmez, Seit Varoj, Recep Dildar, Nedim Baran, Ruşen Arslan, 5 Nolu zindanında yatarken avukatım olan Mustafa Özer, J&J yayınları sorumlusu, Bayram Bozyel ve değerli hocamız İsmail Beşikçi APEC standına gelip oturup yeni çıkan kitaplarımıza baktılar. İsmail Beşikçi Hoca da Ali Çiftçi ve Stockholm’deki yayın evimizin çalışmalarını sordu.

Hafta arası günlerde Diyarbakır ilk ve ortaokulu öğrencileri hocalarının yönetiminde Fuar’ı görmeye gelmişlerdi. Gelen öğrenciler arasında Kürtçe bilen azdı. Bizim standımızda hep Kürtçe çocuk kitaplarının olmasına ilgi ile bakmakta ve onlarla Kürtçe bilmemiz gerektiğini tartışmaktaydım. Kürtçe bilen bazı çocuklara ise çocuk kitabı hediye ettim. Fuar’da yıllarca görmediğim arkadaşlar ve hemşehrimlerle karşılaşmak beni mutlu ediyordu. Bunlardan biri 5 Nolu’da birlikte yattığım bir arkadaştı. Belge yayınlarının önünden geçerken imza günü olan bir isim dikkatimi çekmişti Abdullah Kanat. Standın içinde iki kişi vardı ve onlara; Abdullah Kanat burada mı? Sorusuna birisi, benim söyleyince şaşırmıştım. 1980’de Mamak askeri cezaevinden Diyarbakır 1 Nolu’ya getirildiğimizde Abdullah Kanat da oradaydı ve PKK Batman grubundan tutuklanmıştı. Abdullah Kanat, boylu poslu, bir film artisti gibi yakışıklı biriydi. Bizlerle de iyi dostluğu vardı. Voleybol maçlarında arkadaşımız Mehmet Tevfik Demir’le birlikte voleybol oynadıklarında havalandırma dolup taşar, ikisi de güzel oynardı. Belge yayınları standında gördüğüm Abdullah ise o yakışıklılığından eser kalmamış, çok zayıf, omuzları çökmüş, yüzünün avurtları çöküp kemikleri sayılan biri olacağı hiç aklıma gelmemişti. Abdullah da beni hatırlayınca Belge Yayınları standa oturup geçen yıllarımızı konuştuk. Toplam 28,5 yıl cezaevi yattığını söylediğinde şaşırıp hüzünlendim. Benim yattığım 5,5 yıl, onun yattığı yıllar karşısında sayılamazdı bile. 5 Nolu Cezaevini anlatan kitabını bana imzalayıp verdi.

Yusuf Ziya Topal fuarın dördüncü günü Ankara’ya dönünce standımızı fazla terk edemeyip diğer standlara ve konferanslara artık gidemedim. Her gün konferanslar olmaktaydı, geçen yıl bazılarını izlemiştim fakat bu yıl Mamoste Amed Tigris’in APEC yayınlarından çıkan kitabı, Êzidi Kürtlerin uğradığı katliamlar konusu olan konferansa sadece katılabildim. Fuarın danışma bölümünde açıklama yapanlar bu kez Kürtçeye hakim olanlar günün programlarını açıklamaktaydılar. Geçen yıl ise genelde Türkçe açıklamakta, Kürtçeyi bilmeyen biri kağıttan okuyunca anlaşılmıyordu. Fuar’ın üçüncü günü izleyicileri belediye otobüsleri saat başı ücretsiz getirip götürmekteyken, kayyum’un otobüs seferlerini durduğunu duyduk. Birkaç saat sonra ise yeniden otobüsler gelip gitmeye başladı. Fuar yeri Diyarbakır merkezden 10-15 km uzakta Ergani yolu üzerindeydi. Ayrıca bir grup polisler de gözdağı vermek için fuar alanında resmi elbiseleriyle dolaşmaları dikkat çekmişti. Akşamları 17.30’da fuar kapanınca Diyarbakır merkeze gidip eski dostlarla görüşüyor, tarihi Sülüklü Han’a gidip saat 23.00’e kadar oturup meşhur MENECİK kahvesini içiyor, Diyarbakır havasını içime çekiyordum.

Diyarbakır’a gelmeden önce geçen yıl bastırıp ilk kez fuarda piyasaya çıkan kitabım olan Ana Esas Duruşa Geç kitabımın 1 ve 2. Bölümlerini fuar için yeniden basmış, 3. Bölümünü ayırmıştım. 3. Bölüm yattığım 5 yıl 3 ay içerisinde başımdan geçenleri, arkadaşlarımı, cezaevi havasını ve direniş dönemi ile yenilgi dönemlerini yazmıştım. Kitabın hacmi fazla büyük olmasın diye bir ‘’hikayeyi’’ kitaba koymamıştım. Kitaba koymadığım bölüm; Mamak’tan Diyarbakır’a getirildiğimizden 12 Eylül askeri darbesine kadar olan bölümü ÇAYI SÖMÜRGELEŞTİRMEK başlığı ile yazmıştım. Kitabım çıktıktan sonra karşılaştığım birkaç eleştiriyi görünce şimdi artık tarih olan grubum Ala Rızgari’nin hukuki ve ahlaki sorumluluğunu taşıyan (gerçi hepimiz taşıyoruz) arkadaşlara; ‘’cezaevinde yatan, her şeye tanık olan arkadaşların çoğu Diyarbakır’dadır. Dışarıdan gelecek arkadaşlarla birlikte Eylül ayında bir toplantı yapalım ve onları da dinleyin’’ diye bir mektup göndermiştim. Bir arkadaş hiç cevap vermedi. Stockholm’deki arkadaş ise; grup dağılıp bittiğini, artık hukuki ve ahlaki bir sorumluluk kalmadığını söylemişti. Diyarbakır’da oturan diğer bir arkadaş olan İbrahim Güçlü’ye de göndermiş ve bir cevap alamamıştım. Diyarbakır’a gittiğimde ona hatırlatmış fakat araya Arvin Andiç’in düğünü girince konuşamamıştık. Dersimden dönüşümde ona tekrar hatırlattığımda, o ise; ona gönderdiğim mektubu görmediğini, hemen telefonundan mesengger sayfasına girince yeni gördüğünü söylemiş, tabii ki hukuki ve ahlaki sorumluluğumuz var her şeyi açıkça tartışmalıyız, diye cevap vermesini  ben beklemiyordum. 5 Nolu’da grubumuz durumu İbrahim Ağabeyin fazla ilgisini çekmediğini sanıyordum. İbrahim ağabeye; birlikte yattığımız bazı arkadaşlar tekrar dönecekler işte buradalar konuş size anlatsınlar, dedim. O arkadaşları dinledi ayrıca ona diğer arkadaşların isim isim vererek; bu arkadaşlar Diyarbakır’da kalmaktalar bunları dinlersen memnun olurum, dedim o da dinleyeceğini söyledi. Arkadaşlarla görüşmelerimde bana; kitabımı okuduklarını ve eksik bile yazmışsın, dediler.

Geçen yıla kadar yıllarca savunduğum ve kendi çapımda mücadelesini eksik fazla verdiğim grubumun cezaevindeki tavrını yazarken benim de omuzlarımdaki o eskiden kalan hukuki ve ahlaki sorumluluğumdan dolayı her şeyi yazmamıştım fakat karşılaştığım bazı durumlar sonucu omuzlarımdaki o sorumluluk yükü kalkmış oldu ve 3. Bölüme eklemediğim kısmını da ekleyerek, yazmadığım bazı önemli olayları da kitaba ekleyip yakın bir zamanda çıkarmayı düşünmekteyim.

7. Kitap Fuarını 6. İle karşılaştırdığımda daha fazla kalabalık gruplar ve ziyaretçiler gelmiş, Diyarbakır ve çevresinden gelenlerin ilginin geçen yıla nazaran daha fazla olduğunu gördüm. Yaşanan ekonomik sorunların ağırlığı sonucunda ise geçen yıla nazaran daha az kitap satışları yapıldığını, diğer yayınevleri ile de konuştuğumda fark ettim. Konferanslardaki konulara baktığımda, geçen yılki konferansların bana daha kaliteli geldiği imajını verdi. Yine de Diyarbakır’da bu tür aktiviteler günlük yaşamı daha da canlandırmakta, insanları kitap okumaya yöneltmesi açısından faydalı bulmaktayım

6 Ekim Pazar günü son gündü ve akşam standaki kitapları toplayıp APEC Diyarbakır şubesine getirdim. Oradaki görevli arkadaşla fuar sonucunu değerlendirip akşam 22.00’de İstanbul uçağına, sabah da Stockholm uçağına binip Stockholme geldim.