Osmanlılardan önce batı Anadolu’da devlet kuran MENTEŞEOĞULLARININ KÜRTLÜĞÜ (1)

Osmanlılardan önce batı Anadolu’da devlet kuran MENTEŞEOĞULLARININ KÜRTLÜĞÜ (1)

Murad Ali Ciwan

A+A-

Bu çalışma, Türklerin ‘Menteşe Beyliği’, ’Menteşeoğulları’ ya da ‘Menteşe Emirliği’ diye adlandırdığı beyliğin kurucu ve yönetici hanedanının etnik kökenine bugüne kadar yapılagelenden farklı bir yönden bakmayı amaçlıyor.

Yalnız, başından belirtmek gerekiyor; beyliğin ve onun yönetici hanedanının adı, bütün İslam, Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarında Menteşa, Menteşaoğulları, Veled-i Menteşa, Ferzend-i Menteşa ya da İbn Menteşa olarak geçer. Ayrıca Bizans, Ceneviz, Venedik ve diğer Avrupa kaynaklarında da bunu esas alan Grek ve latinize edilmiş formasyonları kullanılır; Mandachias, Mandasias, Mantaxias gibi. ‘Menteşe’ adı, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra uydurulmuştur. Bu nedenle çalışmamızda bundan sonra yeri geldikçe bu ad hep Menteşa olarak geçecek.[1]

MENTEŞAOĞULLARI

Daha önce Rum Selçuklu devletinin[2] bir sahil (Adalar Denizi’nde/Ege’de) [uc] beyliği olan idari-coğrafi birim, bu devletin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan etti ve Menteşaoğulları Beyliği, İmareti Veled-i Menteşa ya da İmareti İbn Menteşa olarak tanındı, tarih kayıtlarına öyle geçti.

Müneccimbaşı Ahmed Efendi’ye göre Menteşaoğullarının egemen oldukları topraklar, pek çok şehri ve onlara bağlı nahiyeleri içeriyordu. Hükümet merkezleri Muğla’ydı. Balat, Bozöyük, Milas, Beçin (Peçin), Marin (Mazın), Çine, Tavas (Avas da denirdi), Burnaz (Pirnaz, Pirtaz), Mekri (Fethiye) ve Köyceğiz kasabaları bu toprakların içine dâhildi.

Menteşa Beyliği üzerine ayrıntılı bir araştırması bulunan Avusturyalı tarihçi Paul Wittek, Osmanlı dönemi Menteşa vilayetinin coğrafyasını ve Evliya Çelebi’nin Menteşa ili açıklamalarını ele aldıktan sonra bağımsız beyliğe ait Menteşa topraklarını şöyle belirler: Menteşa’nın doğal sınırı, kuzeyde Menderes nehri kabul edilebilir. Her hâlükârda bu nehrin güney kıyılarından başlayan ovalar ve sahil kesimleri, Menteşa Beyliği’ne aitti. Müneccimbaşı’ya dayanarak o da yukarıdaki şehirleri sayıyor ve bunlara Söke’nin bir bölüm topraklarını, Kaş’ı, Bozdoğan’ı ve Karacasu’yu ilave ediyor.[3] Bugünkü Bodrum, Marmaris ve Fethiye, Muğla’ya bağlı kasabalar olarak Menteşa Beyliği toprakları içindeydi.

Mesaliki’l Ebsar, Menteşa ilini Foke adıyla anıyor, sahibi Orhan bin Menteşa’nın, elli kadar şehre, iki yüz kadar kaleye ve yüz binden fazla askere sahip, Anadolu’da Germiyanoğullarından sonra gelen en ileri emirlik olduğunu yazıyor. Bu devletin varlığı 13. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, bir iki ara dışında, 15. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar varmıştır. Aşağı yukarı 150 yıllık bir dönem bu.

Menteşaoğulları hanedanının ilk zamanları hakkında bilgiler azdır. Söz konusu yörelere ne zaman geldikleri bilinmemektedir. Şikarî, Karamanname[4] adlı eserinde, Menteşa’nın bu bölgelere gelmeden önce babası Hacı Bahaddin’i Kürdi ile birlikte Sivas’ı yönettiğini belirtir. Karamanoğulları Sivas’ı kendilerinden alınca, onlara tabi oldular ve adı geçen kıyı bölgelerine geldiler.

İbn Bibi, Selçuklu sultanlarının Emir Bahaeddin Muhammed’i Mülukü’l sevahil (sahil beyi) olarak bu bölgelere verdiğini yazar.[5] Yazıcızade Ali de Oğuzname /Selçuk-name’sinde,[6] Menteşa, Germiyan, Aydınoğlu, Saruhanoğulları, Hamitoğulları ve Eşrefoğulları beylerini, sultanların eyalet ve beylik verdikleri, onlara bağlı olarak yöneticilik yapan hanedan soyluları olarak gösterir. Bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde görüleceği gibi kökenleri Sivas’tan da öncesine, Maraş, Elbistan ve Şam-Halep içlerine, oralardan da Kürdistan’ın Zozan, Musul, Şarezor ve Germiyan bölgesine, daha da öteye, Loristan; Kirmanşah’a kadar götürülebilir, ama bu konudaki ipuçları oldukça zayıftır, çok daha detaylı inceleme ve araştırmalar gerekiyor.

Uc ve sevahil beyliklerinin bağımsızlık ilanlarının, Rum Selçuklu Devleti’nin 14. yüzyılın başında tam olarak dağılmasıyla paralel ortaya çıktığı düşünülürse, Menteşa devletinin bağımsızlığı, Menteşa’nın melikü’l sevahilliği zamanında, on üçüncü asır sonları ya da on dördüncü asır başlarında olduğu kabul edilebilir. İbn Bibi’ye göre bu tarihlerden itibaren buralara Menteşa ili denmiştir.[7]

Bizans İmparatoru Michael Paleolog zamanında, Salpakis (Sahil begi)Mantaxias (Mantchias, Menteşa)’ın, 1280’de Tralle (Aydın) şehrini ve Nysa(Sultanhisar’ı)’yı aldığı biliniyor. Bu, bize, Menteşa öncüllerinin daha Selçuklular dağılmadan önce buralarda yaşadıklarını, yöneticilik yaptıklarını gösterir.

1300 yılında Menteşa hükümdarı, Romalılardan Rodos adasını aldı, adada deniz ticareti, korsanlık faaliyetleri yürütüldü, fakat on sene sonra Sen-Jan şövalyeleri Rodos’u Menteşalılar’dan geri aldılar. Menteşa beyi ile Aydınoğlu Mehmed Bey’in kardeşi Osman Bey, adayı tekrar ele geçirmek için çok uğraştılar, fakat başaramadılar. Özellikle Menteşaoğulları, adayı almak için sürekli uğraştılar ve bir ara şövalyeleri yenip adaya çıktılar ise de, hemen yardım gelmesi üzerine çekilmek zorunda kaldılar.[8]

Menteşa Bey’in ne zaman öldüğü bilinmemektedir. O ölünce yerine oğlu Mesut Bey[9], onun yerine de oğlu Orhan Bey[10] geçmiştir. Orhan Bey 1312 ile 1319 yılları arasında hayatta idi. Tanınmış gezgin İbn Battuta, Orhan Bey’le hükûmet merkezi olan Peçin’de, oğlu İbrahim Bey’le de Muğla’da görüşmüştür.

Orhan Bey de Rodos adasını geri almak için uğraşmış ama başaramamıştır. Makrizi, 1364’te Kıbrıs kralına karşı yapılacak savaşta Memlûk sultanına yardım etmek için Orhan Bey’in iki yüz kadırga hazırladığını yazıyorsa[11] da bunun Orhan Bey değil, torunu Gazi Ahmed Bey olması gerekir.[12]

Dönemiyle ilgili pek bir şey bilinmeyen Orhan’ın oğlu İbrahim Bey, 1354 ten önce ölmüştür. Bundan sonra oğulları Musa, Ahmed ve Mehmed Beylerin arasında anlaşmazlık çıktığı ve Menteşa Beyliği’nin parçalandığı, anlaşılmaktadır.

Milâs’ta basılmış bir sikkesi ve Mısır ile haberleşmesi nedeniyle hanedan büyüğü olarak Menteşa hükümdarı olduğu anlaşılan Musa’nın hangi tarihte öldüğü belli değildir.[13]

Ondan sonra İbrahim Bey’in ikinci oğlu Ahmed Bey, Menteşaoğullarının başı olmuştur; Mehmed Bey buna karşı koyarak kendisine Balat’ı (Palatia), Ahmed Bey de asıl hükümet merkezi olan Peçin’i merkez yapmıştır.

1364 tarihli bir sikkesi olan Mehmed Bey, 1390 senesinde Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’le girdiği bir savaşta mağlûp olarak önce Mısır’a, oradan da Sinop’a; Candaroğlu İsfendiyar Bey’in yanına kaçmış, memleketi Osmanlıların eline geçmiştir. Mehmed Bey, daha sonra Moğol İlhanlı hükümdarı Timurlenk’in Osmanlılar üzerine yaptığı seferde, ona iltica etmiş, Timur ile Birinci Bayezid arasındaki Ankara Savaşı’nda Osmanlılar yenilince, Timur, kardeşi Ahmed Bey’in memleketi de dâhil olmak üzere Menteşa Beyliği’ni kendisine vermiştir. Bu savaştan sonra, diğer beylikler gibi Menteşa Beyliği de tekrar bağımsızlığa kavuşmuştur.

Muhtemelen 1402 sonlarında ölen Mehmed Bey’den sonra oğlu İlyas Bey’i Menteşa hükümdarı olarak görüyoruz. 1425 senesine kadar hükmeden İlyas Bey’in ilk yılları bağımsız geçmiş, 1410’dan sonra yeniden Osmanlıların vasallığına geçilmiştir.

İlyas Bey’in hükûmetinin ilk yılına(1402 ) ait bir gümüş sikkesi, 1415 tarihinde de Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmed namına bastırılmış diğer bir parası var. İlyas Bey’in Frenklerle ticari anlaşma yaptığına dair önemli belgeler var. Ölümü 1421’dir. İlyas Bey’den sonra oğlu Leys Menteşa emiri oldu. Bir sikkesinin de bulunduğunu, meskûkât katalogları yazarlar.[14]

İlyas Bey’in Osmanlılar tarafından rehin olarak alıkonan Uveys ve Ahmed isimlerinde iki oğlu, babalarının ölümünü duyunca hapiste oldukları Tokat Kalesi’nden kaçmışlarsa da Uveys yakalanarak öldürülmüş, Ahmed Bey ise Akkoyunlu hükümdarına iltica etmiştir.

Menteşaoğullarından, Milas, Peçin, Muğla taraflarına sahip olan Ahmed Bey’e gelince; babası İbrahim Bey’in ölümü ardından, Musa’dan sonra Menteşa beyliğine geçmiş, fakat kardeşi Balat Emiri Mehmed Bey karşı çıkınca Menteşa hükûmeti ikiye ayrılmıştır. Evliya Çelebi’nin yazdığına bakılırsa Ahmed Gazi, 1345’te Romalılardan Milas’ın doğusundaki Eski Hisar’ı almıştır. Bu bilgi doğruysa Ahmed Gazi’nin daha bu tarihten önce ve babasının sağlığında faaliyette bulunduğu anlaşılır.[15]

Ahmed Gazi, mükemmel bir donanmaya sahipti. Bu sayede 1391 Temmuz’unda ölümüne kadar başarılı bir dönem geçirmiştir. Kitabelerdeki ’’Emirü’l kebir mürabit Sultan-üs’sevahil’’ tabiri kendisinin sürekli mücadele ve başarılarının göstergesi olabilir.

Ahmed Bey’in ölümünden sonra Milâs ve Peçin’i Osmanlılar aldı. Ankara Savaşı’ndan sonra Timur tarafından burası da Menteşa hükümdarı Mehmed Bey’e verildi. Gazi Ahmed Bey’in Milâs ve Peçin’de çeşitli eserleri vardır.

Menteşaoğulları, donanmaları sayesinde etrafa akınlar yapmışlar ve Rodos adasını bile bir ara ele geçirmişlerdi. Bunlar, donanmalarıyla Mısır ve Aydınoğulları hükûmetlerine de yardım etmişler. Memluklerin Kıbrıs üzerine yapacakları deniz harekâtına Menteşaoğlu’nun iki yüz gemi ile katılması, deniz güçleri hakkında bir fikir verebilir. Menteşaoğulları, ticaret gemileri aracılığıyla Frenk ülkeleri, Mısır ve civar adalarıyla da alışverişte bulunmuşlar. Venedik ile ticaret anlaşmaları yaptıklarına ilişkin belgeler var. On dördüncü asırda, Balat’ın (Palatia), Avrupa’ya ihraç edilen Anadolu eşyasının batıda birinci derece pazarlarından olduğunu batılı kaynaklar yazar.

Venedikliler son zamanlara kadar bu devletle ticari ilişkilerini sürdürdüler. Ticaret anlaşmalarının en önemlileri 1403 ve 1414 tarihli iki anlaşmadır. Anlaşmalar, İlyas Bey’le Venedikliler arasında yapılmıştır.

Menteşaoğulları, Balat ve Milas limanları sayesinde önemli gelirler elde etmişlerdir. Bunlardan Balat, XIV. asırda Anadolu’da birinci derecede pazar merkeziydi; sonra önemini yitirdi ve iş Hristiyan gemicilere terkedildi.

Menteşa hükümetinin Milas, Muğla, Peçin ve Balat’ta zamanına göre fakülte derecesinde yüksek medreseleri vardı.

Balat hükümdarı Mehmed Bey, Barçınlı (Peçini Mehmed oğlu Muhmud’a Bâznâme adında avcılıkla ilgili Farsça bir eseri Türkçeye çevirttiği gibi’ oğlu İlyas Bey namına da İlyasiye isminde biyolojiyle ilgili Türkçe bir eser daha vardır. Bunlardan Bâznâme’nin Milâno’daki Ambrozyana Kütüphanesi’nde bulunan yegâne nüshasını Hammer, 1840 yılında Almanca çevirisi ile birlikte yayınlamıştır.[16]

BATI VE ORTA ANADOLU’NUN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASINDA KÜRTLERİN YERİ

Resmi ideolojiye bağlı Türk tarihçileri, günümüzde Anadolu ya da Türkiye olarak adlandırılan toprakların müslümanlaşma sürecini tamamıyla Türk /Türkmen toplulukların fetihlerine dayandırdıkları, başka etnik toplulukları inkâr ettikleri için Menteşaoğullarını da hiçbir ciddi kaynak ya da belge göstermeden Türk/Türkmen sayarlar. Oysa tarihte, Menteşaoğullarının ortaya çıktığı dönemden beri gelen yazılı İslam, Roma ve Avrupa kaynaklarında, onların Türk/Türkmen kökenli değil, Pers/ İrani topluluklardan sayıldıkları, çağdaşları arasında Kürt olarak bilinip tanındıkları gözlemlenir, hatta adlarının etimolojik anlamları bakımından da Kürtlüklerini gösteren önemli yazılı belge ve anlatımlar var.

Belirtilen açılardan Menteşaoğullarının etnik kimliklerine sağlıklı bir yaklaşım için önce ortası ve batısıyla bugünkü Anadolu’nun islamlaşmasında Kürtlerin oynadığı rolü belirtmekte yarar var.

İslam, Kürtlerin güney komşusu Araplar arasında doğdu. Arap olmayan bütün diğer kavimlerden önce kuzeydeki komşuları Kürtler İslamiyet’i kabul ettiler.

İslam doğduğunda Kürtlerin ülkesi Sasani ve Roma devletleri arasında ikiye bölünmüştü. Arap islamlaşma süreci, kuzeyinde ve kuzeybatısında Kürtlerle karşılaştı, bazen zorla, bazen de isteyerek onları islamlaştırdı. En erken islamlaşan Kürtler, kuzey ve batı yönünde İslam’ın ön cephesinde buldular kendilerini. Serhatlarda, uc boylarında islamlaşmamış dünyayla (darü’l harp) karşılaşmada mızrak ucu gibi en önde oldular. Azerbaycan, Ermenistan ve Kafkas bölgelerine yayıldılar, kuzeydoğuda Gilan ve Horasan’a uzandılar. Bu nedenle daha sonraki yüzyıllarda doğudan gelen Oğuz, Harezm ve Moğol istilalarında daha ilk başlarda basınç altında kalıp kuzeyde Gürcistan’a, Ermenistan’a, Kafkasya’ya, batıda Roma egemenliği altındaki topraklara göç ettiler. Bu arada bir kısım Kürt beyleri, komutanları İslam adına başarı ve zaferlerinden dolayı önemli mevzi, makam ve statüler elde ettiler. Şeddadi, Revadi (Rewadî), Mervani (Merwanî) ve Eyyubi gibi önemli Kürt devletleri bunun sonucuydu. Devletleşme, onların İslam dünyasındaki rollerini yükseltti, egemenlik alanlarını genişletti.

Sonradan Oğuz-Türkmenleri, İslam dünyasını istila edip yayılınca Kürtlere de çarpıp ciddi zararlar verdiler, ama son tahlilde ancak İslam dünyasının Roma diyarıyla sınırdaş en batısında tutunabildikleri için, başından beri en kuzey ve en batıdaki Kürtlerle yan yana geldiler, iç içe geçtiler. Bu durumda, Kürtlerle Türkler bazen birbirleriyle rekabet ve çatışmalara girdiler, bazen de birlikte cihada katıldılar, yeni yeni topraklar fethettiler, İslam’ı yaydılar. Tarihçiler, İslam’ı Türklere Araplardan ziyade İranî kavimlerin öğrettiklerinde hemfikirdirler. Hem yerli, yerleşik, daha kıdemli olduklarından hem de en uc ve serhat boylarında daha uzun süre iç içe yaşadıklarından Türkmenler İslam’ı en çok Kürtlerden öğrendi. Türk dini ve tasavvufi geleneklerinde, ortodoks ve heterodoks dini geleneklerin biçimlenmesinde Kürtlerin etkisi büyük oldu.

Tabi Oğuz Türkmenlerinden sonra Harezmîler, ardından Moğol istilaları geldi ve bunlar da en sonunda ancak batıda; Roma topraklarıyla serhat boylarında tutunabildiler. Araplardan sonra islamlaşan toplulukların arasında sadece İranlılar, Kürtler ve Türkler yoktu. Harezmîler de Müslümandı. Batıyı istila ve işgal eden Moğol İlhanlıları da sathi de olsa büyük oranda islamlaştılar. Ayrıca Rum, Ermeni, Asuri-Süryani ve Keldanilerden müslümanlaşan büyük topluluklar da Anadolu’nun müslümanlaşma sürecinde yer aldılar.

En batıda cihad, istila ve fetihlerde büyük başarı gösteren topluluklardan biri de Rum Selçukluları oldu.

Rum Selçuklularının ilk ataları Kutalmış ve etrafındaki yakın insanları, Büyük/İran Selçuklu devletinin kurucusu Tuğrul Bey’in amca çocukları, üvey kardeşleri idiler. Bunlar İran Selçuklu devletinin iktidar merkezinde yer alıp yükselemediler. Bazen, iktidar odakları, onları merkezden uzaklaştıran serhad boylarında, periferilerde tuttu. Bazen de kendileri merkezde yer bulamadıkları için isteyerek İslam dünyasının en batısında darü’l harple teması sağlayan serhad boylarına yerleştiler ve buradan Roma topraklarının içine cihad ve fetihler yaptılar.

Kutalmış’ın öldürülmesinden sonra, oğlu Süleyman Şah ve ardından Birinci Kılıçarslan, önce Suriye’ye geldiler, orda tam tutunamayınca ya da daha önce yerleşmiş olan İslam emirliklerinden dolayı boşluk bulamayınca, henüz Hristiyan olan Antakya’ya, Maraş’a, Malatya’ya, Sivas’a, Konya’ya, Kayseri’ye yöneldiler. Buraları ele geçirdiler. Daha Süleyman Şah zamanında ta Bursa ve İznik’e kadar kale ve şehirler fethettiler, İstanbul Boğazı’na dayandılar. Ancak Roma İmparatoru, Papalığı harekete geçirdi ve Birinci Haçlı seferinin başlamasına aracı oldu.

Birinci Haçlı seferi, çok erken Süleyman Şah komutasındaki İslam fetihçilerini geri püskürttü. Müslümanlar, Konya’ya, Sivas’a, Malatya’ya kadar geri çekildiler. Antakya ve pek çok Ak Deniz kaleleri İslam emirlerinin elinden geri alındı. Maraş ve Elbistan yöreleri pek çok kez el değiştirdi. Bu olaylar 11. yüzyılın sonu ile 12. yüzyılın başlarında oldu.

Süleyman Şah, kendisiyle beraber olan emirlerle birlikte Suriye’ye yöneldi, Halep ve Şam topraklarını Tutuş ve emirleri olan başka İran Selçuklu bey ve komutanlarından almak istedi. Aralarında savaşlar oldu. Süleyman Şah bu savaşlarda öldürüldü ve Halep yakınlarındaki Caber Kalesi’ne defn edildi.[17]

Rum Selçuklularının kurucusu Süleyman Şah bin Kutalmış’tır. Önce İznik, ardından Konya bu devletin yönetim merkezi oldu. Birinci Haçlı seferlerinin yarattığı geri çekilmeden sonra yeniden toparlanmalar oldu. Süleyman Şah öldürülünce yerine henüz buluğ çağına ermemiş oğlu Birinci Kılıçarslan tahta geçirildi. Rum Selçukluları toparlandılar, ama yeniden yayılma ve genişleme dönemine geçebilmek bir yüz yılı aldı.

İkinci yayılma, dört bir yana oldu. Batıda bugünkü Muğla, Aydın, Karahisar, Manisa, Isparta, Ankara’yı, kuzeyde Kütahya, Denizli, Kastamonu, Tokat ve Amasya’yı içine aldı. Sinop ve Samsun’a kadar uzandı, Erzincan’a dayandı. Kayseri, Sivas, Malatya, Maraş ve Elbistan doğuda bu devletin topraklarına katıldı. Kuzeydoğuda Ahlat’a, doğuda Amid’e, Meyafarkin’e kadar uzandı.

Rum Selçukluları Eyyubilerle bazen çatıştılar, yenildikleri de yendikleri de oldu. Bazen de Harezmîlere ve Moğollara karşı bu iki devlet birleştiler.

Daha batıda yayılmaya elverişli alanlardaki Rum Selçuklularının ömrü, Moğol basıncını daha geç hissettikleri için doğu ve güneydoğudaki Eyyubilerden daha uzun oldu. Eyyubiler, Harezmîlerle girilen çarpışmalarda gerçi galip çıktılar ama yıprandılar. Taht kavgaları, Selahattin Eyyubi’nin birinci ve ikince derece mirasçıları arasındaki rekabetler ve ardından gelen büyük Moğol istilalarının yarattığı basınç nedeniyle erken çöktü. Mumluklular bu devletin başına geçtiler. Memluk devletinin de Rum Selçuklularıyla daha çok kavgaları oldu.

Rum Selçukluları kendileriyle beraber olan, tabiiyetlerini kabullenen beylerin de zaferleriyle genişleyip yayıldıkça bu beylerini boyuna Ak Deniz ve Ege (Adalar Denizi) sahillerinden ta Sinop, Canik (Samsun), Giresun ve Trabzon yakınlarına kadar uzanan Kara Deniz sahillerinde uc beyleri (serhad beyleri) olarak yerleştirdiler. Bunlar Karamanlılar, Germiyanoğulları, Menteşaoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Eşrefoğulları, Hamidoğulları, Candaroğulları, Osmanoğulları, Pervaneoğulları, İnançoğulları vs. idiler. Bu beyler ele geçirdiklerinden ya da sonradan farklı sıkıntılar döneminde sultanlara karşı gösterdikleri yararlılıklar çerçevesinde buraların yöneticiliğini onun fermanıyla alıyor, mülk ediniyor ve yönetiyorlardı. Daha sonra Harezmîler, Moğollar geldi, onlar da bir takım beylikler kurdular ya da var olan beyliklere serpilip görevler üstlendiler.

Türklükleri açık olmayan, büyük ihtimalle müslümanlaşan Ermeni kökenden gelen ve aslen güney doğu İran topraklarından olan Danişmendiler daha Selçuklulardan önce Anadolu’da Danişmendi devletini kurdular. Eretnalılar sonradan gelen Moğol-Türkmen karışımı bir devletti. Onların mirasını Kadı Burhaneddin Ahmed ele geçirdi ve kendi devletini kurdu. Evlilik ilişkileri çerçevesinde Selçukluların son sultanı II. Mesut’la akraba olan Emir Bahaeddin Kürd ve ardından gelen oğulları Kutlu Şah, ondan sonra gelen Hacı Şadgeldi Paşa ve Emir Ahmed de Amasya Kürt Beyliği’ni kurdular, yönettiler. Bu anlamda daha pek çok irili ufaklı emirlik sayılabilir.

Elbette ki bunların tümü Türk değildi. Türk/Türkmen olanlar, sonradan türkleşenler çoğunluktaydı ama yanı sıra Kürtler, Harezmiler, Moğollar, kölemen (memluk) kökenliler, az da olsa Arap ve Farslar vardı. Müslümanlaşan Rum, Ermeni, Asuri-Süryani, Gürcü hanedanlarının kurdukları beylikler, emirlikler vardı. Dinlerini terk etmeyen Rum ve Ermeniler kuşkusuz yaygın bir nüfusu oluşturuyordu. Haçlı seferleri ve batıdan gelen ticari filolarla bağlantılı olarak Anadolu’da güçlenmiş Latin toplulukları da bu yapıya katmak gerekir. Karşı cephede Roma İmparatorluğu’na bağlı vasallar, Pontuslular, Ermeniler ve Gürcüler, bizzat Roma’nın kendi gücü vardı.

Tabi, bunlar bazen ittifak, akrabalık ve ortaklık ilişkileri çerçevesinde, sultanın ve ona bağlı emirlerin ordularının saflarında bulunabiliyorlar, bazen de bizzat sultanlar ya da emirler, ordularıyla İslam olmayan oluşumların saflarında yer alıyorlardı. Bunlar görülen olağan olaylardı.

13. yüzyılın ortalarında Moğol yayılmacılığı ve etkinliği artık Rum Selçuklu devletini de bağımsız nefes alamaz hale getirdi. 1243 Köse Dağı Savaşı’nda Selçukluların Moğol/İlhanlılara yenilmesiyle, dağılma süreci başladı. Önce bağımlı siyaset, ardından vasallık benzeri bağımlılık ilişkileri ve yarım asırdan bile kısa bir süre sonra; 14 yüzyılın başında dağılma süreci geldi.

Bu süreç pekiştikçe de eskiden Rum Selçuklu devletine bağlı iç ve uc beylikleri, emir sevahiller (Ak Deniz, Ege ve Kara Deniz’deki sahil emirleri) bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar.

Bu arada batı ve orta Anadolu’daki beylikler, rekabet ve çekişmelerle birbirlerini yıpratırlarken, en batıdaki Osmanlı Beyliği, Trakya ve Balkanlara yayılmanın getirdiği büyük olanaklarla kısa sürede en büyük beylik haline geldi. Ve tek tek diğer beylikleri bazen savaşarak, bazen sıkıştırarak, bazen satın alarak, bazen da ailevi, ticari ya da askeri ilişki ve ittifaklarla adım adım ele geçirdi.

15. yüzyılın başlarında ta Bursa ve İzmir’e kadar giden Moğol Hanı Timurlenk’in Ankara’da Birinci Bayezid’i yenmesi ve Osmanlı devletinde iktidar kavgalarının yarattığı boşluklarla bu beylikler yeniden dirilmeye çalıştılar. Ankara Savaşı’nda beylikler kendi safında yer alınca Timur bütün eski beylik topraklarını Osmanlılardan alarak beylere geri verdi ve bunlar yeniden kuruldular. Fakat ömürleri, kimisinin iki on yılı, kimisinin de yarım asrı geçmedi. Artık tamamıyla dağılıp Osmanlı topraklarına katıldılar.

ANADOLU’NUN İSLAMLAŞMASI SÜRECİNDE RUM SELÇUKLULARININ SAFLARINDAKİ KÜRTLER

Yazılı İslam, Selçuklu ve Bizans kaynakları ta başından beri Kürtlerin batı ve orta Anadolu’nun müslümanlaştırılmasında kayda değer bir rol oynadıklarını göstermektedir. Aslında Kürtler daha Türkler müslümanlaşmadan ve İslam diyarına gelmeden önce Arap İslam komutanlarının yönettikleri batıya doğru genişleme seferlerinde yer almışlardır. Bu nedenle onların kuzey Suriye; Halep, Antakya, Maraş, Malatya ve Sivas yörelerindeki varlıkları Türklerden öncedir.

Ancak bu seferler tek bir kereye özgü değildir. Oğuz Türkmenlerinin yayılma ve istilaları, Moğol istilaları, Harezmîlerin istilaları, İslam devlet ve hükümdarlıklarının kendi aralarındaki çekişmeler sonucu, batıya doğru Kürt genişleme ve yayılmaları birkaç yüz yıl içindeki birkaç dalgaya bölünmüştür. İslam’ın ilk dönemiyle gelenler, Oğuz-Türkmen istilalarından sonra gelenler, Moğollardan kaçarak gelenler. Bir de cihadı yaşam ve kârlılık alanı bularak hep uc boylarına doğru sefer edip gelenleri saymak gerekir. Bu seferler bazen kendi Kürt beylerinin ve komutanlarının önderliğinde olduğu gibi, bazen de küçük topluluklar halinde, daha önce giden komutanlara ve askeri seferlere katılmak için de olmuştur. Bazen de ulufeli askerlik (savaşçılık) denen paralı asker amacıyla da olmuştur. Tabi seferler genellikle orta çağın belirgin özelliği olan ailesiyle, maiyetiyle, taşınır varlıklarıyla yapılagelmiştir.

İbn Bibi’den anladığımıza göre daha Rum Selçuklularının kuruluş döneminde, yani 11. Yüzyılda Selçuklu emir ve sultanlarının yanında önemli bir Kürt gücü var. Örneğin İbn Bibi, daha çok erken bir dönemi, Rum Selçuklu devletinin kurucusu Süleyman Şah’ın, Halep yakınlarında İran Selçuklu devletinin Şam emiri Tutuş Bey’in ordularıyla yaptığı savaşta öldürülmesi olayını anlatırken, onun yanında savaşan ve ölümünden sonra yerine kimin geçeceği konusunda karar verme yetki ve gücüne sahip olan emirler arasında Kürtlere de işaret etmektedir:

İbn Bibi’ye göre, Sultan Rükneddin Süleyman Şah ölünce, daha önce mahruse-i Tokat’tan (Tokat eyaletinden) gelmiş ve saltanat büyüklerinin hizmetine girmiş, padişahın sırlarını paylaştığı büyük makamların sahibi Nuh Alp, Emir Mende ve Tüz Bey gibi devlet beyleri (ümera-yı devlet) ve saltanat büyükleri (ekâbir-i saltanat), henüz çocuk sınırını aşmamış, buluğ çağına ulaşmamış, fakat mutluluk ve büyüklük ışıkları açık alnında parlayan, yöneticilik ve padişahlık özellikleri hal ve hareketlerine hâkim olan Sultan’ın oğlu İzzeddin Kılıçarslan’ı etrafını aydınlatan bir hilal gibi tahta oturttular.[18]

Burada adı geçenlerden en az birinin daha sonra Menteşa adının etimolojisi üzerinde tartışırken ayrıntılarıyla ele alacağımız nedenlerle Kürt emiri olduğu söylenebilir; Emir Mende…

15. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı padişahı Sultan II. Murat döneminde İbn Bibi’nin Selçukname’sini değiştirerek, ekleyip çıkararak, hatta başka vakanüvis ve tarihçilerden bilgileri de ekleyerek Osmanlıcaya çeviren Ali Yazıcızade, Oğuzname de denenen Tarih-i Ali Selçuk’unda[19] Kılıçarslan’ın, babası Süleyman Şah’ın öldürülmesinden sonra tahta çıkarılmasında karar veren daha fazla emirden bahsetmektedir.[20] Burada Emir Mende’den ayrıca bir Kürt emirinin varlığını öğreniyoruz. Yazıcıoğlu çocuk yaştaki şehzadenin tahta geçiriliş olayını şöyle anlatıyor:

Nasıl Rükneddin Süleyman Şah öldü (ö. 1086), ta Tokat’tan Sultan’ın yol boyu hizmetince beraber gelmiş olan, en olmaz sırlara ve müşaverelere vakıf, geleceğin inşasında yetkili olan hükümeti, saltanatının büyükleri ve beyleri Nuh Alp, Aydın Alp, Kendüzi (Gündüz?) Alp, Mende Beg, Tüze Beg, Bedreddin Mahmud Beg, Şahabeddin Lu’lu Beg ve Şemseddin Kürd Beg, henüz çocukluk sınırından erginlik çağına erişmemiş (7 yaşında) … Sultan’ın oğlu İzzeddin Kılıç Arslan’ı (I. Kılıç Arslan 1079-1127) dolunay gibi padişahlık tahtına geçirdiler.[21]

Bu iki açıklamadan çok önemli bazı bilgilere ulaşıyoruz. Süleyman Şah’ın en yakınında bulunan emirlerin arasından en azından ikisi Kürt; Emir Mende (Mende Bey) ve Şemseddin Kürd Bey. Bunlar Süleyman Şah’a o kadar yakınlar ki devletinin en yüksek makamında, divanında onunla beraber bulunuyorlar. Tokat’tan Halep dolayına beraber gelmişler, yol, sefer ve savaş arkadaşları, en güvendiklerinden, sırdaşlarındandırlar. Bu bilgiler, aynı zamanda onların daha önceleri Tokat’a ve daha başka yörelere yönelik sefer ve fetihlerde birlikte olduklarını da gösterir.

Bunlar açıkça yeni kurulan Rum Selçuklu devletinin en üst düzey yöneticileri arasında yer alıyorlar. O kadar yetkilidirler ki Süleyman Şah’ın öldürülmesinden sonra Selçuklu devletinin başına kimin geçeceğine karar vermeye güçleri yetiyor, onların istedikleri Birinci Kılıçarslan henüz çocuk yaşta olsa bile tahta geçiyor. Bu, aynı zamanda bundan sonra bu emirlerin birlikte Selçuklu devletini belli bir süre çocuk sultan adına yönettikleri anlamına da geliyor.

Süleyman Şah 1086 yılında öldürüldü. Yani daha 11. yüzyılın sonundan beri Kürtler Anadolu’nun müslümanlaştırılmasında belirleyici bir öge olan Selçuklu devletinin yöneticileri arasında yer alıyorlardı. Tabi burada adları söz konusu olanların Kürtlükleri, doğrudan doğruya Kürt olarak anıldıkları ya da adlarının etimolojisinde Kürt toplumuna aidiyetleri ortaya konduğu için biliniyor. Doğrudan doğruya kavimlerine ya da etnik kökenlerine vurgu yapılmayan normal Müslüman adlarıyla anılan pek çok Kürt emir, bey, savaşçı ve yöneticinin de bu saflarda olduğu kuşku götürmez. En azından devletin ve toplumun hiyerarşisinin her düzeyinde güçlü bir Kürt varlığı bulunmasa adı geçen yöneticiler, o yerlere gelemezler ve o kadar güçlü olamazlardı.

İlginçtir, daha 11. yüzyılın ikinci yarısında devletin kurucusu Sultan Süleyman Şah’ın çok yakınında, önemli görevlerde Kürt emirlerini gördüğümüz gibi, aynı devletin 14. yüzyılın sonu ve 15. yüzyılın başında tam çöküşü sırasında da Selçuklu hanedanının çok yakınında, hatta yakın akrabalık ilişkisi içinde Kürt beylerinin varlığına da rastlıyoruz. Sultan II. Mesut bilindiği gibi en son sultandır. Ondan sonra devlet tamamıyla dağılmıştır. Amasya Emiri Bahaeddin Kürd, Sultan II. Mesut’un oğlu Şehzade Altunbaş’ın kızıyla evliydi. Kaç kez, Mesut’un şehzadeleri Moğolların saldırılarına maruz kaldı, her seferinde Emir Bahaeddin Kürd onları korudu.

Emir Bahaeddin Kürd’ün yerine geçen oğlu Hacı Kutlu Şah, emirliği döneminde Konya’yı Karamanlılardan alırken onlara karşı yeniden Selçuklu hanedanını iktidara getirmek için dedesi Altunbaş’ı Amasya’da sultan ilan ettirip tahta geçirdi. Bu çaba başarıya ulaşmadı ama Amasya Kürt emirleri mücadelelerden güçlü olarak çıktılar ve daha sonra bağımsızlıklarını ilan ettiler.[22] Bu, bize, kuruluşundan çöküşüne değin Kürt emirlerinin Selçuklu devletinin iktidar merkezinde önemli konumlara sahip olduklarını gösterir.

Bazı dönemlere ilişkin anlatılan olaylarda, Selçuklu sarayında Sultan’ın etrafındaki özel korumalar anlamına gelen candar rütbeli Kürt emirlerinin adları da veriliyor. İbn Bibi’nin anlattığı bir olaydan bu Kürt emirlerinden birinin adını biliyoruz. Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev zamanında (ki sultan çok gençti ve ülke atabeyler ve emirler tarafından yönetiliyordu), emiri şikâr iken sarayda sultanın çok yakınına kadar girmeyi ve onu yakından etkilemeyi, yönlendirmeyi başaran büyük fesat Emir Saadeddin Köpek bin Muhammed, pek çok emir, vezir ve komutanı hileyle öldürttü. Bunlardan biri de Çeşnigir Atabeg (ergenlik çağına ulaşmamış sultanın lalası, onun adına ülkeyi yöneten) Emir Şahabeddin Altunaba’yı öldürtmesidir. Bu cinayet sırasında sarayda bulunan bir Kürt emir candarından yardım almıştır. İbn Bibi şöyle anlatır: Saltanat divanının devlet büyükleri ve memleket ileri gelenleriyle süslendiği bir sırada [Atabeg Emir] Şemseddin Altunaba, divan fermanları üzerine nişan (emsile) koyarken, Sultan’ın huzurundan çıkan Taceddin Pervane ile [Saadeddin] Köpek oraya geldiler. Köpek ileri atıldı. Parmağında Sultan’ın yüzüğü olduğu halde Şemseddin’in aksakalından tutarak onu büyüklerin arasından aşağıya çekti ve muhafız Candar Kürd’e teslim etti. Candar da onu şehrin dışına götürerek şehitlik derecesine çıkardı. Devlet büyüklerinden ve emirlerden hiçbiri onun sebebini soramadı.[23]

Başka ilginç bir örnek de Zengi Atabeyleri’nin Musul valisi Bedreddin Lu’lu’nun Musul ve Şengal’deki Yezidilere karşı bir katliama girişmesinden ve Şeyh Hasan bin Adi’yi (Adi bin Müsafir’in kardeşi çocuklarından olan II. Şeyh Adi) 644/1246 yılında Musul Kalesi’nde idam ettirmesinden (ya da boğdurtmasından) sonra gelişen olaylardır. Terör ve şiddetin devam etmesi nedeniyle, büyük bir Yezidi topluluğu önce Halep’in kuzeyindeki Yezidi Kürtlerin arasına gitti ve Şeyh Hasan’ın oğlu Şerafeddin Muhammed burada şeyh ve emirlik makamına geldi. Bu arada Rum Selçuklularıyla yakın ilişki ve işbirliğine girişti. Önemli sayıda Kürt Yezidi büyüğü, Rum Selçuklu diyarına giderek devletin önemli kademelerinde görev aldılar.

Yaklaşık bir on yıl sonra, genç yaştaki Selçuklu şehzadeleri arasındaki rekabette, IV. Kılıçarslan kardeşi II. İzzeddin Keykavus’a karşı Moğolların desteğiyle savaşa girişti. Kılıçarslan Tokat’tan Selçukluların doğu bölgelerini, II. İzzeddin Keykavus ise Konya’dan geri kalan yerleri yönetiyordu, fakat Kılıçarslan İzzeddin’in yerine geçmek istiyordu.

665/1254’te, Rum Selçuklu Sultanı İzeddin Keykavus, kardeşine karşı kendisine yardım etmeleri için Şerafeddin Muhammed’in yardımına başvurdu. Kardeşi Kılıçaslan’la Moğollara karşı savaşması karşılığında kendisine Harput emirliği, komutanlarından Hakkârili Balbas oğlu Şerafeddin Ahmed’e de Malatya emirliği verildi.

Bu anlaşma çerçevesinde Şerafeddin Muhammed Harput’a geçti, fakat orada Moğollara karşı verilen savaşta öldürüldü. Yezidi Tarihi’nin yazarı John S. Guest, olayları Ebü’l Farac’dan ve batılı kaynaklardan detaylı anlatır. Moğolların Kılıçarslan’ın yardımına gelmesiyle ilk önce İzzeddin Keykavus’un Roma başkenti Konstantin’e kaçtığını fakat şartlar gerektirdiğinden erken Konya’ya döndüğünü belirtir: ‘’Lidersizlikten ve kış koşullarından hareket edemez bir durumda kalan [Moğol] Baycu’nun ordusu iletişim hatlarının kesilmiş olduğunu gördü. Zira İzzeddin’in adamları yukarı Fırat kesiminde yer alan anahtar niteliğindeki Malatya ve Harput kalelerini ele geçirmişlerdi. Malatya Hakkârili bir Kürt aşiret reisinin (Hakkârili Balbas oğlu Şerafeddin Ahmed’in) elindeydi. Harput ise Şerafeddin Muhammed’e emanet edilmişti. Fakat Hulagu’nun generali Alighaq önderliğindeki Moğol kuvveti Erzincan’da Türk direnişini kırdıktan sonra Şerafeddin Ahmed’in ordusunu akarsu ağzından 53 km uzaklıktaki Kemah boğazında karşıladı. Talihsiz Adavi’yi (kasıt Şerafeddin Muhammed’dir) yenip katletti.[24]

Bazı kaynaklara göre, Malatya’ya giden Şerafeddin Ahmed Moğol savunmasınca şehre sokulmadı, şehir kapıları kapatıldı ve savaş başladı. Savaşta 300 askerini kaybeden Hakkârili Balbas oğlu Şerafeddin Ahmed, Diyarbekir dolaylarına giderek oradaki kale ve şehirleri ele geçirmiş olan Moğollara karşı savaşır. Kuvvetlerinin azlığı nedeniyle herhangi bir başarı elde edemez ve öldürülür.[25]

Yezidi Kürtlerin şeyhi ve emiri Şerafeddin Muhammed’in Harput’ta öldürülmesi üzerine, yerine oğlu Zeynuddin Ebu’l Mehasin Yusuf bin Şerefeddin Muhammed bin Hasan bin Adi geçti. Zeynuddin’in sonradan idareyi oğluna bırakarak Mısır; Kahire’ye gittiği ve orada bir zaviye kurduğu belirtilir. Mezarı Kahire’deki Yezidi Zaviyesi’ndedir. Bazı kaynaklara göre, Şerefeddin Muhammed’in yerine geçen oğlu Zeynuddin değil, kardeşi Fahreddin’dir. Fahreddin, Moğol bir kızla evliydi ve onlarla daha yumuşak ilişkilere sahip olduğundan bu makama uygun görülmüştü.[26]

Kürtlerin Rum Selçuklu idaresindeki önemli rollerini gösteren başka bir bilgi de Baba İlyas ayaklanmasıyla bağlantılı olarak bize ulaşmıştır. İbn Bibi’de anlatılan Baba İlyas olayında, 1240 yılında Selçukluların Malatya serleşkeri (subaşısı) Mübarezeddin ibn Alişir Germiyani’nin isyan halindeki Baba İlyas taraftarlarının (aslında Amasya’daki Baba İlyas’ın halifesi olan Baba İshak’ın başında bulunduğu ve ta Adıyaman’ın Kefersud bölgesinden beri isyan halinde yayılıp gelen müritlerin) karşısına çıktığını, büyük bir yenilgiye uğradığını, gelip Germiyan ve Kürd askerlerinden yeniden bir ordu kurarak tekrar karşılarına çıktığını ama tekrar yenildiğini anlıyoruz.

Germiyan, başkenti Kütahya olan, Lâdik(Denizli)’i, Honas’ı, Tavşanlı’yı, Simav’ı, Emet (Eğrigöz)’i, bugünkü Afyon Karahisar’ı içine alan bir Selçuklu uc beyliği (eyaleti idi). Sadece İbn Bibi’den değil, dönemin başka kaynaklarından da bu hanedanın Kürt olduğunu ve Germiyani olarak adlandırıldıklarını biliyoruz.

1330’lu yıllarda seyahati sırasında batı Anadolu’ya da uğramış olan İbn Battuta, Germiyanları Yezid bin Muaviye’nin kavmi arasında saymakta ve Hambeli bir Sünni olarak korumasız bir şekilde onların yöresinden (Ladik’ten , şimdiki Denizli’den) geçmeye cesaret edemediğini anlatmaktadır. Fransız Türkolog ve doğu bilimcisi Claude Cahen buradan hareketle Germiyani Kürtlerin Yezidi inancına sahip olduklarını belirtir.

Germiyan başkenti Kütahya’nın ilk alınışı Kutalmış oğlu Süleyman Şah zamanında olmalı. Onun zamanından oğlu Birinci Kılıçarslan’ın Bizanslılara karşı uğradığı Dorile   mağlubiyetine kadar Kütahya Rum Selçuklularının elindeydi. Tabi Selçukluların elindeydi derken, burayı fetheden ve yöneten Selçuklulara tabi bir emir anlaşılmalıdır. Bu bey, Türkmen de Kürt de olabilir. Bu ilk fethi kimin yaptığı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Birinci Haçlı seferleri sırasında, Selçuklular, Bizans İmparatoru Aleksi tarafından batı Anadolu’da ele geçirdikleri kale ve şehirlerden çıkarılıp geri püskürtüldüklerinde, Kütahya da elden çıkmış, ancak yöre, defalarca Selçukluların, daha doğru bir deyimle onlara bağlı beylerin saldırılarına uğramıştı. İkinci kez bir daha elden çıkmamak üzere alınması, büyük olasılıkla Birinci Alaeddin zamanında; 631/1233 tarihinden önceye rastlar.[27]

Kütahyalılar arasında yaygın olan tarihi bir söylenceye göre şehri Bizanslılardan fetheden komutan Selçuklu emirlerinden İmadüddin Hezardinarî’dir. Hezardinarî lakabı, bu komutanın geçmişte köle olduğu, bin altın dinara satın alınmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Bu durumda, onun köle olarak başladığı kariyerini, müslümanlaştıktan sonra büyük başarılarıyla emirlik rütbesine, askeri komutanlığa ve vezirlik makamına dek yükselttiği anlaşılabilir. Kütahya’daki bazı mezar ve yapıtlardan Hezardinarî adlı birinin orada yöneticilik yaptığı kesindir. Yani böyle bir zat tarihte gerçekten de var, 1200’lü yılların ilk yarısında yaşamış, bizzat kendisinin inşa ettirdiği Hıdırlık Mescidi ile Balıklı Camii kitabelerinden, onun Giyaseddin Keyhüsrev b. Keykubad döneminde (634/1236-644/1246), Kütahya’yı yönettiği anlaşılmaktadır.

Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Kütahya’yla ilgili bölümde, İmadüddin Hezardinarî’nin Kütahya emiri Germiyan Beyi Birinci Yakub bin Alişir’in veziri olduğunu belirtir. Hatta Ankara’nın (Engürü) ve Beypazarı Kalesi’nin, Germiyan Emiri Yakub Şah ile veziri Hezardinarî tarafından fethedildiklerini, bu fetihten dolayı halk arasında Beypazarı’na Germiyan Hazarı adı verildiğini belirtir.[28]

Bu bilgilerden hareket ederek Kütahya’nın bir daha elden çıkmamak üzere ikinci kez Rum Selçuklu beyi Germiyan emiri Alişir oğlu Birinci Yakub Bey ve onun kumandanı ve veziri olan İmadüddin Hezardinarî tarafından fethedildiği söylenebilir.[29]

Mükrimin Halil Yinanç’ın Desturnameyi Enveri‘ye yazdığı giriş yazısındaki incelemeye göre, Bizans tarihçisi Nikétas Choniates, Sultan İkinci Kılıçarslan’ın, sonraları Aydınoğulları toprakları olacak bölgeye, daha 1186’da (yani 1200’lı yılların başından önce) Samés (Şems) adındaki emiri gaza ve fetih için gönderdiğini belirtir. Çok yaygın ve kutsal bir Yezidi adı olan Şems (Şemseddin’in kısaltılmışı) adının bir Kürt Germiyan emirine ait olması oldukça doğaldır.

Emir Şems, önemli bir güçle Lidya’ya girdi, Cilbianus (Küçük Menderes) nehrinin suladığı ovayı yağmalayarak pek çok esir aldı.[30]

Daha sonra Ahmed Eflakî’nin, Ariflerin Menkıbeleri‘nde belirttiği gibi, Aydınoğlu Mehmet Bey o yörede Germiyanilerin serleşkerliğini (subaşılığını) yapan bir komutan olduğuna göre, Şems onun öncülü bir Germiyanoğlu’ydu. Başka bir ifadeyle, Aydınoğullarının toprakları, Germiyan serleşkeri Aydınoğlu Mehmet Bey bağımsızlığını ilan etmeden önce Germiyanların egemenliğindeki topraklardı, o beyliğin bir parçasıydı.

Kütahya’yı fethettiği için de geleneksel işleyiş takip edilerek, şehir, Selçuklu sultanı Birinci Alaeddin tarafından Germiyani emire bağışlanmış olmalı. Dolayısıyla onun ilk kez orada Germiyan emirliğini kurduğu, bu andan itibaren de Kütahya’nın Germiyan ismiyle anıldığı akla hiç de uzak değil.

İbn Bibi de 1240 yılındaki Baba İlyas (aslında Baba İshak) isyanını bastırmaya giden Mübarezeddin bin Alişir Bey’in birinci savaşta yenildiğini, Germiyan ve Kürt askerlerinden yeniden asker toplayarak ikinci kez saldırıya geçtiğini, ikincisinde de yenildiğini belirtmektedir. Germiyan ve Kürt askeri topladığına göre, demek ki Baba İshak isyanı sırasında Germiyan emirliği vardı ve Alişir Bey oğlu Mübarezeddin oradan asker toplayacak yetkinlikte bir emirdi. Ta Şarezor’daki (Şehrizur, bugünkü Güney Kürdistan) Germiyan’a gidip asker getirmiş olması mümkün değil.

Bu nedenle bizim kanımıza göre, Rum Selçuklu yayılması döneminde Kütahya’nın ikinci kez fethi Selçukluların emiri Alişir Bey oğlu Birinci Yakup Bey ile veziri İmadüddin Hezardinari tarafından gerçekleştirilmiştir, Sultan, şehri ona bağışlamış, o da Germiyan beyliğini kurmuştur. En azından Kütahya şehrinin Germiyanlılar tarafından fethedildiği ve başından beri onların bu şehrin (ardından beyliğin) emirliğini yaptıkları ve ona adlarını verdikleri açıktır.

Daha sonraki dönemlerde, Rum Selçukluları 1243’teki savaşta Moğollara yenilip gerilemeye ve çözülmeye başlayınca, Karamanoğullarının Konya’yı geçici ele geçirmeleri sırasında ve Cimri olayında Germiyani Alişiroğlu Yakup Bey’in önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Germiyanlılar, Yakub Bey’in komutasında Selçuklu Sultanı adına Karamanoğlu Mehmet Bey’e karşı savaşa katıldılar. Lakabı Cimri olan ve Selçuklu şehzadesidir diye Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tahta geçirilen ama Selçuklu ordusunun gelmesiyle Konya’nın dışına çıkarak savaşı sürdüren sahte şehzade Siyavuş (Cimri), Germiyani Yakub Bey’in askerleri tarafından tutuklanarak sultana teslim edildi.

Germiyan Beyliği de diğer batı ve orta Anadolu beylikleri gibi, Selçukluların dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan etti.

Beylikler döneminin en büyükleri Karamanlılardı. Ondan sonra Germiyanoğulları geliyordu. Aydınoğulları Beyliği de daha önce Germiyanoğullarının bir parçasıydı. Aydınoğlu Mehmet Bey hem Germiyan beyliğinin Birgi’deki serleşkeri (subaşısı) hem de hanedanın en azından evlilik bağıyla akrabasıydı. Daha sonra güçlenince Germiyanoğullarından ayrılarak Aydınoğulları bağımsız beyliğini kurdu. Türk tarihçileri dâhil genel olarak tarihçilerce kabul gören görüş, Aydınoğulları gibi Saruhanoğullarının, Hamidoğullarının, Eşrefoğulllarının vs. önce Germiyanlılara bağlı oldukları, daha sonra kendi bağımsız beyliklerini kurdukları yönündedir.

Ayrıca görüldüğü gibi bu çalışmanın geniş bir bölümünde, Şikarî’nin Karamanname’sinde Hacı Bahaddin’i Kürdi ve İbn Bibi’nin Selçukname’sinde Mülukü’l Sevahil Emir Bahaeddin Muhammed olarak bahsettikleri bir beyin ve onun ardıllarının Selçuklu devletinde ve batı Anadolu’nun müslümanlaştırılmasında oynadıkları role ayrıca değinilmektedir.

Başkentleri önceleri Kastamonu, sonra Sinop olan Candariler (Candaroğulları/İsfendiyaroğulları) da Kürt asıllıdırlar ve bunlar da Rum Selçuklularının uc beylerindendirler. Selçuklu devleti dağılınca onlar da bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Diğer Türkmen, Moğol, Harezm, müslümanlaşmış beylikler gibi Kürt beylikleri olan Germiyanoğulları, Menteşaoğulları, Candariler, Aydınoğulları, Hamidoğulları ve Eşrefoğulları, biraz daha sonraki döneme rastgelen Amasya Kürdoğulları Emirliği, Anadolu’da varlık sürdürmüşler ve bölgenin müslümanlaşmasında büyük rol almışlardır.

 

[1] İ. Hakkı Uzunçarşılıoğlu, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTK Yayınları, 1937 Ankara, s. 19-22.

[2] Rum Selçuklu Devleti’ne günümüz Türkiye’sinde Anadolu Selçuklu Devleti denir. Bu ad Cumhuriyet’ten sonra ortaya çıktı. Hem Selçukluların kendileri, hem de batılı ve doğulu kaynaklar hep Rum Selçuklu Devleti dedi. Biz de onları, kendilerini adlandırdıkları biçimiyle adlandırıyoruz.

[3] Paul Wittek, Menteşa Beyliği, Çeviren O. Ş. Gökyay, TTK Y, 3. Baskı, Ankara 1999, s. 170.

[4] Şikarî, Karamanname [Zamanın kahramanları Karamaniler’in tarihi], s. 145, hazırlayanlar Metin Sözen, Nejdet Sakaoğlu, Karaman Valiliği-Karaman elediyesi yayınları, 2005 İstanbul.

[5] İbn Bibi (El Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferi er-Rugadi) hazırlayan Prf. Dr. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı, 1996 Ankara.

[6] Abdullah Bakır, Yazıcızde Ali’nin Selçuk-name İsimli Eserinin Edisyon Kritiği, yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2008.

[7]  A.g. e.

[8] Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu, Gibons’un tercüme edilmiş nüshası s. 29. Aktr Wittek.

[9] Kimi kaynaklarda Mesud Bey’in adı yok, Orhan Bey, oğlu olarak geçer. Menteşa’dan sonra Kirman/German ondan sonra Mesud, ondan sonra da Orhan silsilesini verenler de var. MC

[10] Bazı kaynaklar Mesud Bey’i Menteşa Bey’in oğlu ve halefi, Orhan Bey’i Mesud’un oğlu olarak, bazıları da doğrudan doğruya Orhan Bey’i Menteşa’nın oğlu olarak işaret ederler.

[11] Kitabussülûk ….. 766 hicret senesi vukuat-ı arasında. Aktr, Wittek.

[12] Uzunçarşılıoğlu, Menteşe Beyliği bölümü.

[13] 1366 dan önce.

[14] Uzunçarşılıoğlu, Menteşe Beyliği bölümü.

[15] Uzunçarşılıoğlu. Menteşe Beyliği bölümü.

[16] İ. Hakkı Uzunçarşlıoğlu, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Beylikleri, TTK Yayınları, 1937 Ankara, Menteşe Beyliği bölümü.

[17] Bu Süleyman Şah, Osmanlıların ve çağımızdaki Türklerin Osmanlıların atası olarak göstermeye çalıştıkları Süleyman Şah’tır. Tabi Süleyman Şah’ın bu iddialarla hiçbir ilişkisi yok. Osmanlı kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Bey biliniyor, gerisi tümüyle karanlık. Ertuğrul’un bile babasının kim olduğu bilinmiyor.

[18] İbn Bibi (El-Hüseyin B. Muhammed B. Ali El-Ca’ferî er-Rugadî), El Evamir’ül-Ala’iyye Fi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçuk-name), Farsçadan Türkçeye çeviren Prof. Dr. Mürsel Öztürk, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Yayınları, Birinci baskı, 1996, Ankara, c. 2 s. 96.

[19] Bakınız, Abdullah Bakır, Yazıcızade Ali’nin Selçuk-name İsimli Eserinin Edisyon Kritiği, yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2008.

[20] Belli ki İbn Bibi’den başka kaynaklardan alınan bilgilerle bu isimler artmıştır.

[21] Yazıcızade, s. 176-177. Başka yerlerde tahta geçişi 1086 değil, 1092 gösterilir.

[22] Murad Ali Ciwan, ‘’Amasya Bağımsız Kürd Emirliği’’, https://muradciwan.com/2018/02/18/amasya-bagimsiz-kurd-emirligi/

[23] İbn Bibi (El Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Caferi er-Rugadi) hazırlayan Prf. Dr. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı, 1996 Ankara. c. 2, s. 25. Candar saray muhafaza kumandanı olup maiyetinde bu hizmette bulunmak üzere epeyi candar vardı. Candarlar süvari olup, bellerinde altın işlemeli hamayıl ile asılı kılıç taşırlardı. Alâeddin Keykubad, hükümdar ilan edilip Konya’ya geldiği zaman maiyetinde 120 muhafız candar vardı. Bunlar diğer mevcut candarların içinden seçilmiş cesur ve at oynatmaya kadir muhafızlardı. Hükümdar muhafızları olan candarların bir kısmı divan muhafaza olarak istihdam edilirlerdi. Candarlar harp zamanında ve konak yerlerinde “mufarede” denilen seçkin hassa kuvvetleriyle beraber hükümdarın etrafından muhafaza hizmetinde bulunurlardı. (aynı yerde).

[24] John S. Guest, Yezidilerin Tarihi, Çeviren İbrahim Bingöl, Avesta Yayınları, İstanbul 2001, s.53.

[25] Ahmet Demir, İslam’ın Anadolu’ya gelişi (Doğu ve Güneydoğu illeri), Kent Yayınları, İstanbul, 2004. S. 173

[26] Roger Lescot, Yezidiler, din tarih ve toplumsal hayat, Cebel Sıncar ve Suriye Yezidileri. Çeviren Ayşe Meral, Avesta Yayınları, İstanbul 2001, s. 95-96.

Ayrıca, Metin Bozan, Şeyh ‘Adi Bin Müsafîr, Hayatı, Menkıbevi kişiliği ve Yezidi inancındaki yeri, Nubihar, İstanbul 2012, s. 65-69.

[27] Uzunçarşılıoğlu, Kütahya Şehri, s. 9-10

[28] Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi YKY, c. … s. 519 ve 567.

Hezardinari Kütahya’da başka eserler de bırakmıştır. (Uzunçarşılıoğlu, Kütahya Şehri 23). Halk arasındaki söylencelerde onun türbesi sonradan Saadeddin Camii adı verilen mescidin mahallinde gömülüdür. Belirtilen yerde bir türbe varsa da kitabesi olmadığından kesin bir şey söylenememektedir. (Uzunçarşılıoğlu, Kütahya Şehri s. 24)

[29] Hatta bir ihtimalle ondan önceki bir bey tarafından da olabilir ama ipucu yok.

[30] Mukrimin Halil Yinanç, Desturname-i Enveri, İstanbul Evkaf Matbaası, 1929, s. 19.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.