1959 yılındaki 49’lar davası öncesinde, Kürdçe Kımıl şiiri olayı

Celâl Temel

   Celâl Temel

 

        Yakın Kürd tarihinde önemli bir yeri olan 1959 yılındaki 49’lar Davası’na giden süreçte, Irak’taki 14 Temmuz 1958 Darbesi’nin etkisini önceki yazımızda anlatmıştık. Bunun gibi diğer bir önemli etken de o dönemde Musa Anter tarafından Kürdçe Kımıl şiirinin yayımlanmasıdır.

       Diyarbakır’da, Abdurrahman Efem Dolak’ın sahipliğinde yayın yapan İleri Yurd gazetesi kadrosuna, 1959 Mayıs ayında, Musa Anter, Canip Yıldırım gibi tanınan Kürd şahsiyetleri katılmıştı. C. Yıldırım, gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yaparken M. Anter’in “Ama Ne İleri Yurd” adlı bir köşesi vardı.

        Musa Anter, 4 Mayıs 1959 günü köşesinde, “Niçin çıkıyoruz” başlıklı bir yazı yazdıktan sonra fincancı katırlarını ürküttü ve gazete artık devletin dikkatini çekmeye başladı. Anter, kıyısından, kenarından Kürdleri konu alan siyasi hiciv yazıları yazıp bazen de Kürdçe ifadeler de kullanınca, gazete ve M. Anter hakkında peş peşe davalar açılmaya başlandı. M. Anter’in, 16 Haziran tarihli gazetedeki köşesi, “Jı bo Xwedê sedeqakê (Allah için bir sadaka)” şeklinde Kürdçe bir başlıkla çıkınca, soruşturma açıldı. Birkaç gün sonra da “Yarasalar” başlığıyla yazdığı yazıda, devleti yok etme amacı güttüğü iddiasıyla 1 Temmuz 1959 günü tutuklandı.

      Asıl fırtına, cezaevinden çıktıktan sonra, 31 Ağustos 1959 tarihli gazetedeki köşesinde yayımladığı Kürdçe Kımıl şiiriyle meydana geldi. M. Anter’in, “Kımıl” başlıklı yazısı ve yazıda kullandığı Kürdçe şiir şöyleydi:

      “Asırlar boyunca iktidarların sui zannı altında yaşayan Şark halkı, maruz kaldıkları her zulüm ve afeti ancak müzikle ifade etmek imkânını bulabilmiştir. Bu bapta halen halkımız arasında binlerce arya, operet, piyes, senaryo ve sair modern edebi çeşnilere mevzu olabilecek eserler vardır. Bu makalede okuyacağımız parça, bu tip eserlerden alınmıştır. Mevzu şudur:

       Siverek köylerine atar, yani çerçi gelir. Genç bir kız o seneki mahsulünden bir kap buğday ile alış veriş için çerçiye götürür. Fakat çerçi amca, buğdayın KIMIL tarafından sönüldüğünü görünce buğdayı reddederek kızla alış veriş yapmaz. Bunun üzerine gözü dolan kız üzüntüsünü şu şekilde ifade eder:

      Bi çiya ketim lo apo, çiya melûlbûn rebeno

      Ceh seridîn lo apo, genim hûrbûn evdalo

      Qimil hati lo apo, bi refaye rebeno

      Xwar genimi lo apo, hiştî gîya rebeno.
      Hat qimil lo apo, ji zozana lo apo

      Xwar genimê me xezana lo apo

      Ro hatibû lo apo, wexta dana lo apo

      Pez herikî lo apo, ser şivana rebeno

      Çar kulekên me man apo, li ser gûhana rebeno.

      Siverekli kızın senelerden beri Şark’ı perişan hâle sokan KIMIL afetine karşı bu necip ve içli ifadesine bir şey katmak istemiyoruz.

       Tahmin ediyoruz ki, bu afetten ıstırap duyanlar, yukarıdaki ifadeyi karine ile dahi olsa anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir. Mamafih kızımız demek istiyor ki: ’Amca KIMIL geldi bizi bu sefil ve perişan hâle soktu, bari sen insaf et, yapma.’

     Üzülme bacı, seni süne ve sünmenin ıstırabından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık…   M. ANTER” [1]

       Bu yazı ve şiirin yayınlanmasından birkaç gün sonra İstanbul basını kükremeye başladı. Nasıl olur, Kürdçe şiir yayımlanır? İlk haber 4 Eylül tarihli Yeni Sabah Gazetesi’nden:

       “Diyarbakır’da yayınlanan ‘İLERİ YURD’ adlı gazete, 31 Ağustos tarihli nüshasında Kürtçe bir yazı yayınlamıştır. Avukat Canip Yıldırım adlı şahsa ait gazetede MUSA ANTER imzasıyla yayınlanan yazı ‘KIMIL’ adını taşımakta ve kımıl haşeresinden ‘Şark halkının ıstırabını, üzüntüsünü,’ Kürtçe bir şiirle ifade etmektedir.

       “Yazıda ayrıca, ‘Şark halkının maruz kaldığı her zulüm ve afeti ancak müzikle ifade etmek imkânını bulduğunu’ da iddia edilmektedir ve Kımıl mücadelesi konusunda ıstırabını ifade eden ‘Bacı’ ya da şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: ‘Üzülme bacı, seni süne ve sünmenin ıstırabından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık’.

        “Yazıda Şark’ın ‘Asırlar boyunca iktidarların su-i zannı altında yaşadığı’ da ileri sürülmektedir. Yazarın, yazının sonunda, ‘Bacıyı kımıldan kurtaracak kardeşlerden’ bahsederken neyi kastettiği anlaşılamamıştır.”

       Yeni Sabah’ın bu haberinden sonra diğer gazeteler de harekete geçti. 6 Eylül tarihli Cumhuriyet Gazetesi “Biz Yazıp Biz mi Okuyacağız” başlıklı yazıda şunları yazıyordu:

        “Doğu illerimizin birinin merkezinde çıkan bir gazete anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediyor. Aynı nüshada bir başka yazısında da müphem birçok manalara gelebilecek cümleler var. Bu nüshayı ele geçiren bir İstanbul gazetesi bahis mevzuu Doğu iline telefon ediyor ve karşısına çıkan en büyük idare adamlarından birine meseleyi soruyor. Aldığı cevaba göre bu zat, gazeteyi görmemiştir…

         İnsaf edelim. Bu doğu ili İstanbul değil ki günde 20–30 gazete çıksın da insan meşgul bir gününde hepsine birden bakmasın. Sonra haydi kendisi bakmadı, o il merkezinin zabıtası yok mu, Adliyesi yok mu?.. Gazeteyi yalnız iktidar partisi aleyhine yazdığı zamanlarda ehemmiyetle tetkike tâbi tutulan bir matbaa saydıklarını sanmıyoruz.”

       Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yukarıdaki yazının yazılmasından bir gün sonra, 7 Eylül günü Diyarbakır Savcılığı soruşturma açtı. Devletin kurucu gazetesi Cumhuriyet, yukarıdaki fermanı yazarken devletin partisinin yayın organı ULUS Gazetesi geri mi duracaktı? 19 Eylül tarihli ULUS Gazetesi’nde, Selami İzzet Sedes hesap soruyordu.

       “Diyarbakır’da İleri Yurd isimli gazete Kürtçe yayın yapmış. Bununla da yetinmemiş 30 Ağustos zaferine dil uzatmış. Valiye bu ne iştir diye sormuşlar; bilmiyorum meşgul olacağım, demiş. Bir soru da benden: ‘Bu gazeteye kim kâğıt veriyor?”

        Ünlü gazeteci S. İ. Sedes, bu gazeteye kim kâğıt veriyor diye soruyordu; ünlü yazar Falih Rıfkı Atay, M. Anter’in en şiddetli şekilde cezalandırılmasını istiyordu. İstanbul gazeteleri bir kaşık suda fırtına koparırken savcılar da harekete geçmişti. Basında bunlar yazılıp çizilirken Cumhuriyet’in Üçüncü Adamı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Diyarbakır Valisi’ni telefonla arayıp, Musa Anter’in kafasının ezilmesini istiyordu

       Bu gelişmeler, Asım Eren olayında olduğu gibi üniversiteli Kürd gençlerini ve aydınlarını tekrar harekete geçirdi. 13 Eylül 1959 günü, Ankara Gazi Orman Çiftliği’nde, yaklaşık otuz Kürd aydını ve üniversite öğrencisinin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Toplantıdan sonra, M. Anter’e dava açılmasını protesto eden bir açıklama yapıldı. Altında “Türkiye Kürdleri” imzası bulunan açıklama, telgrafla, Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM, Diyarbakır Baro Başkanlığı, ABD, İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere gibi bazı ülkelerin büyükelçiliklerine gönderildi. Ayrıca 14 Ekim 1959 günü, Nisan ayında TBMM’ne ırkçı bir önerge veren CHP Niğde Milletvekili Asım Eren’e ve 17 Ekim 1959 günü de Adnan Menderes’e hemşerilik beratı veren Diyarbakır Belediye Başkanı’na da birer kınama telgrafı çekildi.

       Bu açıklama ve telgraflardan sonra ortalık iyice gerildi. M. Anter’den sonra gazetenin yazı işleri müdürü Canip Yıldırım da tutuklandı. Tutuklanmanın duyulmasından sonra, Türkiye’nin her yerinden savunma yapmak üzere Diyarbakır’a avukatlar akın etti. Duruşmanın yapıldığı günlerde adliye binasının önü miting alanına dönüyordu.  Bir taraftan avukatlar, dayanışma için Diyarbakır’a akın ederken diğer taraftan, Diyarbakır savcıları da her gün Kürdlük konusunda mesai yapıyorlardı.

        Meydana gelen gelişmelerden sonra, Kımıl şiiri için dava açanlar pişman olmuşlardı. Kürdlük konusunun bu kadar gündeme gelmesi, devletin istemediği bir şeydi. Musa Anter’in esprileriyle geçen duruşmalardan sonra bilirkişi raporu doğrultusunda mahkeme, şaşılacak kadar kısa zamanda (28 Ocak 1960), Canip Yıldırım ve Musa Anter için beraat kararı verdi. Ancak bu kararın verildiği duruşmada Musa Anter, Kımıl şiirinin de sebep olduğu 49’lar Davası dolayısıyla, 17 Aralık 1959’dan bu yana 36 arkadaşıyla birlikte, İstanbul Harbiye Birinci Ordu Merkezi’ndeki hücrelerdeydi; Canip Yıldırım da bir süre sonra tutuklanacaktı…

/CT/

(Gelecek Yazı: 49’lar Davası, Yeniden Uyanış)


[1] KIMIL, Musa Anter, 2. Baskı, Koral Yayınları, 1991