10. YILINDA ARAP BAHARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Kamil Sümbül

Ortadoğu’yu ve Arap ülkelerinin çoğunu sarsan, kanlı çatışmalara sahne olan ve tüm dünyada ilgi ile izlenen Arap Baharı’nın üzerinden 10 yıl geçti. Tunus’ta hızla başlayan ve kısa sürede birçok Arap ülkesine yayılan halk ayaklanmaları, Suriye ve Libya hariç hızla başladığı gibi kısa bir süre sonra da aynı hızla sona erdi. Birçok insanın umutla, heyecanla izlediği, totaliter, askeri, tek partili, çoğu kral ve sultanla yönetilen bu ülkelerde; acaba ne gibi değişiklik olabilir diye düşünürken sonuçta daha da geriye giden bir süreçle karşılaşıldı.

Ortadoğu ülkelerinde demokratik toplumsal hareketler mümkün mü, böyle bir gelenek var mı? Sorusuna cevap vermek önemlidir. 10 yıl öncesine yani Arap Baharı hareketleri başlamadan Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin yapısına bakalım. Bir kısmı 1. Paylaşım Savaşı’ndan sonra cetvelle çizilmiş sınırlar, diğerleri ise 2. Paylaşım Savaşı sonucu yine batılı güçlerce kurulmuş irili ufaklı devletlerden oluşmuştu. Cezayir ve Libya’da ise Fransız sömürgeciliğine karşı bir kurtuluş savaşı verilerek bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Bu devletlerin bir bölümünde krallık ve sultanın egemen olduğu, bazılarında ise cumhuriyet adı altında Baasçı askeri diktatörlüklerin olduğu bir yapı vardır. Bu devletlerde serbest seçim ve parlamento göstermelik, şekilden ibarettir; muhalefet ya yoktu ya da var olan rejimin izin verdiği yere kadardı. Genelde tek parti, tek askeri şef ya da kral veya sultanın tek başına karar verdiği rejimlerdir. Petrolün üretildiği Arap ülkelerinde ise petrolden gelen zenginlik halka yansımamış, bir avuç yönetici ve çevresi arasında paylaşılmaktadır. Petrolden gelen gelirler ülke içinde herhangi bir yatırım ve üretim için yapılmayıp bir avuç hanedan ve diktatör çevresi lüks içinde yaşarlar, paralar Avrupa bankalarında tutulur, gelişmiş ülkeler için de başta silah satışları olmak üzere her türlü mallarını ihraç ettikleri, üreten değil tüketen devletlerdi.

Geniş kitleler üzerindeki baskı ve ekonomik zorluklar nedeniyle Tunus’ta 17 Aralık 2020’de Muhammed Buazizi adında bir seyyar satıcının çaresizliğinden dolayı kendini yakıp sesini ölümüyle duyurmak istemişti. Başta Tunus’ta olmak üzere diğer Arap ülkelerinde bu çaresizce eylem Arap rejimlerinde bir başkaldırı nedeni oldu. Böylece bu ölümlü protesto eylemi ile birden kendiliğinden başlayan, demokrasi ve özgürlük talepleriyle sokaklara dökülen gösteriler önce Tunus’ta sonra bir sürü Arap ülkelerine yayıldı. Suudi Arabistan ve körfez ülkelerine çok fazla yansımadı fakat Tunus, Yemen, Ürdün, Mısır, Libya, Sudan ve Suriye’de hızla yayıldı. Hızla yayılmasının bir nedeni de, kısa sürede kalabalık kitlelerin sokaklara çıkmasında gelişen internet tekniğinin bir sonucu olarak tvitter, facebook gibi sosyal medya araçlarının kullanımı sayesinde anında insanlarla irtibat kurulması da yol açtı. Tunus, Mısır, Libya’da iktidarlar kanlı olarak değişti. Suriye’de ise hâlâ iç savaş devam ediyor. Suriye ve Libya dışında kısa sürede alevlenen protesto gösterileri bir süre sonra aynı hızla duruldu.

Arap ülkelerinde köklü bir hak ve özgürlükler için mücadele eden bir gelenek bulunmamaktaydı. İslami değerlerle toplum yapılandığından; yukarıda Allah aşağıda kral veya sultan ya da devlet anlayışı vardı. Bazı ülkelerde az da olsa gücü olan sol partiler hemen ezildiğinden ya ülke dışına ya da rejime koltuk değneği olmakla karşı karşıya kalmışlardı.1950’lerin başından itibaren Arap Milliyetçiliğini temel alan Baasçılık akımı güç kazanmaya başladı. Irak ve Suriye’de darbeyle uzun yıllar iktidar olmalarına rağen ırkçı ve kanlı bir dikta rejimine dönüşmüştü. Askeri diktatörlüğün olduğu Arap devletlerinde yönetimi darbeyle ele geçirip cumhuriyet ilan eden askerler, kendilerini sözde de olsa laik/seküler olarak gördüklerinden, köklü bir İslami damara sahip bu ülkelerde halkın dinle uğraşıp öteki dünyayı kazanması rejime yönelmedikleri sürece hep teşvik edilmekteydi. Bu totaliter rejime karşı İslami damardan güç alan Müslüman Kardeşler örgütü hemen hemen tek örgütlü grup olmuştu. Sokaklara dökülen yığınlar, özgürlük, hak, adalet, iş isterken dayandığı bir toplumsal güç ve örgütlenme yoktu. İktidarı elinde tutanlar yine bir darbeyle değişince amaçlarına ulaşmış gibi

olmaktaydı ve gösteriler iktidar değişince kendiliğinden sönmeye yüz tutmuştu. Mısır’da yapılan seçimi Arap dünyasında ilk kez Müslüman Kardeşler örgütü kazanıp iktidar olmuştu.

Suriye çok uluslu, farklı inançlı ve çok kültürlü yapısından dolayı dışarıdan müdahalelere uğradı. Rejime karşı başta Müslüman Kardeşler örgütünün başlattığı ayaklanma hızla çoğunluk olan Sünni Araplar tarafından desteklendi. İran ve Rusya mevcut rejimi desteklerken Batı ve Türkiye ise direnen grupları desteklemiş, süreç ilerleyince radikal İslamcı güçler ayaklanma önderliğini ele geçirip rejimi aratmayan katliamlara girişince Batı desteğini çekmiş fakat Türkiye her türlü desteği vermeye devam etti. Suriye’nin kuzeyi Güneybatı Kürdistan parçasıydı ve Kürtler Suriye’de oluşan bu boşluktan yararlanarak kendi bölgelerini yönetmeye, radikal dinci grupları sokmayınca bu durum Türk devletini endişelendirmiş ve tüm politikasını Kürtlerin bir statüsü olmamasına harcamaya başlamıştı. Rusların yardımıyla rejim devrilmekten kurtulup kendini toparlamaya, yavaş yavaş İslamcı gruplara kaptırdığı yerleri geri almaya başlamıştı.

Tunus ve Mısır’da yönetime gelen İslamcı partiler bir süre sonra uygulamaları toplumda protestolarla karşılaşmıştı. Tunus’ta yapılan ilk seçimde yeniden seküler partiler yönetime gelerek kanlı bir iç çatışma önlenmişti. Mısır’da ise halkın tepkileri artınca Müslüman Kardeşler yönetimi bir askeri darbeyle yıkılınca kanlı iç çatışmalara sahne olmuştu. Libya’da ise Muammer Kaddafi kanla devrilip öldürülmüş, şimdiye kadar Libya’nın zenginliğini yiyen Kaddafi’nin aşireti yerine diğer aşiretler yönetime gelmiş fakat iç savaş önlenememiş, yabancı güçler başta da Türk devleti iç işlerine bulaşmıştı. Sudan’da da protesto gösterileri sonucu Darfur bölgesinde on binleri katleden eli kanlı diktatör El Beşir de devrilip zindana atılmıştı.

Araplar 22 devlet arasında bölününce tek bir Arap ulusu görmek mümkün değil. Genelde çoğu tarihleri boyunca bedevi olarak yaşamaktaydılar. İslam dininin Araplar için bir kimlik olduğunu ve İslam’ın dışında gelen yönetim biçimlerine hep uzak durduklarından, Allah ve Kuran’da ne yazmışsa ona uymak anlayışı egemen olduğundan hep kendini kul gören bir kültüre sahip olunca toplumsal olarak insanî, hak ve özgürlükleri savunan bir hareketten yoksun kaldılar. Krallar ve sultanları sanki Allah’ın vekilleri gibi kabul edilince yönetime katılma, hakları ve özgürlükleri için bir şey yapamaz durumdaydılar. Karınları da doyunca şükür etmek temel yaşam biçimleriydi. Zaten İslam da demokrasiyi, halkın iktidar üzerinde etkisini, demokratik hak ve özgürlükleri savunma gavur işi diye anlaşılınca toplumda köklü bir hak ve özgürlük hareketleri çıkamıyordu.

Askeri darbelerin olduğu Arap ülkelerinde de her şey yönetimdeki askerler ve çevresi içindi, ancak başka bir askeri darbeyle devrilebilirlerdi, seçimle gelip gitme onlara yabancıydı. Devlet imkânlarından mahrum bırakılan kesim asker veya başka aşiret kuvvet topladığında devleti ele geçirip zenginliğe el koymayı fırsat beklemekteydiler. Petrolün Arap ülkelerinin çoğunda bulunması da ayrı bir problemdi. Petrol gelirlerini kim iktidara sahipse onlar paylaşmakta, bazı ülkelerde ise halkı az bir maaşa bağlayıp çalışıp üretmemeye teşvik etmeleri de toplumsal hareketlerin çıkmasını engellemekteydi. Geriye İslamcı radikal gruplar kalmakta ve onlar Allah ve din adına geniş fakir kitlelere cenneti de vaad ederek örgütlemiş ve tek muhalefet onlar oldular.

Arap Baharının sonucunda güçlenen radikal İslam sayesinde Kürtler ve Kürdistan’a etkisi ise çok kötü olmuştu. Güçlenen radikal İslamcı hareketleri bir süre sonra tüm güçleri ile hem Batı Kürdistan’a hem de Güney Kürdistan’a saldırdı; Ezidi inancında olan Kürtler ise katliamlara uğrayarak en ağır bedeli ödediler. Sağa sola çapulzu sürüleri gibi saldıran İslamcı terör grubu ilk darbesini de Kobani’de Kürtlerin kahramanca direnişiyle aldılar.

Arap Baharı’nın bir diğer etkisi ise gelecekleri için iyi bir yaşam tarzı arayan geniş Arap kitleleri, radikal İslam’ın gelişmesinden korkarak Batı Avrupa’ya iltica için akın etmeye başladılar. Milyonları bulan Araplar imkânı olan kendisini Batı Avrupa ülkelerine atarak kendi ailelerini kurtarayım derken Batı Avrupa ülkeleri gelen bu mülteci akını karşısında şaşkına uğradığı gibi ırkçı ve yabancı düşmanı partilerin güçlenmesine de sebep oldu.

Arap Baharı’nın alt yapısı toplumsal taleplerle doldurulamayınca çabuk söndü. Tüm beklentiler ise uyuyan Arap toplumunun uyandığı beklentisi üzerineydi fakat radikal İslamcılar bundan faydalanıp büyüdüler ve bu ülkeler daha da geriye gittiler. Bu halk kitlelerinin direnişini örgütleyecek demokratik organizasyonlar ve buna önderlik edecek çağdaş önderlikler olmayınca, İslamcı radikal gruplar önderliği ele geçirip Ortadoğu’yu on yılları bulacak bir çıkmaza sokup kan gölüne çevirdiler. Arapların tarihinde bir ilk olan Arap Baharı sanırım ileriki yıllarda Arap toplumuna toplumsal hareketleri, hak ve özgürlüklerin nasıl kazanılacağı tohumunu ekmiş oldu. Ortadoğu’yu cehenneme çeviren bu İslamcı radikal grupları tarihin çöplüğüne atacak ilk adımın etkisi, Arap Baharı’nın bıraktığı bir miras olacağını sanıyorum.

Arap Baharı’nın en önemli etkisi; hiçbir totaliter rejimin halkın haklı istekleri karşısında sarsılamaz olmadığını gösterdi, isyan eden halka böylece direnme cesareti kazandırdı. Bugün Ortadoğu ülkelerine göz atarsak; Arap Baharı’nı başlatan nedenler günümüzde de daha zor şartlarda olmasına rağmen hâlâ geçerlidir.