M. Hüseyin Taysun

M. Hüseyin Taysun

yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'de Kürd sorunu ve muhataplık meselesi

A+A-

Türkiye’de hemen her seçim öncesi siyasi partiler ya var olan partileri iktidardan düşürmek ya da kendi partilerini iktidara taşımak üzere Kürd sorununu çözeceğim iddiasını ortaya atarak oldukça şeytani ve hareketli bir tartışmayı başlatmaktadırlar. Sistem partileri ve onların yönetici kadrolarının Kürdleri kandırmaya yönelik böylesine sinsi taktikler kullanmaları çok da yadırganacak bir durum değildir.

 Sebebine gelince Türkiye’de çok partili döneme geçildiğinden günümüze kadar Kürd seçmenlerinin oyları belirleyici bir rol oynamaktadır. Geçmişte görüldüğü gibi Menderes, Demirel, Ecevit, Özal ve en son Erdoğan Kürd seçmenlerinin desteğini alarak iktidar olabildiler.

Biraz daha gerilere gidersek Mustafa Kemal Sivas ve Erzurum Kongrelerinde Kürdlerin büyük desteğini almasaydı ne Kurtuluş Savaşı’nda başarı sağlayabilir ne de bugünkü TC Devleti kurulabilirdi. Meseleye bu çerçeveden bakacak olursak Kürdlerin hem TC Devleti’nin kuruluşundaki hem de iktidarların değişimindeki belirleyici rolünün hiç kimsenin inkâr etmesi veya görmezlikten gelmesi mümkün değildir.

Peki, sonuç: Sonuç bellidir. Kürdler Tüm olaylarda ve süreçlerde kandırılan, kullanılan ve her seferinde kahpece hançerlenen taraf olmuşlardır. Ne yazık ki Kürdlerin iyi niyeti, samimiyeti ve büyük bedellere rağmen yaptıkları fedakârlıkları İttihat ve Terakkici ırkçı şoven anlayışlar tarafından büyük ihanet ve zulümle karşılaşmıştır. Günümüze gelirsek Türkiye’de birçok iktidarların değişmesine rağmen değişmeyen ve Kürdleri Lozan'dan günümüze kadar köle durumuna düşüren anlayış ırkçı şoven ve temelleri İttihat ve Terakkici zihniyetle birlikte atılmış Tekçi, Türkçü devlet anlayışıdır. Bu uğursuz anlayışın günümüzdeki en fanatik temsilcileri ise CHP ve diğer Kemalist Türk Sol Hareketleridir.

Şimdi sormak istiyoruz: Kılıçdaroğlu’nun bir seçim arifesinde oraya attığı Kürd sorununu çözeceğim iddiası ne kadar inandırıcı ve samimi olacaktır?

Kılıçdaroğlu CHP’si Kürdleri Lozanda statüsüz bırakan cumhuriyetin kurucu değerlerini inkâr veya red mi etmektedir?

Kılıçdaroğlu bugünkü AKP – MHP iktidarının güney ya da Güneybatı Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak operasyonlarına karşı mı çıkmaktadır?

Kılıçdaroğlu mevcut Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez bu maddelerini tanımıyor ya da bunlara karşı mı çıkmaktadır?

Kılıçdaroğlu Türkiye’nin maarif sisteminde Kürd dilinde eğitim ve öğretimin yapılmasını mı talep etmektedir?

Kılıçdaroğlu Şex Sait, Ağrı, Zilan, Dersim, Sasom katliamlarını yapan zihniyeti lanetleyip Kürdlere bu vahşet ve idamları yapanları mı sorgulamaktadır?

Elbette ki Kılıçdaroğlu ve onun partisi bunların hiçbirisini ne yapmak istiyor ne de dillendirmektedir. Peki, Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor? Yapmak istediği şeyin TC Devleti’ni yirmi yıldır beceriksiz hoyratça yöneten ve mevcut sistemi sıkıntıya sokan Ak Parti iktidarını düşürerek Türkiye’yi Kemalist kadrolara teslim edip ülkenin içerde ve uluslararası arenada sıkışmış olan durumunu kurtarmak ve TC Devleti’ni daha itibarlı ve iddialı bir konuma taşımak istemekte ayrıca da hayranı olduğu Kemalizm'e ne kadar bağlı birisi olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.

Peki, bütün bunlar Kürdler açısından ne anlama geliyor ve sonuçları ne olacaktır?

Kılıçdaroğlu ve diğer Kemalist solculara ait bu sinsi projenin Kürdler açısından sonuçlarını bilmek için kâhin olmaya gerek yok?

Hedeflenen Güçlü devlet, Güçlü ordu, Güçlü bürokrasi ve Güçlü hariciyedir?

Ya sonuç, Sonucu da artık Yüzyıldır kazık yemeye alışmış Kürdler düşünsün?

 Gelelim Kürd sorununda devletin muhatabı kimler olmalıdır?

 Bu soruya bizim vereceğimiz en somut cevap elbette ki zulme uğramış 25 milyon Kürd halkının tamamıdır. Sebebine gelince bu ceberut devlet kime zulmetmiş, kimleri mağdur ve perişan duruma düşürmüşse onların tamamı muhataptırlar. Dolayısıyla bütün Kürdler geçmişte yaşananların ve çekilen acıların hesabını sormak üzere muhatap alınmalıdır. Çünkü devlet dediğimiz Fırat’ın kenarında kaybolan koyundan sorumludur. Tıpkı Kürdlere önderlik yapan Kürd ağa, bey, şex ve Mirlerin kendi aşiretinden ve halkından sorumlu oldukları gibi.

Üstelik bu söz biz Kürdlere de ait değildir. TC Devletini otuz yıl başbakan ve cumhurbaşkanı koltuğundan yöneten ırkçılığıyla ünlü Süleyman Demirel’e aittir. Ayrıca bir iddiayı da düzelterek konuyu açıklığa kavuşturalım. Bu ülkede bazılarının iddia ettiği gibi Kürd sorunu 30 – 40 yıllık PKK ve Apo’nun yarattığı terör sorunu değildir. Bunun tam aksine yüzyıllık kangrenleşmiş ve hakları gasp edilmiş bir millet sorunudur. Ayrıca tarafları da bellidir. Taraflar altı bin yıllık kadim Kürd halkını haritadan silmek isteyen ceberut devlet anlayışı ve bu kahredici zulüm pratiğine karşı direnen ve özgürlük mücadelesi veren Kürd halkıdır. Bu anlamda zulüm ve inkâr nerede başlamışsa tarih de orasıdır.

 Kürd halkına yönelik zulüm, inkâr ve sürgünler İttihat Terakkiyle başlamış TC Devletinin kuruluşuyla katmerleşerek günümüze kadar ulaşmıştır. Buna ortalama 100 – 150 yıl diyebiliriz. Dolayısıyla bugün kimler kendi ataları olan Cemal, Talat ve Enverleri sıkılmadan sahiplenip savunuyorlarsa Kürdlerin de Şex Sait, Seyit Rıza, İhsan Nuri, Mela Mustafa Barzani’yi ve darağacında sallandırılan önderlerini o kadar savunma hakkı vardır. Sonuç olarak dedeleri asılmış, babaları katledilmiş ve sürgünlere gönderilmiş olan her acı çeken Kürd evladının sorunun çözümünde masaya oturma hakkı vardır.

 Türkler de Çanakkale’de Dumlupınar’da, Sakarya’da mücadele etmiş olanların evlatları ve torunları kendi atalarıyla nasıl övünüp gurur duyuyorlarsa Kürdler de Ağrı’da, Zilan’da, Koçgiri’de, Sason’da kendi halkının özgürlüğü için ebediyete intikal etmiş atalarıyla bir o kadar gururlanma hakkına sahip olmalıdırlar.

 Peki, ya Kürd parti veya siyasetçileri muhatap mıdırlar? Elbette ki onlar da muhataptırlar ve tarihsel rollerini büyük bir cesaret, bilgi ve birikimleriyle yerine getirmelidirler. Çünkü onlar Kürd halkının yetiştirdiği ve umutla baktığı aynı zamanda büyük bedeller ödemiş evlatlarıdırlar.

Sonuç olarak bu coğrafyada kalıcı bir barış ve huzur tesis edilmek isteniyorsa tarafların uluslararası gözlemcilerin de bulunduğu yani garantörü, garantisi ve belgesi olan koşullarda ve tarafların birbirine saygılı olmak kaydıyla görüşüp müzakere etmeleri en akılcı yoldur. Aksi durum hiç kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi bu uğursuzluk ve haksızlık sonsuza kadar sürüp gidecektir.

Saygılarımla

M. Hüseyin Taysun

26.09.2021 İST

Önceki ve Sonraki Yazılar