Osman AYDIN: TÜRK SORUNU

Osman AYDIN: TÜRK SORUNU

.

A+A-

Osman AYDIN

Ortaçağ tarihinde yerel krallıklardan üst seviyeye geçen devlet yönetimlerinin Avrupa ve Asya coğrafyalarında imparatorluklara dönüşmesi önemli bir sürece tanıklık etmemize yol açtı.

Ancak 19. yüzyılda imparatorlukları içten içe kemiren ve giderek tarihe gömen iki önemli olgu oldu: Gelişen milliyetçilik ve demokrasi düşünceleri.

Bu düşünceler imparatorlukların tanıdığı olgular değildi ve kendisini bu iki düşünce akımına karşı koruma başarısı gösteremediler.

İmparatorlukların yıkılması ve yerine ulus devletlerin ortaya çıkması yeni çatışmaları da beraberinde getiren bir sürece damgasını vurdu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya yüz tuttuğu 20. yüzyılın başlarında devlete egemen olan İttihat ve Terakki Partisi’nin elitleri ve ideologları önlerine ulus devlet projesini koyduklarında,

ulus devletin oluşması için sorunsuz bir coğrafya, ezici çoğunluğa sahip homojen bir ulus ve bu ulusun coğrafyası ile bağlantılı köklü bir tarihe gereksinim duyuyorlardı. Ancak elde bu üç unsur da yoktu. Devlet için seçtikleri coğrafya Anadolu idi ama bu coğrafyada başka halklar da yaşamaktaydı ve demografik olarak çoğunluğu oluşturuyorlardı. Bu coğrafyada Türk halkı çoğunlukta değildi. Ayrıca bu coğrafya ile Türk halkı arasında uzun geçmişten gelen bir tarih de bulunmuyordu. Yani Anadolu toprağı altında yatan tarih Türklere ait değildi.

Coğrafyayı, işgal ile, demografik yapıyı sürgün ve kıyımlar ile, tarihi bağlantıyı da yeni, uyduruk bir tarih yazımı ile sorunu çözdüklerini zannettiler ama öyle olmadı.

Ulus devlet kurma konusunda özellikle tarih alanında fazlaca zorlamalar yapıldı.

1924 Anayasası ile yasal planda bir “Türk milleti” yaratıldı ama bu tarihi ve sosyolojik realiteyle uyuşan bir durum değildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nde ulus inşası özellikle 1930’lu yılların mesaisidir. C H P’nin programında Türk tarihinin önemi ve gereği şöyle ifade ediliyordu: “Bu bilgi, (yeniden yaratılan tarihi bilgiler kast ediliyor) Türkün kapasite ve enerjisini, nefsine güven duygularını ve ulusal varlığa zarar verecek bütün akımlara karşı sarsılmaz dayanımını besleyen kutsal bir evdir.

Partinin bu görüşünü Atatürk de söylemleriyle tamamlıyordu: “Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerini" belirterek, yetişecek olan yeni kuşaklar için ulusal kimliğin oluşmasında yeniden yaratılan gerçek dışı tarihi görevlendiriyordu.

Üzerinde bu kadar durulan tarih, hangi tarihti? Yaratılmış, ama yaşanmamış ve üzerindeki coğrafya ile bağlantısı olmayan Türk halkına ait olmayan tarih.

Türk Tarih tezi Atatürk’ün direktifiyle şu esaslar üzerinde şekillendirildi:

Türkler, brakisefal kafa yapısına sahip, beyaz ırka mensuptur ve Türklerin anayurdu olan Orta Asya dünya uygarlıklarının beşiğidir. Türkçe dünya dillerinin anasıdır. Türkler göçler sonucu gittikleri coğrafyada yeni uygarlıklar yarattılar. Türklerin misyonu uygarlık yaratmaktar. Roma, Yunan, Mısır ve Hint medeniyetlerinin kurucuları Türklerdir. Sümerler, Hititler, İskitler, Akatlar, Elamlılar, Lidyalılar, İyonlular ve Etrüskler Türktür,

Bir yandan Türk ulusçuluğunun yakın geçmişiyle ilişkisini kesmek amacıyla uygun bir kimlik yaratmak isterken, Türklerin Asyalı kökleri övülerek, Orta Asayı anayurt olarak kabul etmekte ve böylece Osmanlılık ve Müslümanlık ile arasına bir mesafe koymak istiyorlardı. Öte yandan Kürt, Yunan ve Ermeni milliyetçilikerine karşı da Anadolu coğrafyasında Türklere tarihi atalar bularak, Anadolu’nun Türklüğünü savunan bir tarih tezini savunuluyordı.

Tamamen ideolojik nedenlerle birbirinden uzak ve farklı “Orta Asya” ve “Anadolu”, coğrafyaları ile uydurulmuş bir tarihi uyuşturarak, yeni bir Türk kimliği oluşturulmayı denediler.

Bu ideoloji yapay olduğundan, birbiriyle uyuşmayan uydurulmuş tarih tezi, Türklerin yaşadıkları coğrafyalarla bağlarını yeterince kuramadı.

Yalnız tarih tezi değil, dil ve antropoloji alanında da aynı ideolojik amaç ve anlayış egemen kılındı.

Özetle denebilir ki Türk ulusunun oluşmasında ve ulus devletin kurulmasında TARİH sorunu, YURT sorunu (coğrafya), ULUS sorunu ve DEMOGRAFİ sorunu vardır.

Devlet ile Kürtler arasında yüzyıldır süren ihtilafın adının “Kürt sorunu” olarak nitelenmesi bu nedenlerle doğru bir yaklaşım değildir. Asıl yaşanan Türk sorunudur. Devlet Türk sorununu çözmeyi Kürtler üzerinden ihaleye çıkarmıştır.

Türkiye’de halen yaşanmakta olan açmazların temelinde, Türk ulus devleti kurmak için, tarih, coğrafya ve demografi alanında gerçekle resmi devlet ideolojisinin uygunluk sağlayamamasıdır. Türkiye'de yaşanan sorun ve Kürtlerle yaşanan savaşın nedeni budur.

Yani Türkiye’de yaşanan ve çözülemeyen sorun, Türk sorunudur.

Elbet Kürtlerin de sorunları var ama bu yaşananlar değil. Daha derin ve can yakıcı olan sorunları var hem de: Kürdistan’ın bölünmüş ve bölen devletler tarafından kuşatılmış olması. Toplumunun parçalanmış ve birbirine yabancılaştırılmış hatta düşmanlaştırılmış olması. Devletsiz olması. Kürt sorunu bunlardır.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.