Yazar Kerem Serhatlı: Şeyh Said Müstakil bir Kürdistan kurmak için yola çıktı

Yazar Kerem Serhatlı: Şeyh Said Müstakil bir Kürdistan kurmak için yola çıktı

BasNews’ten Ruken Hatun Turhallı yazar Kerem Serhatlı ile 1925 hareketini, Şeyh Said ve arkadaşlarını, hareketin başlaması ve gidişatını konuştu.

A+A-

 

Ruken Hatun Turhallı - BasNews

Şeyh Said ve 46 arkadaşının idamları üzerinden 95 yıl geçti. Kürtler sözlü anlatım yoluyla bu hareketin liderlerini ve yaşananları hikaye ve anı halinde kuşaktan kuşağa taşıdı. Bu anlatılar Kürt halkının kolektif kimlik hafızasını besledi ve etrafında yeniden bir halk ve ulus inşaası gelişti. Kürt ulus hafızasının oluşmasını istemeyen hâkim sistem ve siyaset çok çeşitli politikalar oluşturdu.  

Kürt Araştırmacı yazar Kerem Serhatlı ile Kürtlerin kolektif hafızasının oluşmasına katkı sunan 1925 hareketini, Şeyh Said ve arkadaşlarını, hareketin başlaması ve gidişatını, kıyamdaki gizli ihanetleri, destansı kahramanlıkları, katliamların acı gerçeğini, Şark İstiklal Mahkemeleri ve idamlarını, Kürtlere reva görülen sürgün yollarını, karanlıkta bırakılan gerçek tarihimizi konuştuk. 

"Şeyh Said Varto Abdurrahman Paşa Köprüsü’nden Binbaşı Kasım tarafından der dest edildikten sonra Varto’ya götürüldü ve ilk ifadesini burada verdi. İlk ifadesini alan Osman Nuri Paşa’dır. Şeyh Said burada ilk ifadesinde Kürdistan’ın muhtariyeti için hareketi başlattıklarını ifade etti. Şeyh Said hem Varto’da hem daha sonraki bütün ifadelerinde ister savcılığa ister mahkemelere şunu söylüyor; ‘Müstakil bir Kürdistan kurmak için yola çıktık’. Yani ifadelerinde din veya şeriat olgusu asla yoktu.‘’

Kürdistan’ın yakın tarihinde önemli bir yere sahip Şeyh Said hareketinin konusu çok değişik kesimler tarafından yazıldı ve söylendi. Siz bu konu hakkında çok yazdınız ve yazıp söylediklerinizi Osmanlıca yazılmış Şark istiklal Mahkemesi kayıtlarına dayandırarak yaptınız. Bu nedenle başlangıçta şunu sormak isterim. Şeyh Said İsyanı'nın  (1925 Hareketi) çıkış noktası kapsamı ve hedefleri nelerdi?

Şeyh Said kıyamı, 1925 Hareketi ve Serhıldan, gibi adlandırmalarla anılıyor genelde.  Hareket 13 Şubat 1925'te Piran'da patlak verdi. Mahkeme zabıtlarında, Binbaşı Kasım’ın ifadeleri şöyle. "1924’te Erzurum’da bir deprem oldu ve Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Erzurum’a geldi. Ben o zaman emekli idim. Muş heyeti ile birlikte Erzurum’a karşılamaya gittik. Mustafa Kemal’in yaverine yazılı bir pusula verdim. Pusula şu şekildeydi: " Ben emekli Binbaşı Kasım (sonradan Ataç soy ismini alıyor). Paşa hazretlerine çok mühim bazı bilgileri arz etmek istiyorum". Pusulam Mustafa Kemal’e ulaştırıldı ve huzuruna kabul edildim. Paşanın huzuruna çıktığımda bana sordu; ‘Buyur binbaşı maruzatın nedir. Nedir önemli bilgilerin?". Dedim ki; ‘Paşa Hazretleri bölgede bir cemiyet kurulmuş ve müstakil bir Kürdistan devleti kurmak istiyorlar.’ Paşa yeniden sordu; ‘Bunlar kimlerdir.’ Ben sıraladım; Birincisi Bitlis eski mebusu Yusuf Ziya, ikincisi Hoyitli Musa Bey, üçüncüsü Hesenanlı Halit Bey, dördüncüsü Keremi Koleğazi, beşincisi Cibranlı Halit Bey ve altıncısı Şeyh Said." Böylece Paşa’ya 6 kişinin ismini arz ettim.

Paşa bana onların içerisine sızmamı ve bütün faaliyetlerini gizli bir şekilde raporlamamı istedi. Raporları direk kendisine sunmamı, ulaşamadığım taktirde Kazım Karabekir’e göndermemi istedi. Kazım Karabekir o zamanlar ordu komutanıydı. Posta yoluyla her hafta Paşa’ya bir rapor gönderdim.’  Önemli bir husus; Mustafa Kemal Ankara’ya döner dönmez isimleri verilen 6 kişinin yakalanması emrini veriyor. Bu şekilde Yusuf Ziya hemen Bitlis’te tutuklanıyor. Aynı şekilde Musa Bey’de tutuklanıyor. Hasenanlı Halit Ağa, Keremi Koleğazi kaçıyorlar. Cibranlı Halit Bey o dönemler levazım komutanı ve halen vazife başında. Bir süre sonra onu da kandırarak der dest ediyorlar. Tutuklananların hepsi Bitlis’e getiriliyor ve burada Sıkıyönetim Mahkemesi kuruluyor.

Bu arada Kerem ile Hesenanlı Halit Bey kaçarak Şeyh Said’in yanına geliyorlar. Hınıs Kaymakamı Şeyh Said’in yaşlı ve hasta olduğunu, Aralık ayı ve kış mevsimi nedeniyle Bitlis’e gönderilemeyeceğini, ifadesinin Hınıs’ta alına bilineceğini, sonradan Bitlis’e gönderile bilineceğini belirtiyor. Bu şekilde Şeyh Said’in ifadesi Hınıs’ta alınıyor ve ifade Bitlis’e gönderiliyor. Şeyh Said işin tehlikeli bir duruma girdiğini fark ediyor.  Hatta mahkeme esnasında Mazhar Müfit Şeyh Said’e soruyor; ‘Şeyh Said Efendi, sen demişsin ki beni Bitlis’e götürürseniz ben kaçarım. Doğru mudur?’ Şeyh Said; ‘Evet’ diyor. Bu durumlar yaşanınca Şeyh Said Şuşe denen köyde toplantı yapıyor ve Azadi Cemiyetinden 300 delegeyi topluyor. Toplantı kararı gereği Şeyh Said halkı bilinçlendirme toplantılarına çıkıyor. Lice’ye geliyor. Oradan Piran’a geçiyor. Burada devlet firarisi birkaç kişiyle askerler arasında çatışma yaşanıyor. Bir teğmen öldürülüyor ve birkaç asker yaralanıyor. Artık bundan sonra gayr–ı ihtiyari, hareket başlıyor. Hareketin başlangıç sebebi budur. Azadi Cemiyetinin var oluşundan kaynaklıdır. Yani anlatıldığı gibi "Din elden gidiyor" meselesi falan değil. 

1925 Hareketi’nin liderlik kurumu konusunda farklı görüşler hakim. Belgelerdeki yansımalara göre hareketin lideri kimdir? Şeyh Said Efendi yalnız mıdır, yoksa kolektif bir liderlik midir?

Hareketin liderliği kesinlikle kolektiftir. Azadi Cemiyetinin Başkanı Cibranlı Halit Bey’dir. Ama kolektif yönetim, yani liderlik yukarıda isimlerini saydığım 6 kişiden müteşekkil. Çünkü aynı anda Mustafa Kemal tarafından bu 6 kişinin yakalanmaları kararı verildi. Yakalananların hepsi idam edildi ve kaçabilenler kaçtılar. Dediğim gibi hareket kolektif bir hareket. Fakat belgelere göre, içlerinde en aktif ve faal olan Yusuf Ziya. Yusuf Ziya hem mebus ve hem de rahat hareket etme durumunda. Halk arasında propaganda, bilgilendirme çalışmalarını en fazla Yusuf Ziya yapıyor. Diyarbakır’da ki temsilci Dr. Fuat’tır. Azadi Cemiyeti’nin her yörede bir temsilcisi bulunmakta. Bu nedenle hareketi bir kişiyle sınırlamak doğru değil. Kapsamı geniş, kolektif ulusal – milli bir hareketti. 

1-070.jpg

Bazı değerlendirmeler hareketin İslami bir hareket olduğunu savunuyor. Bazı kesimler ulusal kökene sahip bir hareket olarak görüyor. Sizin yaptığınız araştırmalar ve ulaştığınız belgelere göre, hareketin genel karakteri nasıl?

Şeyh Said dindar bir insan. Fakat hareket dini bir hareket değil. Şayet dini bir hareket olsaydı Beşiri’de ki Ezdi Şeyhi neden idam edildi? Bu Ezdi Şeyhi İslam Şeriatı gelsin diye bu hareket katılmadı. Aynı şekilde Midyat’ta Şemo isimli bir Süryani, gayri Müslim ve Hristiyan. O neden idam edildi? Bunlar birer örnek. Yani Şeyh Said’in dindar birisi olması hareketin dindar bir hareket olması anlamına gelmiyor. Azadi Hareketi tamamen ulusal bir hareket.

Hareket neden 1925’te başladı biliyor musunuz? 20 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmasına kadar Mustafa Kemal Kürtler için Muhtariyet sözü vermişti. Var olan bir Amasya Protokolü var. Bu Protokolü Mustafa Kemal adına bir general imzalıyor ve Kürtlere özerklik verilmesini kabul ediyor. Ama Lozan Anlaşması imzalandıktan sonra, bütün vaatler unutuluyor ve ‘Kürt yoktur’ durumuna geçiliyor. Buna yaklaşıma karşı  Azadi Hareketi devreye girmek zorunda kaldı. 

1925 Hareketi ilkin hangi bölgelerden başladı ve Kürdistan’da hangi kesimler ağırlıklı olarak bu harekete askeri ve kitlesel düzeyde katılım sağladılar?

Bu hareket ağırlıklı Diyarbakır’da başladığı için Şeyh Said’in dolaştığı mekânlar Daraheni, Çermik, Lice ve Piran. Bu nedenle harekete en fazla katılanlar bu yörenin insanları. Aşiret olarak; Mıstan, Botyan, Zikti ve Milan (Şeyh Said’in Milli aşireti lideri İbrahim Paşa’nın oğluna Arapça kendi el yazmasıyla bir mektubu var ve bu mektup elimizde). Dr. Fuat yakalandığında evinde bir mektup yakalanıyor. Mektup mahkemeye de sunuluyor ve ‘El Desti’yle yani el yazısıyla yazıldığı belirtiliyor.  Mektupta Şerif Paşa şunları söylüyor; ‘Şeyh Said yakında Diyarbakır’a gelecek. Serhat Kürtleri hazırlık içerisinde. Irak ve Suriye Kürtleri hazırlık içerisinde’. Yani hareket çok planlı ve kapsamlı. Aslında hareketin Haziran ayında başlaması planlanmış. Şubat ayında değil. Biliniyor ki Şubat ayında her taraf kar ve hareket alanı yok. Devlet de zaten buna dayalı olarak hareketin öne çekilmesini sağlıyor. Sonuç itibariyle Kürdistan’ın bütün bölgelerinden harekete katılım olduğunu söyleyebiliriz. 

Hareketin Başkenti olarak neden Genç (Daraheni) seçildi? Modanlı Faqi Hesen’in Genç’e Kaymakam olarak atanması nasıl oldu?

Şeyh Said harekete geçtikten sonra gittiği her yere bir tayin ve atama yaptı. Mesela Elazığ Cephe Komutanlığına Şeyh Şerif’i tayin etti. Silvan Cephe Komutanlığına Şeyh Şemseddin’i. Çewlik, Daraheni dediğimiz bölgeye de Faqi Hesen atandı ve oranın Kaymakamı oldu. Mahkeme Şeyh Said’e soruyor; ‘’Sen öyle birisini (Faqi Hasan Fehmi) tayin etmişsin ki bu adam dindar bile değil.’ Hasan Fehmi bölgede dini kimliği ile bilinen biri değil, bilinçli (alim) ve ulusalcı biri. Daha sonra torunlarından Enver Fehmioğlu TBMM’de Milletvekili seçildi.

Hareket kendini çok hızlı bir şekilde mobilize ediyor ve binlerce kişiden oluşan bir askeri yapılanmaya dönüşüyor. Hareketin askeri yapılanması ve ordusu nasıldı?

Oluşturulan ordu, nizami bir ordu değil. Ağırlıklı aşiret insanlarından müteşekkil bir askeri düzene sahip. Fakat her birliğin başına bir komutan tayin edilmiş ve bu komutanlar ya aşiret reisi ya da hanedan birisi. Mesela Daraheni Komutanı Mustafa Bey’dir ve Zikte aşiretine mensuptur. Bütün komutanlar emirlerini Şeyh Said’den ve Hasan Fehmi’den (Feqi Hesen) alıyor. Çünkü arşivlerden ulaştığımız mektupların bir kısmı Hasan Fehmi (Feqi Hesen) tarafından yazılmış. Yani bütün mektuplar ve talimatlar Şeyh Said’den gönderilmemiş. Onlarda yetkili oldukları için Şeyh Said adına yazmışlar.

Bunun yanı sıra Şeyh Şerif, Şeyh Şemseddin’de kendi bulundukları alanda yetkililer. Askeri düzenleri genellikle atlı ve yaya şeklinde örgütlenmiş. Ayrıca her köyün muhtarı kendi köyünden sorumlu. Yani düzen gelişi güzel değil ama nizami bir düzene girebilmek için yeterli zamana sahip olamamışlar. Silahları da ağırlıklı olarak, kendi imkanları ile veya esir aldıkları askerlerden aldıkları silahlar. Fakat Şeyh Said’in emriyle esir alınan hiçbir askere kötü muamele yapılmıyor. Mahkeme zabıtlarında bu yönlü bir örnek var; Bir Binbaşı esir alınıyor, yerel birlikler kötü muamele yapınca Şeyh Said’in haberi oluyor ve müdahale ediyor. Oradaki birliğe o esir kişinin rütbesine göre muamele yapmasını ve küçük düşürücü davranmamalarını emrediyor.

Hareketin en büyük komutanı kuşkusuz Yado’dur.  Yine Şeyh Abdurrahim askeri komutan olarak en öne çıkan komutanlardan biridir. Şeyh Abdurrahim, Şeyh Said’in en küçük kardeşi ve hareket başarısız olunca ‘Bin Xet’e (Rojava Kürdistanı) çekiliyor. Daha sonra Dersim isyanına destek için gelirlerken 7 arkadaşı ile birlikte Batman ile Bismil arasında ihbar sonucu içerisinde bulundukları tarlanın yakılması suretiyle katlediliyorlar. Zirkali’li Sefa Bey var bu dönem askeri komutan olarak ön plana çıkanlardan. Yine Hakki ve Kadri Beyler varlar.

Kürtlerin yakın çağ isyanlarından Koçgiri ve Dersim’de çok değerli kadın simalar kahramanlıklarıyla sembolleştiler. 1925 Hareketi’ne kadınların katılım düzeyleri ve duruşları hakkında ne tür bilgilere sahipsiniz?

1925 Hareketi’ne elbette ki kadınların katılımı oldu. Örneğin Yado’nun eşi Telli Hanım ve Tayip Ali’nin eşi – ki- Tayip Ali o zamanlar Nahiye Müdürü. Aynı şekilde Musa Begi Xuyti’nin kız kardeşi Gulnaz Hanım var. Gulnaz Hanım erken yakalanıp hapse atılıyor. Hareket başarısız olup bir kısım İran tarafına geçince, yolda ihbar sonucu 3 kişi hayatını kaybediyor. Askerler kim olduklarını bilmiyorlar, kafalarını kesiyorlar ve cenazelerini atıyorlar. Askerler hayatını kaybeden insanların kestikleri kafalarını Muş merkeze götürüyorlar ve kim olduklarını tespit etmek istiyorlar. Merkez komutanı teşhis için; ‘Gulnaz’ı çağırın, Gulnaz bunları teşhis eder’ diyor. Gulnaz’ı teşhis için götürüyorlar. Teşhis için giderken hanım ağa edasıyla ellerini arkada birleştiriyor ve kesik başlara bakıyor. İlk kesik kafaya ayağıyla vuruyor ve şunları söylüyor; ‘Bu İzzet Bey’dir. Benim kardeşimin oğludur, yani yeğenimdir’. İkinci kesik başa gidip bakıyor ve şunları söylüyor; ‘Bu benim kuzumdur. Oğlum Sıdık’tır. Kesik başa dönerek şunları söylüyor; ‘Sıdık, oğlum eğer seni bu halde görmeseydim sütümü sana helal etmezdim.  Berxê nêr jibo kêrê- erkek kuzu kesim içindir’ diyor. Üçüncü kesik başa bakınca üzülüyor ve şunları söylüyor; ‘Bunu niye öldürdünüz. Bu sadece onların hizmetkarıydı. Bu öldürülecek birisi değildi ki.’ Kürt kadınları kurtuluş mücadelelerinde her zaman hem dini hem ulusal konularda en önde yerlerini aldılar. 

1925 Hareketinin ilk ortaya çıkışı, yeni oluşmaya başlayan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından nasıl algılandı? İlk harekete geçişleri ne şekilde oldu ve neler planlandı?

13 Şubat 1925’te serhıldan ilk başladığında Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı Fethi Okyar’dır. Fethi Okyar mecliste bir konuşma yapar ve konuşmasında serhıldana yönelik şunları söyler: ‘Bu isyan normal bir isyan ve büyütmeye gerek yok. İsyancıları sıkıyönetimle etkisizleştiririz.’ Elimde o dönem ki meclis kararı var ve şöyle deniliyor; Diyarbakır, Genç, Elazığ, Muş, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Hakkari ve Kiği’de sıkıyönetim ilanına karar verildi. Fethi Okyar hükümetinin bu kararına İttihat ve Terakki Cemiyeti karşı çıkıyor ve serhıldanın normal bir isyan olmadığını, sıkıyönetimin yetmeyeceğini ve büyük bir orduyla müdahale edilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu nedenle Fethi Okyar’ı zorla istifaya götürüyorlar. İsmet İnönü Başbakanlığa tayin ediliyor.

Suriye üzerinden büyük bir ordu Kürdistan’a gönderiliyor. Bunun içinde, Suriye’yi denetiminde bulunduran Fransa’dan izin alınıyor. Fransa’nın izin vermesiyle ordu trenlerle Nusaybin’e geliyor ve buradan Diyarbakır’a geçiyor. O dönem Kürdistan’a gönderilen ordu içerisinde, Ali subay  ve ismini bütün Kürtlerin 33 Kurşun’dan tanıdığı Mustafa Muğlalı var. Serhıldandan sonra mahkeme kararı ile 422 kişiye idam kararı veriliyor. Ama bunun dışında bu söylediğim komutanlar, insanlık dışı, vahşi yöntemlerle bölgede yargısız infazlar gerçekleştirdiler. Mustafa Muğlalı, ‘Péçar Tenkik Herakâtı" adı altında bir hareket başlatıyor ve bu hareket kapsamında bütün köyleri yaktı. Bölgede çocuk, büyük, yaşlı demeden gördüğü bütün erkekleri katletti. Bunu yaparken isyana katılmış veya katılmamış ayrımı yapmadı. Zaten bu ayrım Mustafa Muğlalı için önemli de değildi. Yapılanlar kıyam, katliam ve jenositdir. 

1925’teki Hareketi gerekçe göstererek isyanın geliştiği bölgelerde köy yakmalar, katliamlar, insanlık dışı uygulamalar ve Kürtlerin o tarihte yaşadığı bu jenoside arşivlerden ulaşılma şansı var mı? Yoksa bu arşivler kaybolup gittiler mi?

Mahkemelerde 789 kişi yargılandı. Bunlardan 422 kişiye idam kararı verildi. Diğerlerine çeşitli düzeylerde hapis cezaları verildi. Hatta mahkemede Saleh Beg’i Hani’nin oğlu Hasan var yargılananlar arasında. Daha 14 yaşında bir çocuk.  İdam cezası veriliyor. Yaşının küçük olması nedeniyle idam kararı 15 yıllık hapse çevriliyor. Hakim Hasan’a soruyor; ‘Sen bu harekette neler yaptın’. Hasan diyor; ‘Ben silah falan kullanmayı bilmem. Babamla birlikteydim’. Buna rağmen Hasan’a idam kararı verildi. 

Türkiye’nin birçok yerinde İstiklal Mahkemesi kuruldu. Kanunlar gereği İstiklal Mahkemelerinin aldığı kararlar Temyiz Mahkemelerine gönderilir. Tabi bu Batı tarafında uygulanan bir durum. Şark İstiklal Mahkemelerinde alınan kararlar kesin hükümlü ve temyizi yok. İdam kararı verildiğinde aynı gün veya bir sonraki gün hemen infazı gerçekleştiriliyor. Şeyh Said ve 46 arkadaşı için verilen idam kararı 28 Haziran ve kararın infazı bir sonraki gün sabah saatleri. 

Türkiye hükümetleri tarafından 1925 Şeyh Said Hareketi için İngiliz kışkırtması tanımlaması yapıldı ve yapılmakta. Sizin ulaştığınız belge ve bilgilere göre bu tanımlama doğru mudur?

İki resmi belge var; birincisi, 1925’te Genel Kurmaylık Başbakanlığa bu harekete yönelik bir yazı yazıyor ve o yazıda diyor ki bu irticai bir harekettir. Dünya bunu Kürt hareketi olarak görmemeli. Osmanlı fikrini geri getirmeyi hedefleyen, şeriatçı bir hareket olarak lanse edilmeli. Ama halk arasında bu hareket için ayrılıkçı, bölücü Kürdistan hedefli bir hareket tanımlaması yapılmalı ve teşhir edilmeli. Yani, Dünya hareketi İrticai ve dini, Türkiye ve Kürdistan halkları ise ayrılıkçı, bölücü olarak bilmeli. İkincisi; İsmet İnönü’nün kendi ifadeleri var ve şöyle diyor; ‘Bütün araştırmalarımıza rağmen bu harekette dış mihrakların desteklerini teyit edecek hiçbir bilgi veya belgeye ulaşamadık. Başta İngiltere olmak üzere hiç kimsenin tesiri yok. Tamamen Kürt hareketi.’ Hareketin İngiliz dayanaklı olduğu propagandası, devlet politikasından ibaret. Ve ne yazık ki bazı Kürtler de buna inandılar.

O dönemler İstanbul’da Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdulkadir var. Eski Danıştay Başkanı ve Seyit Ubeydullah’ın oğlu. İstanbul’da yaşıyor ve söylentilere göre, İngiltere hükümetine bağlı çalışan biri gidip kendisine ayaklanma başlatmaları halinde her konuda destek vereceklerini söylüyor. Ama ne mahkeme tutanaklarında nede resmi arşivlerde bu yönlü hiçbir beyanat bulunmamakta ve tamamen asılsız bir söylenti. Zaten Şeyh Abdulkadir, Şeyh Said’den önce idam edildi ve mahkeme kayıtlarında böyle bir iddia söz konusu değil. Olsaydı ulaşıla bilinirdi. Şeyh Abdulkadir, Oğlu ve Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın dedesi Kör Sadi (Palulu) birlikte Diyarbakır’da idam edildiler. Bu nedenle kesin bir şekilde biliyoruz ki bu hareketin İngiltere’den desteklendiği söylemleri tamamen uydurmadır. 

Bazı kaynaklar İngiltere, Fransa ve ABD’nin mahkemelere heyet gönderdiklerini, mahkeme duruşmalarında hazır bulunduklarını ve duruşmaları kamera ile kayıt altına aldıklarını iddia ediyorlar. Sizin bu yönlü bilgileriniz nelerdir?

Böyle bir durum söz konusu değil. Zaten Hareketin bastırılması ve Kürt liderlerin yakalanarak idam edilmesi için, ordunun bölgeye geçişine bizzat izin veren Fransa. Fransa izin vermezse, ordu Suriye üzerinden Nusaybin’e geçemez. O dönem Harput, Siverek, Muş ve Bitlis yolları Şeyh Said Hareketi tarafından kapatılıyor. Bu yönüyle bakıldığında yabancı devletlerin Kürtlere yararları değil, aksine zararları oldu. Hatta İhsan Nuri Paşa Irak tarafına geçtiğinde, İngiltere hepsini yakalayarak silahsızlandırdı. Irak o dönem İngilizlerin elindeydi. 

Bu harekette katledilen kadın, çocuk, yaşlı ve erkeklerin sayılarına ilişkin sizin arşivlerden ulaştığınız herhangi bir istatistik belge var mı?

Arşivlerde sadece idam edilenlerin belgeleri mevcut. Biraz önce bahsettiğim Mustafa Muğlalı’nın bölgede yaptığı vahşi ve insanlık dışı uygulamalarla yürütülen katliamların belgesinin ya da arşivinin olması mümkün değil. Bunlar insanları rastgele öldürdüler. Hatta Musa Anter bir kitabında bahseder, Mustafa Muğlalı bir köye gider ve ağaya sorar; ‘Köyünde kaç kişi Şeyh Said’e destek verdi.’ Ağa 29 kişinin yardım ettiğini söyler. Mustafa Muğlalı ağadan 29 kişiyi çağırmasını söyler. Ağa köy bekçisini çağırır ve 29 kişinin isimlerini sıralayarak çağırmasını ister. Bekçi gidip 28 kişiyi getirir. Avluya sıralar. Mustafa Muğlalı tek tek sayar ve bir kişinin eksik olduğunu görüp eksik kişiyi ağaya sorar. Ağa 29’uncu kişinin bekçi olduğunu söyler. Bekçi, ağanın damadı. Mustafa Muğlalı bekçiyi de sıraya dizer ve hepsini birlikte katleder.  

Çok kısa sürede genişleyen ve büyüyen Şeyh Said hareketinin başarısız olmasına neden olarak Diyarbakır kuşatmasındaki başarısızlık gösteriliyor. Sizin arşivlerden elde ettiğiniz bilgilere göre bu kuşatmanın ayrıntılarında neler var?

Serhıldan başladığında hedef Diyarbakır’ın alınmasıdır. Ama Nusaybin’den büyük bir kuvvet getirilince Diyarbakır alınamadı. Ayrıca devlet Diyarbakır’da kendi adamlarına ve ajanlarına Kürt kıyafetleri giydirerek esnafa saldırttı ve dükkanları yağmalattırdı. Sur içinde provokasyon yaptı. Diyarbakır’ın alınması veya alınamaması hareketi çok fazla etkilemeyecekti. Çünkü hareket hem çok genişlemiş hem de çok büyümüştü. Ayrıca hareketin içinde de devletin adamları (Binbaşı Kasım) vardı ve sürekli içeriden bilgi veriyordu. Devlet içeriden aldığı bilgiler doğrultusunda harekete katılan güçlerin durumunu ve ellerinde ne tür silahların olduğunu gayet iyi biliyordu. Ağır silahlarının olmadığını, sadece mavzerlerle savaştıklarından haberdardı.

1925 Hareketi başarısız olunca, Şeyh Said beraberindeki sınırlı sayıdaki gücü ile ‘Bin Xat’a geçmek istiyor. Fakat yakınındakiler onu yanlış yönlendirerek İran tarafına geçmek için yola çıkmasını sağlıyor. Bu konudaki gerçek bilgiler nelerdir?

Hareket başarısız olunca Şeyh Said 300 civarında adamını yanına çağırıyor ve onlara bir konuşma yapıyor.  Şunları söylüyor; ‘Biz yenildik. Ama bu bizim haksız olduğumuz anlamına gelmiyor. Yenilmemizin iki sebebi var. Bir biz tam olarak örgütlenemedik. İki, hareket zamansız başladı. İçinizde benimle gelmek isteyen varsa gelsin. Durumu tehlikede olmayan ve gelmek istemeyen varsa köyüne, evine dönsün. Ben İran’a gideceğim ve çalışmalarıma devam edeceğim. Bu defa döndüğümde Dünya ülkeleriyle temas kurmuş, destek almış şekilde başlayacağız.’ Bundan sonra Şeyh Said Muş’a yol alıyor. Binbaşı Kasım yanında, zaten Şeyh Said’in bacanağı. Şeyh Said, Binbaşı Kasım’ın emekli asker olması nedeniyle kendilerine faydalı olacağını düşünüyor.

Binbaşı Kasım mahkeme tutanaklarında şunları söylüyor; ‘‘Şeyh Said’in gayesi Bulanık üzerinden İran’a geçmekti. Ben onu kandırarak orada asker olabileceğini, Varto’ya yakın Abdurahman Paşa Köprüsü üzerinden geçelim dedim ve ikna ettim. Köprüye geldiğimizde birkaç el ateş ettim. Bu, saklanan adamlarım için bir işaretti. Ben ateş edince adamlarım çıktı. Devlete bağlı adamlarım bize doğru geldiklerinde bende hemen Şeyh Said’in arkasından kendisini kucakladım ve ona teslim olmasını söyledim. Şaşırarak bana ne olduğunu sordu. Bende kendisine teslim olmaktan başka çaresinin olmadığını söyledim. Etraftan ateş açılınca Şeyh Said’in atı kaçtı ve çaresiz orada kaldı. Daha sonra Osman Nuri Paşa’ya küçük bir pusula yazarak, Şeyh Said’i tevkif ettiğimi ve teslim almaları için ufak bir müfreze göndermelerini istedim. Şeyh Said benden bir ricası olduğunu söyledi ve kendisini öldürmemi ama teslim etmememi talep etti. Bende kendisini öldürmeyeceğimi ve teslim edeceğimi bildirdim. Daha sonra gönderilen müfrezeye teslim ettim.’ Binbaşı Kasım bütün bu yaşananlardan yani Şeyh Said’i teslim ettikten sonra mahkeme heyetine şunu söylüyor: ‘’Ben sizin istediğiniz şekilde Şeyh Said’i size teslim ettim. Şimdi siz Şeyh Said’i teslim etmem karşılığında bana verdiğiniz vaatleri yerine getirmelisiniz.’’ Binbaşı Kasım bunun üzerine Şeyh Said ve arkadaşları idam edildikten sonra Aydın, Söke’ye devlet desteğiyle yerleşir. Ona hizmetleri karşılığında bahçeli bir ev ile arazi verilir. Bir süre sonra Söke Kaymakamı Binbaşı Kasım’a bir katip vererek anılarını yazmasını ister. Binbaşı Kasım yaklaşık 50 sayfalık hareketi bastırma konulu kitapta kendi rolünü anlatan bir kitap yazar. Bir süre Söke’de yaşayan Binbaşı Kasım daha sonra Elazığ’a döner ve burada ölür.

Şeyh Sait teslim alındıktan sonra Varto’ya götürüldü ve ilk ifadesini burada verdi. İlk ifadesini alanlardan biri Osman Nuri Paşa’dır. Şeyh Said ilk ifadesinde Kürdistan’ın muhtariyeti için hareketi başlattıklarını ifade etti. Hem Varto’da hem daha sonraki bütün ifadelerinde ister savcılığa ister mahkemelere olsun aynen şunu söyledi; ‘Müstakil bir Kürdistan kurmak için yola çıktık’. Yani ifadelerinde din veya şeriat olgusu yok. 

Şeyh Said’in tutukluluk ve yargılanma süreçlerine ilişkin arşivlerde karşınıza çıkan bilgi ve belgeler nelerdi?

Şeyh Said Varto’da yakalandığında yanında ona bağlı çok sayıda kişi olmadığı gibi, çok az sayıda insan mevcuttu. Harekette yer alanların çoğu Diyarbakır’da, Bismil’de, Bingöl’de ve Genç’teydi. Devlet zaten bunları da daha sonra teker teker yakaladı. Şeyh Said’le birlikte olup tutuklananlar sadece birkaç kişi. Şeyh Said’i Varto’dan direk Diyarbakır’a getirdiler ve burada Şark İstiklal Mahkemesine çıkardılar. 

Şeyh Said’den önce idam edilen kişi Şeyh Eyüp’tür. Şeyh Eyüp Siverekli, Şeyh Halit’in oğlu ve harekete büyük katkılar sunmuş birisi. Yani Şark İstiklal Mahkemesi kararı ile ilk idam edilen kişi Şeyh Eyüp’tür. İkinci idam edilen kişi ise Dr. Fuat ve Hacı Axte’dir. Daha sonra İstanbul’dan getirilen Seyit Abdulkadir, oğlu Seyit Muhammed ve Mehmet Ali Birand’ın dedesi Kör Sadi idam edildiler.

Burada önemli bir ayrıntı, Seyit Abdulkadir’e idam öncesi son sözü sorulur. Seyit Abdulkadir şunları söyler; ‘‘Siz zaten burayı Kerbela’ya çevirdiniz. Benim talebim önce beni idam edin sonra evladımı.’’ Mahkeme tam tersini yaparak oğlunu Seyit Abdulkadir’in gözlerinin önünde, ondan önce idam eder.

Şeyh Said’in yargılanmasına 25.05.1925’te başlanır ve 28.06.1925’te 46 arkadaşı ile birlikte idam kararı verilir. Bir gün sonra yani 29.06.1925’te sabaha doğru Diyarbakır Dağ Kapı meydanında Şeyh Said ve 46 arkadaşının idam cezaları infaz edilir. Şark İstiklal Mahkemesinin kararı sonucu tam 420 kişi idam edilir ama biz genelde sadece belirgin 46 kişiyi ele alıyoruz. Zaten bu 420 kişiyi tek tek anlatmaya röportaj değil ancak ciltler dolusu kitap gerekir. 

Burada önemli bir husus, yargılamayı gerçekleştiren mahkeme heyetinin hepsi milletvekilleridir ve TBMM adına karar verirler. Normal bir mahkeme değil yani. Aslında bir intikam mahkemesi. Mahkemenin başkanı Mazhar Mufit’tir. Üyeler; Ali Avni, Ali Saip vb. yine burada önemli bir husus; Ali Saip, Güney Kürdistanlı Rawanduz asıllı Kerkük doğumlu bir Kürt’tür. Yargılamalarda en acımasız, en vicdansız tavır sergileyen kişidir. Örneğin bazı kararlarda diğer üyeler muhalefet şerhi koyunca o karşı çıkarak idam edilmelerini ister. Yani Şeyh Said’in idam kararını veren önemli kişilerden biri Güney Kürdistanlıdır. Aynı şekilde Şeyh Abdulselam’ın idamına sebep olan kişi Süleyman Nazif’tir ve Kuzey Kürdistanlı, Diyarbakırlıdır. Zaten Kürtlerin meşhur sözü ‘‘Kurme dare jı dare çi dibe.’’ Yani ‘‘Ağacın kurdu ağaçtan olur.’’

Şark İstiklal Mahkemeleri Savcısı Ahmet Süreyya’nın kendi ifadesi var ve aynen şunları söyler: "İlk mahkemeyi kurduğumuzda 19 – 20 yaşlarında bir genç getirildi. Gözleri kara, kaşları kara, babayiğit bir genç. Hakimin karşısına çıkartıldı ve hakim kendisine soru yöneltti. Genç cevap veremedi. Mahkeme başkanı bunun bir tavır olduğunu ve mahkemeye karşı bir başkaldırı olduğunu düşündü. Orada olan Diyarbakırlı zabit katibi mahkeme başkanına gencin Türkçe bilmediğini dolayısıyla sorulanları anlamadığını söyledi. Mahkeme başkanı bunun daha vahim olduğuna kanaat getirdi ve Türkçe bilmeyenin bu memlekete hayrının olmayacağına, dolayısıyla idamına karar verdi. Ve hemen infazı gerçekleşti".

Savcı hatıratlarında o dönem Diyarbakır’da bulunan Çamlıca otelinde kaldığını ve idam edilen o gencin gece rüyasına geldiğini, Türkçe bilmediği halde kendisiyle Türkçe konuştuğunu, iki parmağını yüzüne dayayarak kendisine: ‘‘Neden idam edilmeme engel olmadın’’ dediğini yazar ve aynı rüyayı o gece sabaha kadar 3 defa gördüğünü anlatır. Gündüz mahkemeye gittiğini ve burada mahkeme heyeti arkadaşlarına gördüğü rüyayı anlattığını, yargılamaların bu şekilde olamayacağını, kendisinin savcı olduğunu, dolayısıyla iddianameyi kendisinin hazırlaması gerektiğini belirtir. Bununla birlikte mahkeme heyetini hem savcılık hem hakimlik yapmakla suçlar. Mahkeme başkanı savcıya işlerine karışmamasını söyler. Savcı ile mahkeme başkanı arasında münakaşa yaşanır ve mahkemeler 4 gün tecil edilir. Bunun üzerine olan bitenleri herkes kendi tarafından üstlerine bildirir. 4’üncü günün sabahı savcının odasının kapısı çalınır ve posta aracılığı ile kendisine bir telgraf ulaşır.

Telgrafta şunlar yazılıdır: ‘‘Muhterem Ahmet Süreyya Beyefendi, Şark İstiklal Mahkemesi Müddei Umumisi / Diyarbakır. Gayemiz Kürtleri ve Kürtçülüğü ortadan kaldırmaktır. Mahkeme heyetine herhangi bir muhalefetiniz olmamalı. İmza, Başvekil İsmet İnönü.’’ Savcı bundan sonra hiçbir şeye müdahale edemediğini ve kıyımın başladığını itiraf eder. 

 Hakim Ali Saip Ursavaş’ın Şeyh Said’i hücresinde ziyaret ettiği ve onunla Kürtçe konuştuğu, hatta bazı vaatlerde bulunduğu söyleniyor. Şeyh Said’in tutukluluk sürecinde cezaevinde neler yaşandı, bu anlatılanların gerçeklikle bir bağı var mı?

Ali Saip rütbe olarak Yüzbaşı’dır. Aslında hukukçu falan değil. Zaten mahkeme heyetinde savcı haricinde hiç birisi hukukçu değil. Heyet halkın seçtiği değil, atama milletvekilleri ve askerler.  Çoğu Mustafa Kemal tarafından milletvekili olarak atanmış insanlar. Bu nedenle Şeyh Said’in Varto’daki ifadesi ile Diyarbakır’daki ifadesi farklıdır. Bu konuda elimde resmi belge yok ama o dönem Şeyh Said’le yargılanıp idam edilmeyen ve daha sonra çıkanların söylediğine göre, Ali Saip, Şeyh Said’le çok güzel bir muhabbet kuruyor ve kendisine ufak bir ceza verileceğini, Hınıs’ta birlikte kuzu çevireceklerini söylüyor. Ama şunu da belirtmek gerekir ki mahkeme heyeti bütün yargılamalar süresince Şeyh Said’e karşı onur kırıcı bir yaklaşım ya da laf söylemiyor. Hatta bütün zabıtlarda ‘ Şeyh Said Efendi’ olarak geçer. Şeyh Said’e yargılama süresince 167 soru soruluyor ve hem hakim hem de savcı sordukları soruları özenle seçerek, küçük düşürücü davranmıyorlar.

İçlerinde en ters soruyu soran yine Ali Saip’tir. O da Şeyh Said’e şunu soruyor: ‘‘Bu kadar insanın vebali senin boynunda, sana verilen ceza çok mudur?’’  Zaten Ali Saip’in mahkemeye özel olarak gönderildiği ve direk Mustafa Kemal ile görüştüğü belirtiliyor. Halk arasında ve Şeyh Said’le birlikte yargılanıp, beraat edilen veya aldıkları cezaları bittikten sonra tahliye olanların, çıktıktan sonraki anlatımlarına göre, Ali Saip’in özel görevi Şeyh Said’le özel muhabbet geliştirerek, kandırmak ve hareketin dini, şeriat eksenli olduğunu onaylatmaktır. Varto ifadeleri ile orada verilen ifadeler karşı karşıya getirilince bu doğrulanıyor. Ali Saip’in Kürt olması, Şeyh Said ile rahat irtibat kurabilmesi ve diğer mahkeme heyetinden bağımsız kendisine özel bir irtibat şifresi verilmesi, rolünün ne kadar özel olduğunu açıklamaya yetiyor. Özel bir irtibat şifresinin olduğu resmi arşiv belgelerinde mevcut. 

Şeyh Said’e ait özel yazışmaların ve mektuplarının olduğunu belirtiyorsunuz, bu mektupların sayıları ve içerikleri hakkında bizi bilgilendire bilir misiniz?

13 Şubat 1923’ten yakalanıncaya dek yapılan mektup yazışmaları mevcut. Mektupların içerikleri ağırlıklı olarak hareketin geliştirilmesi ve güçlendirilmesine yönelik, aynı zamanda mücadelenin geliştirilmesi için gerekli askeri ve lojistik ihtiyaçların ele alındığı mektuplardır. Hakim mahkemede Şeyh Said’e bu mektuplar senin mi diye soruyor ve Şeyh Said’de kendi mektupları olduğunu doğruluyor.

Şark İstiklal Mahkemelerinin kuruluş amacı, bu mahkemelerin işleyişi hakkında ne söyleyebilirsiniz?

İstiklal Mahkemelerinin ilk kuruluşu 1923. Sadece Kürt bölgelerinde değil, Türkiye’nin birçok yerinde kuruldular. Batı’da ağırlıklı asker kaçağı olanları yakalayıp yargılamaya dönük mahkemeler. Ama aynı işlev için Doğu’da asıl olarak ‘El Cezire İstiklal Mahkemesi’ kuruluyor. Yani Diyarbakır değil, El Cezire. Fakat Şeyh Said hareketinden sonra özel olarak ‘Şark İstiklal Mahkemesi’ kuruldu. Buda diğer kanunlardan farklı özel bir kanunla kuruldu. Artık El Cezire değil, Şark İstiklal Mahkemesi adını aldı. Hatta Savcı bir gün mahkeme hakimine: ‘‘Efendim bizim kuruluş amacımız belli. Biz neden kuruluş amacımız dışında yargılamalar yaparak insanları idam ediyoruz’’ diye soruyor. Hakim şu cevabı veriyor: ‘‘Biz gerektiğinde amaç dışına çıkabiliriz’’.

O dönemde yargılanan Şeyh Şemseddin var. Devlet erkanında Şeyh Şemseddin’in müridi olan kimseler var. Ordu komutanlarından Mürsel paşa hakimin huzuruna çıkarak Şeyh Şemseddin’in Nakşibendi ve tarikat şeyhi olduğunu dolayısıyla hakkında idam kararı alınmamasını rica ediyor. Aynı şekilde Mürsel Paşa İsmet Paşa’ya telgraf çekerek, halkın Şeyh Şemseddin’i çok sevdiğini, saydığını ve affedilmesini talep ettiklerini, kendisinin de aynı talebinin olduğunu bildiriyor. Bu arşiv belgelerinde olan bir durum. Bu telgraf İsmet Paşa’ya gittikten ve okunduktan sonra, İsmet Paşa, Başsavcı Ahmet Süreyya’ya bir telgraf gönderiyor ve şunları söylüyor: ‘‘Muhterem Ahmet Süreyya Beyefendi. Mürsel Paşa’nın Şeyh Şemseddin’in affedilmesine yönelik ricaları var. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?’’ Ahmet Süreyya’da geri bir telgraf yazıyor ve şunları belirtiyor: ‘‘İsmet Paşa Hazretlerine. Başvekile. Burada baş olabilecek tek bir Kürt dahi kalırsa bu dava yine devam edecektir. Bu nedenle Şeyh Şemseddin’i de yargılamamız şarttır. Arz ederim.’’ Geri gelen cevap şu şekilde: ‘‘Başsavcı Ahmet Süreyya Beyefendi’ye. Bizde sizinle aynı düşüncedeyiz. Şeyh Şemseddin’de yargılanmalı ve gerekli ceza verilmelidir. Gözlerinizden öperim. Başvekil. İsmet Paşa.’’ Bu şekilde Şeyh Şemseddin de yargılanarak Şeyh Said’le birlikte idam ediliyor.

Şeyh Said idama giderken nasıl bir tavır sergiliyor? Mahkeme heyetine yazılı olarak vasiyetnamesini verdiğini ve Mahkeme Heyeti’nin bu vasiyetnameyi kabul ettiği belirtiliyor. Bu konuda incelediğiniz belgeler oldu mu?

Şeyh Said yakalandığında yanında yaklaşık bir heybe altın para mevcut. İdam kararından sonra bu altın paranın hangi çocuğuna ne kadar verileceğini ve geri kalanında kendisi için bir mezar yeri yapılmasını vasiyet ediyor. Bu vasiyet mektubunu da Savcı Ahmet Süreyya’ya veriyor. Ahmet Süreyya anılarında Şeyh Said’in vasiyetini ‘Dahiliye Vezaretine’ gönderdiğini belirtiyor. Ne yazık ki o vasiyetname şu an ortada yok. Ortada öylesine bir hukuksuzluk var ki, şu anki kanunlara göre bile vasiyetname yok edilemez. Şeyh Said idama götürülürken söylediği bazı sözler halk arasında kuşaktan kuşağa ve günümüze kadar geldi. Ama ben bireysel olarak arşiv belgelerinde bu bilgilere ulaşamadım. Söylendiğine göre Şeyh Said darağacına giderken: ‘’ Benim pervam yoktur. Çünkü ben hak üzerine hareket ettim. İnşallah benim torunlarım beni mahcup etmezler’’ diyor. İdama giderken Arapça bu şekilde bir not yazdığı biliniyor. Ama maalesef bu pusula kayıp. İdamları Diyarbakır Dağ Kapı’da gerçekleşti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi buranın ismini Şeyh Said Meydanı olarak değiştirmek istedi. Ama valilik tarafından kabul görmedi. Halk arasında şimdi o alanın ismi Şeyh Said Meydanı’dır. 

Şeyh Said ve 46 arkadaşının bir günde idam edildiği ve toplu olarak gömüldüğü söyleniyor, bu konuda edindiğiniz bir bilgi mevcut mu?

Ben Bölge Vakıflar Müdürlüğü yaptım. Şimdi emekliyim. 1980’de Diyarbakır’da görevimin başındaydım. O dönemin Milli Güvenlik Konseyi’nden (MGK) bize bir yazı geldi ve şöyle deniyordu: ‘’Osmanlıca olan bütün arşiv evraklarını imha edin’’. Bölge arşivi, müdürlüğünü yaptığım kurum binasının bodrum katındaydı. Benim dışımda Osmanlıca veya Arapça bilen memur yoktu. Dolayısıyla arşive indim ve teker teker okudum. Burada yarayan evrakları ayırdım. Ama örneğin üzerinden 100 sene geçmiş memur maaş bordroları vardı, artık zaman aşımına ulaşmış. Onları yok ettim. Orada kontrol ettiğim evraklar içerisinde bir mezarlar haritasına rastladım. Türkiye’de mezarlıklar 1930’a kadar vakıflar kurumuna bağlıydı. Daha sonra Belediye’ye bağlandı. Bulduğum harita 1928’de vakıf mühendisi tarafından çizilmiş. Harita o kadar muazzam çizilmiş ki, harita üzerinde hem mezarlar hem de mezar taşları belirlenmişti. Altında da şu yazıyordu; Mu kıyas 1/1, yani ölçek 1/1. Bu haritada ki ölçümlere göre mahalleye gittim ve ölçtüm. Baktım ki haritada ki yol ile mevcut yol aynı değil. Yol genişletilmiş. Sabit nokta olarak Sur (Beden) var. Orada yaptığım ölçümlere göre mezarlık 150 metre sonra başlıyor. Ben Şeyh Said’in mezar yerini o şekilde tespit ettim ve 46 arkadaşı ile birlikte gömüldüğü söylentisi doğru değil. Herkesin ayrı ayrı mezarı ve mezar taşı mevcuttu.

Zaten bunu Şeyh Said’in en küçük oğlu olan ve yakın zamanda vefat eden Şeyh Ahmet’te teyit etti. Şeyh Ahmet kendisiyle son görüşmemizde şunları söyledi: ‘’Biz sürgüne gönderildik. 1928’de çıkan afla sürgünden döndükten sonra annemle birlikte Diyarbakır’a gittik, babamın mezarını ziyaret etmek için. O zamanlar 7 veya 8 yaşlarındaydım. Babamın mezarını bize gösterdiler. Büyük bir ağacın yanındaydı. Ama babamın mezarının üzerindeki toprak teberrük (Kutsal) olarak kabul edildiği için halk tarafından büyük bir kısmı götürülmüştü’’. Belediyeler 1930’dan sonra mezarları yıkıyor. Üzerine imar izni çıkarıyor. Şu an askeri binalar yapılmış oralara. Yani mezarlıklar 1930’larda belediyelerin tasarrufu ile yıkılmış ve tapu kadastroya devredilmiş. Ben vakıflar müdürlüğü yaptığım için biliyorum, kanunen hayratlar kimin mülkiyetine geçerse geçsin geri verilmek zorundadır. Yani vakıflara devredilmek zorundadır. Ben bunun için uğraştım. Çünkü hayrattır ve harita da mevcuttur. Yakında Şeyh Said Derneği olarak bir dava açılacak ve bende bu davada tanık olacağım. Dernek o araziyi geri almak istiyor. Vakıflar kanununa göre, mezarlıklar, hamamlar, medreseler, camiler ve hanlar hayrat olarak kabul edilmekte ve zaman aşımına dahi uğrasa farklı şeyler için kullanılamaz. 

Şeyh Said Hareketi bastırıldıktan sonraki süreçlerde Türkiye’nin batısına serhıldanın yoğun yaşandığı bölge halkı ve Kürtlerin önemli öncü konumuna sahip ailelerin ve şahsiyetlerin sürgünleri başlıyor. Yaşanan bu sürgünler için neler söylenebilir?

1925’te hareket başladı ve söndürüldü. Sürgünler 1926’da başladı. Ve daha önceden çıkarılmış olan ‘Takrir – i Sükun’ kanunu devreye koyuldu. Yani sürgün kanunu. Tekrardan baş olabilecek kim varsa, hatta kendi yandaşları bile, hepsini sürgün ettiler. Sadece Şeyh Sait hareketi içerisinde yer alan değil, hareket karşı olanları bile sürgün ettiler. Daha sonra 1928’de genel af çıkartıldı ve sürgüne gönderilenler geri döndü. 

1925 Hareketi dönemine ve sonrasına ait arşivler neden kamuoyuna kapatıldı? Bu arşivler nerede tutuluyor?

Şark İstiklal Mahkemesi özel bir kanunla 4 Nisan 1925’te kuruldu ve 1927’ye kadar devam etti. Bu mahkemenin arşivi, görev süresi bittikten sonra TBMM arşivine alındı. Uğur Mumcu ve Mahmut Akyürekli gibi araştırmacılar mecliste var olan özel ilişkileri nedeniyle bu arşivlerin bir kısmına ulaşabildiler. Hukukta ‘Kara Karton’ olarak bilinen mahkeme kararlarının koyulduğu arşivler var. Bunlara ulaşmak kolay. Zaten içerisinde yüzlerce karar bulunmakta. Mesela Şeyh Said’in karar numarası 69’dur. Normalde bu arşivler zaman aşımına uğrayınca ulaşıma kapatılıyordu. Fakat Cemil Çiçek meclis başkanıyken bu zaman aşımını kaldırdı ve arşivleri Osmanlıcadan Türkçeye çevirtti. Ama Türkçeye çevrilenler sadece mahkeme kararları. İfadeler, savunmalar çevrilmediği ve Osmanlıca olduğu için kimse halen tam anlamıyor. Gerekli görüldüğünde sadece Türkçeye çevrilmiş kararlar yayınlanıyor. Bir aksilik olmazsa şayet, mahkeme zabıtlarını, ifadeleri, savunmaları ve sorulan soruları içeren kitabım yakında çıkacak ve bir döneme ışık tutacak. 

İsmet İnönü’nü Kürtlerin yakın tarihini incelediğimizde Kürtlere yönelik belirlenen sert ve kıyım politikalarının önemli bir yöneticisi ve uygulayıcısı olarak karşımıza çıkıyor. İsmet İnönü’nün Kürt düşmanlığının temelinde yatan gerçek neydi?

İsmet İnönü aslen Colemergli (Hakkarilidir). Köylerinin ismi Kırım’dır. Zaten oradaki herkesin soy ismi Kırımoğlu’dur. İsmet İnönü’nün dedeleri Bitlis’e geliyor. Aslen Maruni ve Hristiyan’lar. Ama Kürt Hristiyan mı yoksa diğer Hristiyanlar gibi midirler onu tam olarak bilemiyorum. Tahminimce ve büyük ihtimalle Kürt Hristiyandırlar. (Şeyh Abdulselam’da bir süre Marşelmon’un yani Maruniler’in yanında kalmıştı). Bunlar Bitlis’e geliyorlar ve bir kısmı halen Erciş’te. Bir kısmı Diyarbakır’da. İsmet İnönü’nün babası posta işlerinde memur ve Malatya’da görev yapıyor. Daha sonra tayini İzmir’e çıkıyor. İsmet İnönü’de İzmir’de dünyaya geliyor. Yani Giap gibi, Süleyman Nazif gibi, Ali Saip gibi, Ziya Gökalp gibi, Kürt ama Kürtlere düşman. Bu nedenle sadece İsmet İnönü’den bu yönlü bahsetmek yetmiyor. Daha Osmanlı’da Padişahlara en yakın olanlar Kürt. Başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere, ta 1923’e kadar Osmanlı İmparatorluğu hep Kürtlerin fikirleri ile idare edildi. Mele Goran Fatih’in hocası. Yavuz Sultan Selim zamanında bakıyorsun Şeyhülislam Kürt Mesut. Fetva çıkartma yetkisine sahip olan kişi. Bu örnekler çoğaltılabilir. Hatta yakın tarihe kadar devlet idaresinde bulunan müşavirlerin çoğu Kürtler. Fakat son zamanlarda Kürtler bu tür görevlerden uzaklaştırıldı.

Siz bu belgelere nasıl ulaşabildiniz? 

Ben resmi olarak araştırmacıyım. Başvuru yaptığınızda ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca TBMM’deki arşive herkes ulaşabilir. Ben Osmanlı arşiv incelemelerinde belgeli birisiyim. Osmanlı, Tapu Kadastro ve Vakıflar arşivlerini inceleyebilmek için izin belgem var. İstediğim gibi gidip inceleme hakkına sahibim. Sadece şu şartı koşuyorlar, bir kitap yazdığınızda yayınlamadan önce bize bilgi verin deniliyor. Bende bir kitap yazdığım da onları bilgilendiriyorum. Ama dediğim gibi meclis arşivi herkese açık ve isteyen gidip inceleyebilir. Arşiv, Osmanlıca ve 10 cilt kitap haline getirilmiş. Bunlardan 5 cilt Şeyh Said üzerine, diğer 5 ciltte Türkiye’nin tamamına ait. 

Sonuç itibariyle Şeyh Said hareketi bir bütün ele alınmalı ve öyle değerlendirilmeli. Yoksa öyle cımbızla çeker gibi bazı şeyleri çekip almak ve yorumlamak doğru sonuçlar doğurmaz. Yani bir bütünü ele alarak değerlendirmek gerekir.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.