Rohat Alakom: Kürtlerin haklı olduğunu bütün dünya biliyor

Rohat Alakom: Kürtlerin haklı olduğunu bütün dünya biliyor

Yazar Rohat Alakom: Bir gerçek var, o da Kürtlerin her zaman haklı olduğudur. Bunu tüm dünya iyi biliyor. Bu bakımdan dünyayı kazanmanın yollarını da araştırmalıyız.

A+A-

 

Jinda Zekioğlu*

Rohat Alakom, Türkiye’de yaşayamayacağını anladığında sadece 23 yaşındaydı. Bulgaristan ve Almanya’nın ardından İsveç’te karar kıldı ve yazmaya başladı. Kendisinin tabiri ile o dönem yaklaşık 50 Kürt İsveç’te Kürtçe ve Kürt edebiyat üzerine çalışırken, uzaktan kendilerine ‘evinizde oturuyorsunuz’ dendiğini ancak işlerinin kıymetinin belki de yeni yeni anlaşıldığını söylüyor.

Kültür tarihine özel bir ilgi duyan Alakom, özellikle Kürt aristokrasisini hususi olarak kaleme alıyor. 1987 yılında Kürdoloji Biliminin 200 Yıllık Geçmişi adlı kitabı yayınlandığında, Türkiye’de kalmadığına seviniyor. Akıbetinin ne olacağı belli zira!

Ardından, Çağdaş Türk Edebiyatında Kürtler’i yazıyor. Said-i Kurdî’yi 91’de yazıyor. Eski İstanbul Kürtlerini yazıyor mesela, Orta Anadolu Kürtleri’ni yazıyor. Xoybun Kürtleri’ni yazıyor. Kars Kürtleri’ni yazıyor. Derken, o dünyayı değiştiren 50 Kürtle yıllar içinde büyüyen zarif ve enetelektüel klanı ‘İsveç Kürtleri’ni yazıyor.

Kendisi de o klanın bir üyesi olan Rohat Alakom’la herkesin Kürtleri konuştuğu bugünlerde biraz tarih, biraz güncel siyaset konuştuk. Enerjisi, gücü, zerafeti ile örnek bir Kürt aydını olan Alakom, bakın neler anlattı bize…

Sizin gibi bir entelektüelin, bir Kürt aydınının siyasetin hep gerisinde olmasına şaşırmışımdır. Birikiminiz, yorumlarınız, engin deneyiminizi siyasete hiç bulaştırmayışınız bir tercih midir? Neden?

1970’li yıllarda gençlik hareketlerinin de etkisiyle kendimi siyasetin içinde buldum. Ankara’da yüksek öğrenim yıllarımda ülkede sağ ve sol gruplar arasında süren gerginlikler ve çatışmalar şiddet boyutuna erişmişti ve her gün gözümün önünde insanların öldüğüne tanık oluyordum. Kaldığım Cebeci mahallesi sol kesimin kalesi sayılıyordu. Mahallelerin sol ve sağ güçler tarafından fethi ister istemez günlük yaşamımızı da etkiliyordu. Bu yetmiyormuş gibi daha sonraları Kürtler arasında baş gösteren siyasi kutuplaşmalar da can almaya başladı. Böylece ülke giderek bir kaosa sürüklendi. 1978 yılında yurt dışına çıktım, Bulgaristan, Almanya ve İsveç gibi ülkelerde kaldım. Benim yaşamımda yeni bir dönem başladı. Yine siyaset vardı ama şiddet koşulları göreli olarak hemen hemen tümüyle ortadan kalkmıştı. 1983 yılında İsveç’e yerleştikten sonra zamanımın büyük kesimini yazarlık mesleğine verdim. Kürt kültürü özellikle de kültür tarihi ilgimi çok çekmeye başladı. Tüm zamanımı bu kültürün yazılmayan, az bilinen veya çekici bulduğum alanlarına ayırdım. Tekrar sizin sorunuza dönecek olursak siyasetle uğraşmak için ne enerjim ne hevesim ne de artık zamanım kalmıştı. Bir Kürt yazarı olarak yola devam kararı aldım. Ama Kürt olmak ve Kürtler üzerine yazmak da bildiğiniz gibi Türkiye’ye ayak bastığınızda siyasi riskler içeriyordu. Bu yüzden yıllarca çok sevdiğim ülkeme güzel Serhat’a gidemedim.

Belki siyaset yapmadınız ama en az bir politikacı kadar etkilendi yaşamınız…
 

Bilindiği gibi Kürt yazarı olmak, Kürt kültürü üzerine çalışmak Türkiye koşullarında en tehlikeli, en zararlı siyasi etkinlikler olarak sınıflandırıldı. Bu alanda yapılanlar, yazılanlar bu yılların siyasi literatürüne “Kürtçülük”, “bölücülük” ve “ayrımcılık” olarak geçti. Daha doğrusu Kürt aydınları kendilerini tam da siyasetin içinde buldular. Bizim Kürtlerin bir kesimi de zaman zaman eleştiri oklarını İsveç’e yolu düşmüş yazarlara çeviriyorlardı.

Tam da bahsettiğim bu aslında. Yazmak hele de Kürtçe yazmak başlı başına bir eylem olarak görülmüyor. İlle Türkiye’ye gelip meclis çatısı altına girmeye çabalamanız mı gerekti yani?

İsveç Kürt yazarlarının “evlerinde oturduklarını” ve ülkede yürütülen mücadeleye destek vermediklerini dile getiriyorlardı. Ama İsveç Kürtlerinin olağanüstü bir çaba harcayarak bir mucize yaratıp Kürt dilini Kurmanci lehçesini yok olmaktan kurtarıp bir yazı dili haline getirdikleri yıllar geçtikten sonra anlaşıldı. Sayıları 50’yi bulan bu yazar arkadaşlar özellikle 1980-2000 arasında kurdukları onlarca yayınevi, çıkardıkları onlarca dergi ve gazeteler ve yayımladıkları yüzlerce kitap vasıtasıyla Avrupa’nın hiçbir ülkesinde eşi ve benzeri olmayan bir kültür hareketine öncülük ettiler. Bu birikimin büyük bir kısmı yeni bir binyıla girildiği 2000 yıllarında kendi kültür başkentleri Stockholm’den İstanbul ve Diyarbakır gibi kentlere kaydırıldı veya taşındı. Kısacası Kürtlerin gerçek istemleri (dil, kültür ve kimlik) doğrultusunda hareket ederek bir bakıma Kürtlerin ne kadar haklı olduğunu dünyaya gösterdiler. Meydanlarda pek görünmeyebilirler ama dört duvar arasında masa başında sabah kadar göz nuru döken Kürt aydın kesimi her zaman Kürt uyanışına öncülük etmişlerdir.

‘TARİHTEN DERSLER ALMAMIZ GEREKİYOR’

Kürt tarihi üzerine uzun yıllardır çalışmalar yürütüyorsunuz. Sayenizde okuduğumuz, öğrendiğimiz, ışık tuttuğunuz birçok gerçek var. Güncel politikanın içine girmeden, eserlerinizle Kürt siyasetini de yönlendirmişsinizdir mutlaka. –ki dediğimiz gibi yazmanız dahi yeterli. Peki sizce Kürtlerin, günlük siyaset içinde yol alırken tarihten alması gereken dersler neler?
 

Kesinlikle bazı dersler almamız gerekir. Burası doğru. Ama bu tarihin ne kadar yazıldığı, kitlelere ne kadar ulaştığı sorusu da önemlidir. Kısacası biz tarihimizi büyük ölçüde bilemiyoruz. Yeni yeni belgelerin ortaya çıkışı sayesinde bir kısım bilgiye ulaşabildik. Örneğin 20. yüzyıl başlarında İstanbul’da çıkan bazı gazete ve dergilerin koleksiyonları ortaya çıkarılmadığı veya Latin harflerine çevrilmedikleri için Kürtlerin bu çok önemli dönemde ne düşündüklerini şimdiye kadar bilemiyorduk. Ama şimdi Rojî Kurd, Hetawî Kurd, Jîn ve Kurdistan’ın (İstanbul’da çıkan dergi) koleksiyonlarını, Kürt aydını Mevlanzade Rıfat’ın çıkardığı Serbesti ve eşi Ulviye Mevlan’ın öncülüğünde yayımlanan Kadınlar Dünyası’nın içeriği konusunda sınırlı da olsa bilgi sahibiyiz. Bunlara Kahire’de 1898 yılında çıkan ilk Kürt gazetesi Kürdistan’ı da ekleyebiliriz. Bu periyodiklerden Jîn dergisinin 25 sayıdan oluşan koleksiyonu 1985-1988 yılları arasında Kürt aydını M. Emin Bozarslan tarafından beş cilt halinde çıktığında bir kültürel olay olarak Kürtler arasında büyük bir heyecan yaratmıştır. Kürtlerin o zamana kadar hiç duymadıkları, bilmedikleri bir dizi konu gün ışığına çıkmış oldu. İşin ilginç tarafı da bu derginin tüm Kürt katmanları ve gruplarını çatısı altına alan Kürdistan Teali Cemiyeti gibi siyasi bir örgüt tarafından çıkarılmış olmasıydı. Derginin sayfalarını dikkatlice karıştırdığımızda siyasi bir Kürt örgütünün nasıl ulusal bir çizgide tüm Kürtlere seslendiğini onları kucakladığını çok net bir biçimde görürüz. Jîn dergisi bir ulusun inşasında önemli roller oynayan dil ve edebiyat, sanat ve diğer kültürel alanlara ilişkin yazılarla doludur. Örneğin 1919 yılında Kürd Kadınları Teali Cemiyeti gibi bir kadın örgütünün kurulduğundan ilk kez Jîn sayesinde haberdar olduk. Kürtler gibi asırlar boyu uzun bir baskı dönemi yaşayan ulusların zamanla ülkelerinin kurtuluşu için seferber oldukları halde birçok nedenle başarılı olamadıkları ortaya çıkmıştır. Bu başarısızlığın bazı nedenleri olmalıdır. Bu durumda tarihten öğrenebileceğimiz birçok ders vardır. Sadece kurtuluşa odaklanmak da yetmiyor. Örneğin Türkiye’de kurulan Cumhuriyet öncesi ve sonrasında meydana gelen bir dizi ayaklanmanın sadece belli bir yörede patlak vermesi gösteriyor ki toplumun tüm katmanları ve sınıfları bu ayaklanmalara katılmamış, bazı bölgelerde insanların haberi bile olmamıştır.

Sizce, Kürt aydını kimdir? Nasıl olmalıdır? Bugün bu tanıma uygun kimler var sizce?
 

Kürt aydınlarını tarih boyunca halka öncülük eden, halkı aydınlatan bir fener olarak görürüm. Düşünceleriyle, bilgileriyle, medeni cesaretleriyle öne çıkarak halka sahiplik etmiş, adeta onların avukatı olmuşlardır. En büyük güçleri söz, kağıt ve kalem olmuştur. Bir ulusu ulus yapan en önemli etkenlerden tarih ve dil alanında bize şaheserler bırakan Şerefxan ve Ahmedê Xanî’nin adlarını burada saygıyla anıyoruz. Kürtlerin yazılı bir kültüre sahip olmadıklarını ileri süren güçlerin savlarının ne kadar asılsız olduklarını yapıtlarıyla kanıtlamışlardır. Sözcüğün gerçek anlamıyla her ikisi de birer Kürt aydınıydı. 1597 yılında yazılan Şerefname ve 1692 yılında kaleme alınan Mem û Zîn gibi kaynaklar Kürt kültürünün iki önemli tarihi ve edebi sütununu oluşturur. Kürt aydınları 20. yüzyılda başta İstanbul olmak üzere dünyanın kültür şehirlerinde, başkentlerinde seslerini duyurmaya başlarlar. Dernek, kuruluş ve parti gibi kavramları Kürt kültürüne ilk kez katanlar onlardır. Çıkardıkları gazete, dergi ve diğer basın organlarında ilk kez münevver sözcüğüne rastlıyoruz. Kürtler artık aydınlarına kavuşur. Daha sonraları 49’lar Davası, 23’ler Davası, arkasından başlayan DDKO Davası ve daha sonraki yıllarda yüzlerce Kürt aydını yakalanıp zindanlara atıldı. Ama mücadeleleri durmadı. Bu durum günümüze kadar sürüp geldi. Kürt aydın kesimine medrese gibi geleneksel ortamlardan gelen din adamlarımızı da ekleyebiliriz. Medreselerde yetişen melelerin (hoca) Kürtçe metinleri, klasik Kürt edebiyat örneklerini ders aracı olarak kullanmaları Kürtçenin yaşamasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin baskılı ve yasaklı yıllarında yitip kaybolan çok değerli Kürtçe elyazmalarını birer birer bulup tekrar halka geri veren yine Kürt din adamları meleler olmuştur. Onların bu ‘keşif’leri günümüze kadar sürmüştür. Kürt aydın kesimi günümüzde daha da güçlenmiştir. 1992 yılından beri Kürtçe yayımlanan Nûbihar dergisi ve 2012 yılından bu yana çıkan, editörlüğünü sayın Mesut Yeğen’in yaptığı Kürt Tarihi dergisinde yazan çok sayıda Kürt aydınının varlığı bu konuda bize küçük bir fikir verebilir. Her iki derginin de Kürt aydınlanmasına büyük bir katkıda bulunduğunu da burada belirtmek isterim. Kürt aydınlanması ayrı bir tarihi çalışmayı gerektiriyor. Kısacası 20. yüzyılın ilk çeyreğinde seslerini toplu olarak duyuran Kürt aydınlarının selef ve haleflerini birer birer sıraladığımızda tarihte yüzlerce Kürt aydınının adına rastlayabiliriz.

‘BÜTÜN DÜNYA KÜRTLERİN HAKLI OLDUĞUNU BİLİYOR’

Siz uzun tarih okumalarınızı göz önüne aldığınızda Kürt halkının ihtiyacı olan ‘yaşam biçimi’nin hangisi ile mümkün olabileceğini düşünüyorsunuz? Bölgesel yönetim mi? Otonom mu? Üniter yapı mı? Özerklik mi? Bağımsızlık mı? 
 

Kürtler gibi baskı altındaki ülkelerin kurtuluşuna talip olan siyasi örgütleri, böyle bir sorunu olmayan ülkelerin sadece yönetimine talip diğer partilerden ayırmak gerekir. Ülkelerinin kurtuluşuna talip siyasi örgütlerin yükü bilindiği gibi oldukça ağırdır. Çok iyimser olmak istediğinizde 19. yüzyılda aynı konumda olan, aynı kaderi paylaşan ve daha sonra bağımsızlığına kavuşan Polonya örneğini anımsıyabiliriz. Kürtler somutunda dört parçaya bölünen, değişik alfabe ve lehçeleri kullanan bir halkı büyük zorluklar beklemektedir. Bu bakımdan Kürt örgütlerinin kendi aralarında diyalog, yakınlaşma ve iletişim alanlarını sürekli açık tutmaları gerekir. Tarihte Kürdistan’da ittifak arayışlarının oluşturduğu tecrübelerden yoksunuz diyemeyiz. 1918 yılında kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti ve on yıl sonra 1927’de kurulan Xoybûn Örgütü birer çatı örgütü olarak modern kuruluşlar olarak tarihe geçmişlerdir. Seslerini dünyaya duyurmuşlardır.

19. yüzyılın son çeyreğinde Kürtleri 1880 yılında seferber etmesini bilen Şeyh Ubeydullah’ın ittifak arayışlarını da bu son iki örneğe katabiliriz. Kürtler günümüzde yaklaşık olarak 200 yıldır temel hak ve özgürlükleri için mücadele eden bir halk olarak tarihe geçmiştir. Kürdistan’ın değişik parçalarında zaman zaman kendi toprakları üzerinde özgürlüğün tadına vardıkları da görülmüştür. Kurdukları Kürt Beylikleri döneminde sınırlı da olsa devlet veya benzeri örgütler yaratmış, böylece tarihe geçmişlerdir. Mervani Kürt Beyliği bu oluşumlar içinde en gözde olanıdır. Tarihi bile yüzyıllar önce yazılmış ve kitap olarak çıkmıştır: İbn’ül Ezrak el-Fariki, Meyyafarikin ve Amed Tarihi. Kafkasya yöresinde Ani, Gence ve Dvin merkezlerde hakimiyetlerini sürdüren Şeddadi Kürtlerini de bu beyliklere katabiliriz. Ünlü doğubilimci Minorski’nin 1953 yılında yayımlanan Kafkasya Tarihi İncelemeleri kitabı bölgedeki Şeddadi Beylikleri üzerinedir. Kitabın adı okuyucuyu şaşırtabilir ama söylediğmiz gibi kitap Kürtlerin bölgedeki tarihini ele alır. Bu önemli kaynak ne yazık ki tümüyle ne Kürtçeye ne de Türkçeye kazandırıldı. Modern dönemde bir avuç Kürdün 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Ermenistan’ta özgürlüklerine kavuştukları görülür. Yarım asırdan fazla süren bir dönem zarfında göz kamaştırıcı kültürel bir uyanışa öncülük ettiler. Diğer parçalardaki Kürtler de zaman zaman ilgi odağı oldular.

1947 yılında kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti kelebek ömürlü bir cumhuriyet olarak tarihe geçti. Tüm bunlar Kürtler devlet kuramaz diyen güçleri büyük bir hüsrana uğratmıştır. Günümüzde de Kuzey Irak’ta ve Suriye Kürtleri arasında süren bir özgürlük ortamına tanıklık etmekteyiz. Kürtlerin böylece zaman zaman tarihte özgürlüğü yakaladıkları görülmüştür. Kürtlerin geleceği sadece Kürtlerin elinde değil, bölgedeki ve dünyadaki büyük güçler de Kürdistan’ın zengin kaynaklarına göz dikmiş. Tehditler sürmektedir. Bu zor koşullarda mücadele etmenin güçlükleri ortadadır. Kürtlerin istediği yaşam biçimi konusu biraz da Kürtlerin gücüne ve birliğine, nasıl mevzilendiklerine bağlıdır. Kürt halkının gelecekteki yaşam biçiminin süreç içinde nasıl şekilleneceğini kestiremeyiz. Ama size kesin olarak şimdiden söyleyebileceğim bir gerçek var, o da Kürtlerin her zaman haklı olduğudur. Bunu tüm dünya iyi biliyor. Bu bakımdan dünyayı kazanmanın yollarını da araştırmalıyız. O zaman dünyadaki dost güçleri seferber etmenin ve onları kazanmanın yol ve yöntemlerini üzerinde kafa yormamız gerekir. Umarım Kürtler siyasileri kadar bilim insanlarının görüşlerini de ciddiye alır, onları da dinlerler. Türkler arasında Kürtlerle empati geliştiren binlerce vicdan sahibinin olduğu da kuşkuya yer vermez. Sayın Azin Nesin’in yıllar önce yazdığı bir kitabının başlığı bu durumu çok çarpıcı bir biçimde dile getirir: “Bulgaristan’da Türkler – Türkiye’de Kürtler”. Belki yeni kuşak bilmez, dönemin Türk yöneticileri Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı üzerindeki Bulgar baskılarına karşı çıkarken ikiyüzlü davranarak aynı konumda olan Türkiye’deki kendi vatandaşları Kürtlere de sopayı gösteriyordu.

Kürtlerin sorunlarının başında, dil meselesi geliyor. Bu hem dış hem de dışarıdan etkilenen bir iç sorunumuz. Kürt diline, Kürt siyasetçileri gereken hassasiyeti gösteriyorlar mı sizce?

Kürt siyasetçilerinin büyük bir kesimi değişik gerekçelerle sizin bahsettiğiniz hassasiyeti ne yazık ki göstermiyor. Ulusal ve etnik baskılardan söz eden siyasi şahsiyetlerin yarım asır boyunca yasaklı bir dil olarak bilinen kendi ana dillerine önem vermeleri gereği onların temel görevleri arasına girmektedir. Özellikle önemli siyasi kadrolar, Kürt bölgelerinde Kürt kurum ve kuruluşların başına getirilen şahsiyetlerin Kürtçe bilen kişiler arasından seçilmesine büyük bir özen gösterilmeli. Yoksa inandırıcı olamazsınız. Kürdü yürekten yaralarsınız. Kürt bölgelerinde halka Türkçe seslenen Kürt liderlerinin paradoksal tutumlarını nasıl izah edeceğiz? Biz yeni kuşaklara örnek olmalıyız. 20 Haziran 1990 tarihinde Aydın Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmasına katılan Eski Diyarbakır belediye başkanı Mehdi Zana’nın savunmasını Kürtçe yapmak istemesi büyük bir yankı uyandırır. Zana’nın bu dik duruşu Kürtler arasında büyük bir sevinç ve heyecan yaratır. Çünkü Türk hukuk tarihinde mahkeme salonlarında ilk kez böyle bir sivil itaatsizlik direnişi yaşanır. Zaman zaman “Jiyan bi kurdî xweş e” (Yaşam Kürtçe güzeldir) şiarını dile getiren Kürtlerin duygularını, özlemlerini bir kenara itebilir miyiz? Ulusların ruhi şekillenmesinde yüz yüze, kendi dilleriyle yaptıkları şakalar, senli benli yakınlaşmalar, kurdukları candan ilişkilerin gizemli yanını bir kenara itemeyiz. Bu hassas konu Kürtlerin görüş keskinliğinin bir ifadesi olarak atasözlerine bile yansımıştır: “Ziman kilîta dilan e” (Dil kalbin veya gönlün anahtarıdır). Daha 1927 yılında kurulan önemli Kürt örgütlerinden Xoybûn (Hoybun) örgütünün 18. maddesinde dengbêjler vasıtasıyla Türk mezalimini dile getirecek kaside ve şarkıların yanında “Propaganda sahasında konferanslar, gramafon, sinema, ziyadar akisler ve her türlü vesaitten istifade edilecektir” denilmektedir. Aradan yaklaşık olarak yüz yıl geçmesine rağmen biz daha bu konuların önemini hala kavramış değiliz. 1927 yılında gramafon, sinema gibi sözcüklerin bir parti tüzüğünde yer alması çok ilginç değil midir?

Mevcut şartlar ilk önce Kürtçe’yi etkiliyor. Doğrudan anadil meselesi bir lüks olarak algılanıyor ve gündemin gölgesinde kalıyor. Sürekli gündemde tutmanın yolu nedir sizce?

En tehlikelisi de dil projesini “devrim sonrasına ertelemek” düşüncesidir. Farz edelim ki devrim yüzyıl gecikti bu durumda dil projemizi beklemede mi tutacağız? Böyle bir tez gerçekçi olamaz. Suriye Kürtlerine bakalım, Orta Anadolu Kürtlerine bakalım onları assanız da kendi aralarında yine de Kürtçe konuşurlar. Kürtçe aile içinde günlük konuşma dili haline getirilmediği sürece bu dilin günün birinde unutulup gitme riski her zaman artmaktadır.

Diaspora olmanın her ülkede yarattığı farklı farklı kimlikler var. İstanbul diasporası olmak başka, İsveç başka, orta Avrupa başka… Bu ülkelerin kültürel koşulları nasıl etkilemiştir Kürtleri?

Günümüzde Avrupa’nın değişik ülkelerinde yaşayan Kürtlerin sayısı 1 milyonu aşmıştır. Bu ülkelerde yaşayan Kürtlerin bu ülkelere geliş öyküsü sistematik olarak yazıya dökülmediği için bu göçlerin tarihini iyi bilemiyoruz. Bu ülkelerde oluşan veya oluşturulan diasporanın Kürdistan ile kurduğu ilişkiler hakkındaki bilgilerimiz de sınırlıdır. 1956 yılında Almanya’nın Wiesbaden kentinde kurulan Avrupa Kürt Öğrencileri Derneği (Komeleya Xwendekarên Kurd li Ewropayê) uzun yıllar sürgünde bir Kürt devleti gibi çalıştı, çabaladı. 1963 yılında tutuklanan ve 23’ler diye tarihe geçen siyasilerin evlerinde yapılan aramalarda ve savcılığın hazırladığı iddianamede Avrupa Kürt Öğrencileri Derneği’nin Türkiye şubesinin bastığı belgelerine rastlanılmıştır. Demek istiyorum ki Avrupa’daki Kürt diasporası erken bir dönemde ülkeleri Kürdistan’da yaşayan ve her alanda mücadele eden halkı ile ilişkiye geçmiştir. Günümüzde tekniğin gelişmesi, internetin ve sosyal medyanın sağladığı sınırsız olanaklar diaspora gruplarının halkla ilişkisini daha kolaylaştırmıştır. Önceki yıllarda ülke ile iletişim olanakları çok sınırlıydı. Örneğin Kürt örgütleri 1980’li yıllarda işbaşına gelen askeri cuntayı protesto eden bildirilerini ülkeye sokabilmek için çok farklı yol ve yönteme baş vururlardı. Bildirilerini hediyelik bebeklerini içine veya çikolata kutularının alt tabakasının arasına yerleştirerek gönderdikleri görülmüştür.

‘KÜRTLER İNATÇIDIR, KORKU NEDİR BİLMEZLER’

Toplumsal parçalanmışlık, zulmün ve eşitsizliğin tahakkümünde ezilme söz konusuyken edebiyatın farklı uluslardan insanlar üzerinde birleştirici gücü olabilir mi?

Sanat ve edebiyatın insanlar, uluslar üzerindeki güçlü olan tılsımlı ve gizemli etkisini burada tartışacak değiliz. Kürt kültür tarihinde mümtaz bir yer edinen büyük Kürt şairi Ahmedê Xanî (1651-1707) üzerinden görüş geliştirmek istersek yazdığı Mem û Zîn adlı destanıyla 300 yılı aşkın bir süre boyunca tüm Kürtleri hep bir arada tutmayı başarmış bir şahsiyet olduğu görülmüştür. Bir şahsiyetin böyle Kürtler arasında çok etkili olması bilim insanlarını bile şaşırtmıştır. 20. Yüzyılda kurulan yüzlerce Kürt partisininin yapamadığını Ahmedê Xanî daha yüzyıllar önce yapmıştır! İşin ilginç yanı günümüzde de Kürtleri bir arada tutmaya devam etmektedir. Sıkıntılı anlarında bile Kürtler Ahmedê Xanî’ye sığınırlar. Ulusun babası olarak Kürt ulusçuluğu ve birliğinin yegane direği olarak uzun yıllar büyük bir işlev görmüş/görmektedir. Belki de bunun için Kürtlerin ulusal destanı olarak kabul edilmiştir. Yıllarca elyazmaları olarak veya sözlü olarak dilden dile dolaşan yazdığı destan en sonunda 1919 yılında yani bundan tam 100 yıl önce İstanbul’da kitap olarak çıkar. Kitap olarak basımı o sırada Kürt basınında “müjde” haberiyle duyrulur ve Kürtler arasında büyük bir heyecan yaratır. Kısacası yukarıda Ahmedê Xanî örneğinde de açıkladığımız gibi edebiyatın ulusların inşasında büyük bir birleştirici gücü vardır. Ama Kürtler pratikte her nedense ulusal bir bayrak altında bazen bir araya gelmiyorlar. İnatçı bir millet! Korku nedir bilmezler. Mert insanlar, onurlu insanlardır. Partilerine, liderlerine son derece sadıktırlar. Ama karşıt görüşte olanlara, muhaliflerine ve kendilerinden olmayanlara bazen pek de iyi bir gözle bakmazlar. Daha doğrusu Kürtler acayip bir millet. Tarih boyunca varlıklarını diğer kesimlerin yok olması üzerine inşa etmek düşüncesinde olan kesimlerin Kürt halkı tarafından sıcak karşılandıkları söylenemez. Sanırım bu nokta Kürt siyasi kültüründe bir sıkıntı konusu olarak yaşamaya devam etmektedir.

Kimleri okuyorsunuz? Kimleri dinliyorsunuz? Sizi besleyen nedir?
 

Kürt folkloru ve edebiyatı üzerine olan kitaplar özellikle de ilgimi çok çekmektedir. Şu sırada Bitlisname sitesinde yayımlanan yazılarıyla tanıdığımız Baran Zeydanlıoğlu adlı genç bir arkadaşın yazdığı Bitlis ve Ahalisi kitabını okuyorum. Kitap yazarın İngilizceden yaptığı çeviriler ve değişik zamanlarda Bitlis üzerine kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. Güzel bir kitap olmuş. Kendisine buradan başarılar diliyorum. Kürt Tarihi dergisinin son (nr 37/2019) sayısını bugün aldım. Dergide, Ağrı İsyanı’nın en önde gelen lideri ve komutanı olan İhsan Nuri Paşa’nın eşi Yaşar Hanım’ın anılarını okuyorum. Göz kamaştırıcı bir görsel malzeme ile birlikte yayımlanan anılar beni çok etkiledi. Yıllarca eşine kavuşmak isteyen Yaşar Hanım, Suriye, Irak ve İran üzerinden uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkar. Kürt Tarihi Dergisi’nde ‘‘Bazı Kadınlar İçin Savaş Hiç Bitmez-Yaşar Hanım’ın Anıları” başlığıyla yayımlanan bu anıları herkesin okumasını isterim. Anılar aynı aileden olan ve şu an Amerika’da yaşayan Kumru Toktamış tarafından hazırlanmıştır. Bu ara Suzan Samancı’nın Kürtçe kaleme aldığı Mîrzayê Reben adlı romanını okudum. Romanını Kürtçe kaleme alması beni sevindirdi. Kadınların bu alanda görünür olması Kürt edebiyatı için ayrıca büyük bir başarı. Kimleri Dinliyorsunuz? sorusuna gelince, başta Erivan Radyosu sanatçılarının yıllarca söyledikleri şarkılar dinlediğim parçaların başında gelmektedir. Hemen hemen tümü birkaçı hariç artık yaşamda değildirler. Sesleri kaldı geride. Serhat yöresinden gelen Derwêş Serhedi, Delil Dilaner, Havîn gibi sanatçıları da dinliyorum. Bazı parçaların sözleri, bazılarının da müziği beni derinden etkiler. Tekrar tekrar dinlediğim parçalar da var. Bunların sayısı fazladır. Bu konuda Ermeni aydınlanması ve edebiyatına öncülük eden Xaçatur Abovyan’ın (1809-1848) bir kitabında sarf ettiği sözleri burada tekrarlamak isterim. Abovyan her Kürdün, her Kürt kadınının doğuştan şair, dengbêj olduğunu ileri sürer. Abovyan bu sözleri daha 19. yüzyılın ilk yarısında söyler.

Son olarak, söyleşi yaptığımız herkese sorduğum bir soruyu sormak isterim size de. Siyasetini en beğendiğiniz Kürt lider kimdir ve neden? Bugün Kürt meselesini, tarihini, kültürünü şöyle bir oturup uzun uzadıya kiminle konuşmak isterdiniz? Ve ona sorunuz ne olurdu?

Kürt kültürüne büyük önem veren, ulusal çıkarları parti çıkarlarına tercih eden şahsiyetler her zaman ilgimi çekmiştir. Bunların başını Celadet Bedirhan çekmektedir. Yetkin bir Kürt aydını da olan Celadet Bedirhan, Ağrı yöresinde Türkiye’ye yönelik büyük bir tehdit oluşturan Ağrı Ayaklanması’nı yönlendiren Xoybûn örgütünün başına getirilir. Kürtlerin Ağrı Dağı eteklerindeki kazanımlarını cumhuriyet olarak adlandıranlar da olmuştur. Modern anlamda 1927 yılınnda kurulan ilk Kürt örgütü Xoybûn’un başkanlığına getirilen Celadet Bedirhan ile hasbıhal, sohbet etmek isterdim. Bu söyleşim sırasında ilk sorum Celadet Bedirhan’a şimdiye kadar da ne anlama geldiğini bilmediğim örgüt adı konusunda olacaktı: “Örgütünüze ad olarak verdiğiniz Xoybûn sözcüğünün kökeni hakkında beni biraz aydınlatır mısınız?” Kaynaklarda sözcüğün hep bağımsızlık veya kendinde olmak anlamına geldiği belirtilir. Halbuki bağımsızlık anlamında bu sırada ‘Serxwebûn’ sözcüğü kullanılıyordu. Diğer yandan Xoybûn’u diğer Kürt örgütlerinden ayıran önemli bir nokta da dünya kamuoyunu bilgilendirmek için değişik dillerde bastığı bir düzine kitapçıktır. Bu basılı malzeme günümüze kadar da dönemi inceleyen araştırmacıların sık sık baş vurduğu kaynaklar arasında gelmektedir. Kısacası etnik bir soykırımla, dilkırımla karşı karşıya kalan Kürtlerin zaman zaman siyaseti; tarih ve kültür penceresinden okumalarında büyük bir yarar vardır. Çünkü ulusal bir mücadele veriyorsunuz. Siyasetin rengi de o zaman değişmek zorundadır. Kürtlerin siyasi gündemini oluşturan temel sorunlar yanında bilindiği gibi dil, kültür, tarih ve kimlik gibi sorunlar günümüzde çok tartışılan konulardır.

*Bu söyleşi ilk olarak Gazete Duvar’da yayınlanmıştır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.