ÜÇ AYAKLI İHTİLAFIN TARİH AYAĞI

ÜÇ AYAKLI İHTİLAFIN TARİH AYAĞI

Vazgeçilmeyen bu kahramanlık kültürü sadece okullarda değil, basında, edebiyatta, şiirde, romanda, tiyatroda velhasıl bütün sözlü, yazılı ve görsel ürünlerin hepsinde, hayatın her alanında karşımıza çıkar.

A+A-

Osman AYDIN

Ulus devletin ve milliyetçiliğin coğrafya dışında bir başka önemli dayanağı da tarihtir. Topluma kabul ettirilmek istenen tarihin, geniş kitlelere ve genç beyinlere işlenmesi için her düzeydeki okullarda okutulan tarih dersi kitapları incelendiğinde Türk tarih anlatımı ve anlayışının özgünlüğü hemen fark edilir. Bu özgünlükte fazlasıyla dağınık sahnelerde sunulan karmaşık bir anlatım görülür. “Adriyatik’ten Çin Denizi’ne” kadar uzanan söylemin üretildiği yer olan Anadolu coğrafyası Türk kültürüne ait olmayan kalıntılarla doludur.

Türk tarihinin oluşumunda özel ve özgün motif fazlasıyla "kahramanlık" söylemidir. Vazgeçilmeyen bu kahramanlık kültürü sadece okullarda değil, basında, edebiyatta, şiirde, romanda, tiyatroda velhasıl bütün sözlü, yazılı ve görsel ürünlerin hepsinde, hayatın her alanında karşımıza çıkar. Kahramanlık kültürünün sonucu olan savaş, adeta kutsanmıştır. “Şehitlik” mertebesine o nedenle fazlasıyla değer verilmektedir. Bir spor karşılaşmasına giden taraftarın “ölmeye geldik” demesi veya iki futbol takımı arasında oynanan oyuna “iyi savaştık” diye yorum yapılması bu kültürün ürünüdür. “Kahramanlık, cesaret, dayanıklılık, uygarlık yeteneği soylu Türk milletinin doğal özellikleri” sloganı ile Türk toplumuna devamlı şırınga edilen kavramlar bu anlayıştan kayanaklanır. Buna ek olarak, evrensel uygarlığın kökeninde Türklerin yaratıcılığının ve üstün rolünün bulunduğu düşüncesini topluma sindirmekten de geri durulmamaktadır.

İşte Türk tarihi bu duyguların egemen olduğu bir anlayışla yazılmaktadır.

Türklerin yazdığı tarihin coğrafyaya ile ilişkisi kurulduğunda, düşünce dünyalarında üç ayrı “vatan” kavramı ortaya çıkmaktadır. Göçebe halkların vatan diye sahiplendikleri coğrafya zilliyedliğe dayanan bir tasarruftur. Bunun üzerine de ancak iğreti bir tarih bina edilebilir.Yaşanan değil yaratılan tarih, değişik dönemlerde üç ayrı coğrafyayı vatan olarak görmüştür.

Birincisi 8.- 9. Yüzyıllardan sonra İslam tarihine ve coğrafyasına sahiplenme.

İkincisi 11. Yüzyıldan sonra Anadolu tarihine ve coğrafyasına sahiplenme. Ancak 1923’ten sonra “Türkiye” olarak adlandırılan coğrafya üzerinde kurulan devletin Türk tarihiyle örtüştüğü tezi ileri sürülmüş olmakla birlikte Türklerin tarihi ile Türkiye tarihinin asla örtüşmediği ve bu iki tarih arasında ki açık uyumsuzluk tarihsel söyleme çok özel bir nitelik kazandırır. Türk halkının bugün Türkiye olan topraklara 900 yıl önce yerleşen bölümünün toprakla ilişkisi başka yerlerde görülenden daha karmaşıktır; 19. ve 20. Yüzyıllarda canlanan Asya tarihinin anısı da bu ilişkiyi iyice bulandırmıştır. Türklerin etnik tarihi bakışları, durmadan doğuya dönüktür. Türk milliyetçiliği Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, yeniden büyük bir umutla işlenen bu milliyetçilik uzakta kalmış, ama Türkçe konuşan ve daha da uzaktaki, bugün Moğol olan topraklarla duygusal bağ kurmaktan kendilerini alıkoyamamaktadırlar. Bu melankolik duygu yoğunluğunun çıkış noktası Pantürkizm ve Panturanizm denen ideolojilere dayanmaktadır.

Türklerin özel bir bağlılık hissettikleri üçüncü bir toprak parçası ve buna bağlı tarihi ise Kuran’ın indiği halkın topraklarıdır. Müslüman olan ve Türklerin kutsal bir saygı besledikleri Arap-Müslüman sahası.

Demek ki toprakla üçlü bir ilişki söz konusudur ve bu topraklara uygun tarih tezlerini oluştururken üç ana ilişki ortaya çıkmaktadır.

Birinci ilişki, Türkler günümüzde bir toprağın üstünde, Anadolu’da yaşamakta fakat buranın geçmişini ancak kısmen kendi geçmişleri olarak benimsemektedirler.

İkinci ilişki, genellikle anayurt adı verilen, bilinmeyen ama düş yüklü, kökenlere yönelik nostalji yüklü bir başka yerleri vardır, en azından resmi tarih bu yeri öyle konumlandırmaktadır.

Üçüncü olarak da güncel bir ideoloji olan “Türk-İslam sentezi” anlayışının egemen kılınmak istenen İslam dininin yayıldığı geniş coğrafyadır.

Tarih bu üç coğrafya esası üzerine kurulurken bu, coğrafyalara sahiplik yapmış halkların ve kültürlerin bütününü inkâr ederek buraların tarihine bütünüyle sahiplenmişlerdir. Dolayısıyla yalan ve inkâr üzerine bir tarih tezi oluşturulmuştur.

Türk milliyetçiliği daima tarihe gönderme yapan söylemler üzerine oturtmak için uğraş verilmektedir. Bu söylemler efsanelere, özellikle yaratılış efsanelerine dayandırılır ve bu söylemlerini tarihsel, dilbilimsel, antropolojik kanıtlarla temellendirilmeye çalışmaktalar ve bu ideolojiyi bilimsel dış görünümler altında gizlemektedirler. Bu milliyetçi ideolojinin toplumun bütününe ulaşmasını amaçladıkları için tarih ve coğrafya ders kitapları ile okul, kışla ve dinsel mekânlar ideal taşıyıcılar olmaktadır. Bunun içindir ki Türkiye’de okullarda okutulan derslerin adı “milli tarih”, “milli coğrafya” dır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlgili Haberler