Mahabad’dan Rojava’ya Rus oyunu

Mahabad’dan Rojava’ya Rus oyunu

“Uluslararası güçler nezdinde ne Kürtler ne de Kürtlerin partileri aynı ve eşit muameleyi görmemekte. Bu güçler açısından “iyi Kürt Partileri” ve “kötü Kürt Partileri” gibi bir ayrım işlevsel olarak Kürtlere karşı rahatlıkla kullanılmakta”

A+A-

Çetin Gürer*

ABD askerlerinin Rojava’dan geri çekilme süreciyle birlikte bölgede aktörler arası ilişkiler yeniden şekillenirken, son resim itibariyle bölgede kazanan gücün Rusya olduğu ve Putin’in stratejik hamleleriyle iyi bir oyuncu olduğu görüldü. Fakat Rusya bu stratejik oyunu, Kürtlere karşı ilk kez oynamadı. 

Geriye dönüp Mahabad Cumhuriyeti dönemine baktığımızda, Rusya’nın bugünkü poltikasının o dönemkinden farksız olmadığını tespit edebiliyoruz. Başka bir deyişle Rusya, bugün Kürtlerin karşısına yepyeni bir politika ile çıkmıyor, “sovyet pragmatizmi” olarak ifade edilen 1945 politikalarını Putin eliyle güncelleyerek yeniden hayata geçiriyor. 

O dönem politikalarının Kürtler açısından öne çıkan noktalarını şöyle sıralayabiliriz:

Rusya, Kürtlerin statü taleplerini taktiksel olarak destekliyor gibi görünüyor fakat stratejik olarak ve uzun vadede Kürtlerin bu taleplerine destek vermiyor.

Rusya, Kürtleri gerek askeri gerek siyasi bakımdan özgür bırakmak istemiyor, bir gücün veya aktörün denetimine tabi kılmak istiyor. 

Rusya, arkadan dolanmayı tercih ediyor, doğrudan Kürtlerle karşı karşıya gelecek adımlar atmıyor, bunun yerine bir takım aktörleri öne sürüyor.

Rusya, Kürtlerin bütünlüklü bir siyasi yapıya sahip olmasını kabul etmiyor, Kürt partileri içinde “radikaller” ve “ılımlılar” gibi klikler yaratıyor. 

Rusya, bilinçli olarak Kürtlerin bir takım siyasi süreçlerin dışında tutulmasına itiraz etmiyor. 

Öne çıkan bu noktaların hem Mahabad döneminde hem de günümüzde Rojava örneğinde nasıl işlediğini kısaca açıklayalım.

Qazi Muhammed ve İran KDP’si (İKDP) 22 Ocak 1946’da Mahabad Cumhuriyeti’ni resmi olarak ilan etti. Gerek cumhuriyetin ilanı gerekse öncesindeki görüşmelerde Kürtlerin özerklik talep ve isteğine ne Sovyetlerden ne de Azeri Sovyet Cumhuriyetinden (Bakırov) ve Azerbeycan Milli Hükümetinden (Pişeveri) sert ve karşıtlık temelinde itirazlar gelmedi. Tersine, Kürtlere “Sovyetler olduğu müddetçe, Kürtler mutlaka bağımsızlıklarına kavuşacaklar” (Bakırov) türünden açıklamalar; ya da Mahabad Cumhuriyeti ilan edildikten sonra Sovyetlerin mühimmat yardımında bulunması gibi destekler bile söz konusu oldu. 

Fakat bu sözde desteğe rağmen Mahabad sürecinde Sovyetlerin perde arkasında yürüttüğü politika, Kürtlerin toprak temelli, ayrı, özerk bir Cumhuriyete sahip olmaları değil, bilakis Kürtleri özerk Azeri Cumhuriyeti’ne bağlamak ve bunların denetim ve kontrolüne dahil edebilmekti. Bu politikanın bir parçası olarak Kürtler, özerk Azeri parlamentosuna temsilci gönderebilecek ve askeri güçleri de Azeri güçlerine entegre edilecek. Bu amaç doğrultusunda örneğin 23 Nisan 1946 tarihli Azeri-Kürt Dostluk antlaşması ve 13 Haziran 1946 tarihli Pişeveri-Firuz Sözleşmesi, Mahabad Cumhuriyetinin yok oluşunu hazırlayan iki antlaşma olarak Kürtlerin siyasal tarihine geçti. 

Tüm bu süreçte, gerek Qazi Muhammed’in gerekse İKDP’li yetkililerin muhatapları, doğrudan Sovyetler ve İran olmadı. Kürtler, talep ve isteklerini sürekli Azeri yetkililer üzerinden Sovyetlere ve merkezi İran hükümetine iletmeye mecbur bırakıldı. Bu mecburiyet 23 Nisan antlaşması ile resmi hüviyete kavuştu ve İran merkezi hükümeti ile otonomi görüşmelerini Kürtler adına Azeri yöneticilerin yürütmesi resmiyete bağlanmış oldu. Azeri davasının daha öncelikli olduğu, özerk Azeri cumhuriyetinin siyasal ve hukuksal çerçevesi içinde kalarak Kürtlerin kendi amaçlarını gerçekleştirmeleri gerektiği yönündeki telkin ve önerilerle uyumlu olarak, Azeriler bu dönemde öne sürülen aktör oldu.

Bir diğer antlaşma, Pişeveri-Firuz sözleşmesi, olası bir Kürt otonomisinin Sovyetlerin stratejik politikaları açısından önemli bir yer etmediğini göstermekle birlikte antlaşmanın en önemli etki ve sonucu, Kürtlerin Tahran’da yapılan otonomi görüşmelerinden dışlanması oldu. Bu dışlanmaya Sovyetler itiraz etmek bir yana, antlaşmayı kabul etmesinden hareketle buna açıkça onay verdi.  

Sovyetlerin daha çok Azeri otonomisine öncelik veren yaklaşımı ve bu temelde Kürtlere yapılan telkinler, İKDP içerisinde “ılımlılar” ve “radikaller” gibi bir ayrışmanın doğmasına, parti bütünlüğünü bozmaya sebep oldu. “Ilımlı Kürtler”, Rusların ve Azeri yöneticilerin önerileri doğrultusunda hareket etmenin, önce özerk Azeri Cumhuriyetinin kuruluşunu beklemenin ve buranın olanaklarını kullanarak özerk Kürdistan mücadelesi yürütmenin gerçekçi olduğunu savunurken, aralarında Qazi Muhammed’in de olduğu “radikaller”, bu stratejinin yanlışlığından hareket ediyordu. Qazi, Kasım 1945’te Pişeveri’nin yaptığı Azerilerle birleşme önerisini açıkça reddederek hem bu bakışa karşı tutumunu gösterdi hem de Kürtlere ait bir cumhuriyet kararlılığını ifade etmiş oldu. Fakat bu kararlılık, Mayıs 1946’da Kızılordu askerlerinin Mahabad’tan çekilmesi sonrası, Sovyetlere yakın “ılımlıların” da aralarında olduğu kimi Kürt aşiret ağalarının ve Azeri demokratların Mahabad Cumhuriyetine desteklerini geri çekmelerini engelleyemedi.

Rojava’da da bugün bu tarihsel politikaların bir benzeri Rusya ve Putin eliyle yeniden uygulanıyor. Bir yandan Rus yetkili ağızlarından “artık sırada Kürtlerin dil ve kültürel sorunlarının çözülmesi var” biçiminde “destekmiş” gibi algılanan fakat “statüden” uzak cümleler duyulurken, diğer yandan SDG’nin rejim ordusuna entegre edilmesine, kimi özerk yönetim bölgelerinin sahadaki tüm aktörler arasında yeniden pay edilmesine destek verilmekte. Rojavalı Kürtlerin önüne sürekli bir takım güçler çıkarılmakta. IŞID’den sonra şimdi ise son durumda bu görevi Türkiye yürütmekte. Bu yönüyle ne ABD ne Rusya, PYD, SDG ile doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, Kürtlere karşı elverişli güçleri öne sürmeyi tercih etmekte. Çok benzer bir durum Afrin işgaline onay verildiğinde de yaşanmıştı. Yine Türkiye koçbaşı olarak Kürtlerin üzerine salıverilmişti. Uluslararası güçler nezdinde ne Kürtler ne de Kürtlerin partileri aynı ve eşit muameleyi görmemekte. Bu güçler açısından “iyi Kürt Partileri” ve “kötü Kürt Partileri” gibi bir ayrım işlevsel olarak Kürtlere karşı rahatlıkla kullanılmakta. Kürtlerin bir kısmı da bu tuzağa düşerek, kendilerine dayatılan bu türden kategorileri sorgulamadan siyaset yapmayı tercih etmekte. Ve son olarak Kürtler bilerek ve isteyerek Suriye’nin geleceğinin konuşulup tartışıldığı platformlardan dışlanmakta. Bu gerek Cenevre’deki anayasa görüşmeleri olsun gerekse Soçi veya Astana’da yürütülen toplantılar olsun. Rusya ve ABD, PYD ve SDG’nin bu süreçlere katılımını engellemek için Türkiye’nin sergilediği performansı kendileri için de geçerli bir bahane olarak kullanmayı tercih etmekte. 

*Bu yazı ilk olarak Ahval Türkçe’de yayınlanmıştır

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlgili Haberler