Selim Temo yazdı: Kürtçe ezan, Kürtçe salâ, Kürtçe mevlit

Selim Temo yazdı: Kürtçe ezan, Kürtçe salâ, Kürtçe mevlit

Gazeteci yazar Selim Temo yazdı: Cumhuriyet Türkçesine çevrilen ezan sonra Arapçaya döndü. Pek bahsedilmeyen salâ da aynı Türkçeye çevrilmişti ve öyle kaldı. Yani bir Kürt öldüğünde salâsı Türkçe okunuyor.

A+A-

 

Kendi kurdukları düzenin kurbanı olan The Cemaat’in medyası, yıllar önce “Kürtçe Ezan Okudular” bandı döşenip yalan haberini köpürtüp durmuştu. Bugünküler gibi “ben devletim” diye höyküren polisleri mevlit basmış, cevval kameramanları (belki de polis kamerası) mevlide katılanları çekmiş, acar muhabirleri burun direklerine mikrofon dayamış ve iri harfli haber şeritleri birbirine karışmıştı. “Kürtçe mevlid”i “Kürtçe ezan” diye lanse etmişler ve kimse de “sizi yalancılar sizi” diyememişti. Gerçeği anlatmaktan yorulmuş Kürtlerin sözleri ya da Kürtçe ezanın bir kısmını değil, davudî bir fermanın yankısını duyup durmuştuk. Anadolu irfanıyla serpilmiş efendiler ile onların makbul Kürtleri, olmayan Kürtçe ezana Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki Türkçe ezana karşı çıkmadıkları kadar karşı çıkmışlardı. Bugünkü gibi o gün de gerçeği söyleme mecburiyeti Kürt’e, gerçeğin mülkiyeti Türk’e verilmişti!

Tarihin hiçbir döneminde Kürtçe ezan var olmadı, ama bazı Kürtlerin de ceddi olan Osmanlılarda Türkçe ezan geleneği vardı. Nitekim 19’uncu yüzyılın ortalarında Avrupa’nın ortasındaki yalnızlıktan bunalıp Turan idealini (1839) uyduran Macar aydınlarının izindeki Ignac Kunos (1860-1945), yüzyılın sonlarına doğru geldiği İstanbul’da Türkçe ezanı duymuştu. Bir kısmı şöyleydi: “Yoktur tapacak / Çalabdır ancak…” Osmanlıların Türkçe ezanında Çalab denen Allah, Cumhuriyet dönemi Türkçe ezanında Tengri/Tanrı olacaktı: “Tanrı uludur / Tanrı’dan başka yoktur tapacak…”

Kürtler arasında taziyede mevlit okuma/okutma geleneğini duymadım, ama cemaatini Kürtlerin oluşturduğu camilerde hutbeler uzun süredir Kürtçe değil Türkçe okunmaktadır. Bu hutbeler, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanır ve bütün camilerde okunması farz sayılır! Müslüman Kürtlerin ekseriyeti Şafiîdir, ama hutbeler Hanefî mezhebine göre hazırlanır. Öte yandan Cumhuriyet Türkçesine çevrilen ezan sonra Arapçaya döndü. Pek bahsedilmeyen salâ da aynı Türkçeye çevrilmişti ve öyle kaldı. Yani bir Kürt öldüğünde salâsı Türkçe okunuyor!

Yaşayan makbul Kürtlerin Türkçe hutbe ve salâya itirazlarını duyan olmamıştır. Ama geçen Cumartesi yayılan Kürtçe mevlide müdahale haberine makbul Kürtlerden Abdurrahman Kurt yiğitçe karşı koydu. Bol emojili ergen ergen twitlerle gerçeği bir kez daha efendiye mâl etti. Ama Kurt’un ve diğer bazı makbul Kürtlerin mevlit hassasiyetini anlamak güçtür; çünkü Selefîler mevlidi “bid’at” sayarlar ve devlet dincisi Kürtlerin çoğu son dönemde Selefî oldular.

Kovulsa bile kapıdan fazla uzaklaşmayan Kürtleri bir tarafa bırakıp edebiyat tarihine bakalım. Selefîlerin tekfir ettikleri “mevlit”, aslında bir edebî metindir. Mevlitlerde Hz. Muhammed’in doğumu ile bu doğumun öncesi ve sonrasındaki olaylar anlatılır. Manzum yani şiir şekilde olabildiği gibi nesir, yani düzyazı şeklinde de olabilir. Mevlidin doğum yeri hanesinde Kürdistan yazar. Bu edebî tür 13’üncü yüzyılda bugünkü Güney Kürdistan’ın Hewlêr/Erbil şehrinde ortaya çıkmıştır. İbn Dihye el-Kelbî’nin ilk mevlit sayılan Et-Tenvîr fî Mevlidi’s-Sirâci’l-Münîr’inin dili Arapça’dır. Sonrasında diğer Müslüman topluluklarının dillerinde de mevlitler yazılmaya başlanmıştır.

İlk Türkçe (Anadolu Türkçesi) mevlit olarak Süleyman Çelebî (1351-1422)’nin 1409’da tamamladığı Vesîletü’n-Necât’ı gösterilmektedir. Peki Arapçadan geçer not alamayan Çelebî, mevlidini nasıl yazdı? Hasan Aksoy, bu mevlidin Mustafa Darir’in 1388’de tamamladığı Sîretü’n-Nebî adlı çevirisindeki “Mevlid” manzumesine dayandığını yazar. Aksoy, Çelebî’nin etkilendiği eserler arasında Ahmed Fakih’in Çarhnâme’sini de sayar. Öte yandan bu mevlitteki “Allah âdın zikr idelüm evvel ibtidâ / K’andan oldı ibtidâ her kula” beyti, Âşık Paşa’nın Garîbnâme’sindeki “Allah âdın eyt’lüm evvel ibtidâ / K’andan oldu ibtidâ vü intihâ” beytine çok benzer! Çelebî mevlidine 1395’te Bursa’ya gelen el-Mevlidü’l-Kebîr yazarı Kürt âlim İbnü’l-Cezerî’nin de katkısı söz konusudur. Çelebî’nin mevlidi özgün olmadığı gibi (klasik edebiyatta bu mümkün de değildir) eklemelerle günümüze kadar gelmiştir. Bu eklemelerden biri de aşağıda bahsedeceğim “Merhaba” bölümüdür.

M. Tayyip Okiç, 1975 tarihli “Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemeleri” başlıklı yazısında Çelebî’nin mevlidini adeta mevlit türünün ideası ilan eder ve pek çok dil gibi Kürtçenin mevlit geleneğini de ona bağlar. Yazar “bilmediği diller”deki mevlitlerin baş ve sonundaki Arapça ibarelere bakarak karar verdiğini belirtir. Bu da doğru değildir, çünkü Okiç, Melayê Bateyî’nin mevlidini onu yayınlayan Kürdizâde Ahmed Ramiz’e ait sayıp şöyle der: “Süleyman Çelebi Mevlidinin te’siri altında kalmış olduğuna muhakkak nazariyle bakılmaktadır!” Okumadan tesir tespit ettiği mevlidin baş kısmındaki “Arapça” ibareyi de okumamıştır aslında. Zaten o ibare Arapça da değildir! Zira El-Ezher öğrencisi Ahmed Ramiz 1908’de söz konusu mevlidi Abdullah Cevdet’in Kahire’deki İctihat Matbaasında bastırmıştı ve hemen başında şu “Türkçe” ibare bulunuyordu: “Ezher-i Şerîf talebesinden Kurdîzade Ahmed Ramiz Efendinin himmetiyle neşr olunmuştur!”

Okiç’in üfürmesini ileriye taşımak ise bazı Kürtlere kalmıştır. Bu isimler bugün Kürt’ün hutbesini, salâsını, mevlidini yasaklayan Türk’ü “kardeşlik tarihi”ne ikna için mevlit alanında da bir ast-üst ilişkisi tesis etmeye girişip kendi geleneklerini önemsizleştirdiler. Kimisi ilk Kürtçe (Kurmancî) mevlit sayılan Bateyî mevlidinin tamamının Çelebî mevlidinden yürütme olduğunu yazdı, kimisi ise “insaflı” davranıp Bateyî’nin Çelebî’nin mevlidindeki “Merhaba” bölümünü yürüttüğünü ileri sürdü. Peki Çelebî’nin mevlidindeki “Merhaba” bölümü nasıldır? Bunu söylemek imkânsız, çünkü Çelebî’nin mevlidinde “Merhaba” bölümü yoktur! Yüzde doksanından fazlası Arapça olan “Merhaba” bölümü çok sayıdaki Arapça mevlitte mevcuttur. Türkçede ilk kez Çelebî’den 60 yıl sonra mevlit yazan Ahmed’in mevlidinde görüldü. Ama o kadar sevildi ki Çelebî’nin mevlidine de eklendi. Aynı bölüm Bateyî’nin mevlidinin orijinalinde de yoktur ve ona da sonradan eklenmiştir, ama Çelebî’de olmayan bu bölümün Ahmed’den değil, Arapça bir mevlitten eklenmesi daha akla yakın gelmektedir.

Kürtçede mevlit yazma geleneği devam ediyor. Yüzyıllar önce yazılmış olanları gibi son 2-3 yılda yazılanları da var. Bana kalırsa en güzeli hâlâ da Bateyî’ninkidir. Üzerinize afiyet şiir yazan biri olarak belirtmeliyim ki kulağım bu harika mevlit ile dolu. Sadece okumaz, güzel okuyan bir mevlidhan olursa dinlerim de. Nitekim en son şehirlerarası bir dolmuşta dinledim. Dolmuşta tabancasını ikinci bir fallus gibi taşıyan ve kendi kafasını hepimizin kafası varsayarak, “kaptan kafamız şişti, kapat şunu” diyen biri vardı. Okunan ve dinlenen şeyin Kürtçe mevlit olduğunu bildiğini sanmam, belki “Kürtçe ezan” sanmıştı. Neden o zaman hiç bahsetmedim peki? Canım her yaşadığımızı söylesek bir ömür yetmez. Hem biliyorum ki kendi yaşadığım olayın yaşadığım gibi olmadığını söyleyecek bir sürü Kurt vardır!

Gazete Duvar

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.