Sait Aydoğmuş

Sait Aydoğmuş

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt Ulusal Hareketinin Yaşadığı Lanetli Girdap

A+A-

Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye’nin Her Seçim Sürecinde, Daha Bir Yaşadığı Lanetli Girdap

Yaklaşık 50 yıldır Kürt ulusal hareketinde aktif siyaset yapıyorum. Kürt ulusal hareketinin, Türkiye’de legal partilerle de ortaya çıktığı son 25-30 yılda, özellikle PKK ve çevre örgütleri dışındaki kesiminin her seçim döneminde yaşadığı zorlukları hatta trajik durumu yakından biliyorum.

Yazımın temel konusu olan bu durumun başlıca nedenlerine ve çarelerine girmeden önce, seçimler ile ilgili genel ve özel birkaç belirlemede bulunmak istiyorum.

Seçimler, demokrasinin ve mücadelesinin olmazsa olmaz bir enstrümanıdırlar. Seçimleri boykot etmek bile bu çerçevede bir “seçim”dir.

“Özel”e, yani Kürt ulusal hareketi bakımından seçimlerin anlamına gelince… Ülkesi, giderek daha çıplaklaşan bir işgal altında olup en temel haklarından mahrum bırakılan bir ulusun siyasal hareketi olan bizler için demokrasi de seçimler de bu siyasal sorunun, doğrudan çözümleyeni olmak yerine, çözümünü kolaylaştıran niteliktedirler. Bu bakımdan Kürt ulusal hareketinin, Türkiye’deki demokrasi mücadelesini ve bunun olmazsa olmaz bir enstrümanı olan seçimleri, oldukça önemsemesi gerekir.

Bu, Kürdistan’ın diğer parçalarına oranla daha bir böyledir. Zira Osmanlılardan devir alınan bir devlet bakiyesi ile bölgenin otokton millet ve halklarının yok edilmesi üzerine inşa edilen Türk ulusu ve Devleti, bu özgünlükleri nedeniyle Fars ve Araplara (İran, Irak, Suriye’ye) göre, ulusal anlamda çok daha totaliter, tekçi ve dolayısıyla müdahalecidir. Türk egemenlik sisteminin bu temel özellikleri, Kuzey Kürtleri için daha çok katliam, zulüm, göçertme, asimilasyon ve entegrasyon anlamına gelmektedir. Bu zoraki tekleştirme ve iç içe geçiş, Türk sömürgeci sisteminin, Kürt toplumu üzerindeki etkisini artırdığı oranda, Türkiye’deki demokrasi meselesini ve seçimleri de daha bir önemli hale getirmiş durumdadır.

****

Yazının asıl konusu olan Türkiye seçimlerinin her döneminde, Kürt Ulusal hareketinin yaşadığı bunalıma ve trajediye dönersek…

Türkiye’de, özellikle seçim dönemleri, Kuzey Kürdistanlı siyasi hareketler için çok daha problemli oldu ve oluyor. Çıplak bir işgal ile 20-25 milyonluk Kürdü, yukarıda da belirtildiği gibi “Türk Egemenlik Sistemi” olarak nitelendirebileceğimiz çok özel bir sömürgeci uygulama ile yönetmeye çalışan sistem, seçim dönemlerinde, Kürtlere “Kırk katır mı, kırk satır mı?” misali tercihler sunarak, bunu, var olan sorunun çözümü gibi sunmaya/yutturmaya çalışıyor.

Kürt ulusal hareketi ise, her seçim döneminde, parlamentosu ve siyasal partileriyle sömürgeci sistemin kanunları, değerleri ve kurumları arasında seçim yapmanın, siyasal anlam veya anlamsızlığını, sil baştan, yeniden tartışıyor; kendi siyasal koşulları, idealleri, prensipleri ile, var olan realite arasında adeta ezilip bocalıyor ve bu hengame içinde, bir birini kırıp dökerek daha bir bölünüp parçalanıyor.

Bu minval ile sürekli tekrarlana gelen seçim dönemi problemleri, hem seçime girme hakkı, hem de anlamlı miktarda tabanı olan partiler (HDP, DBP) için olduğu gibi, bu hakkı olduğu halde, anlamlı miktarda taraftarı ve dolayısıyla etkisi olmayan (Bir zamanların HAK-PAR’ı) veya zaten seçime girme hakkı olmayan partilerin tümü için, belirtilen durumlarına uyan belli farklılıklar arz etse de, söz konusu oldu, oluyor. Yanı sıra, siyasal anlayışları gereği seçimleri önemsemeyen ve bu yolda diğer partilerle yoğunca tartışan parti, grup ve bireyler de belli oranda aynı problemli atmosferi yaşıyor.

Kürt ulusal hareketi içinde geçen 50 yıllık siyasal yaşamımda, yukarıda genel olarak belirtilen tüm pozisyonları ve kendilerine özgü problemlerini yaşadım, yaşıyorum. Yılmadım ama, henüz, hayallerimizde değil, yaşamakta olduğumuz gerçeklik/realite içinde, konuyla ilgili temel ulusal amaçlarımıza hizmet eden doğru, tutarlı bir siyasi tutum ve söylem bulup uygulayamadığımızı söylemek durumundayım.

1970-80’li yıllara oranla Kürt ulusal hareketi içinde veya dinamizmi üzerinde, etkinliğini büyük çapta kaybetmiş olanlarımızın bir kesimi, geçen Yüzyıl’ın ilk yarısından sonra, siyasal hareketimizin yeniden oluştuğu 1960-70’li yılların çocukluk veya ergenlik dönemlerinde olduğu gibi, gerçek siyaset ve yaşamla ilişkisi çok sınırlı olan soyut/ideal bazı genel doğruları, hala tekrarlayıp duruyoruz: Türk egemenlik sistemi içinde partiyiz, derneğiz, memuruz, esnafız, tüccarız, öğrenciyiz; kısacası istesek istemesek de pratik olarak sistemin içinde ve dolayısıyla etkisindeyiz; ve fakat bütün bu realiteleri yok sayan, adeta rüya gibi ideal bir siyaset öneriyoruz: “Türk partileri, kurumları, kanunları, görüşleri, fikirleri arasında seçim/tercih yapmak bizim işimiz değil!.” gibi…

Öte yandan, bir zamanlar bu soyut, ideal fikir ve tutumlara karşı olanları, yani Türk egemenlik sistemi içinde bir derneğe, sendikaya üye olanları, seçimleri önemseyenleri veya oy kullananları, şiddet dışında herhangi bir mücadele biçimini benimseyenleri, “işbirlikçi-hain” ilan ederek, böylelerini öncelikle yok etmeyi önüne koyan Apocu hareket vardı. Apocular, süre içinde PKK adı altında partileşerek, “Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan” amacı için şiddeti, adeta kutsayan bir mücadele başlattılar. PKK, şiddeti temel alan bu mücadelesi sayesinde, yüz yıllardır sömürgecilerin şiddetine maruz kaldığı için salt şiddetle kurtulacağını sanma yanılsamasına kapılan Kürt toplumuna büyük bedeller ödeterek, Kürd ulusal dinamizmi üzerinde tekçi, totaliter katı bir hegemonya kurdu ve hala da bu hegemonyayı sürdürüyor. Ancak günümüzde şiddeti temel alan mücadele yöntemi hariç, PKK’nin siyasi paradigması büyük çapta değişmiş durumda. PKK ve çevre örgütleri artık şimdilerde Kürdsüz, Kürdistansız, milletsiz, devletsiz soyut bir “Ortak vatan, Demokratik ulus ve Demokratik Türkiye” siyasetiyle Türk egemenlik sistemince planlanıp uygulanmakta olan entegrasyon projesine hizmet eden bir yolda tamamen ehlileştirilmiş bulunuyorlar. Ehlileşen bu anlayışa göre, “Türk seçimleri ve Parlamentosu sorunumuzu çözüme kavuşturmanın esas kurum ve enstrümanlarıdır. Bunlar içinde etkin rol alıp Türkiye’yi demokratikleştirmek ve bu Demokratik Sistem içinde Türklerle birlikte, ‘Ortak vatan ve Demokratik ulus’ inşa ederek, Kürdistansız ve Kürdsüz bir ‘özgürlüğe’ kavuşacağız.”

Bu ucube anlayış, yöntem ve kavramlarla, Kürd/Kürdistan nasıl özgürleşir; bunların özgürleşmeleri gerçekleşmeden Türkiye nasıl demokratikleşir? Açıktır ki, bunlar başlı başına belli yazılara konu edilebilecek hususlardır.

Ancak ne yazık ki, yukarıda belirtilen şiddet konusundaki yanılsama sonucunda/sayesinde, yıllardır Kürt ulusal dinamizmi üzerinde hegemonyasını kurup, bu dinamizmin ulusal hayal ve taleplerinin aksine entegrasyonist bir stratejiyi/rotayı benimseyen PKK ve çevre örgütleri, şiddete dayalı bu hegemonyayı hala sürdürüyor; Türklere ve sistemlerine siyasal ve toplumsal entegrasyon da her gün daha bir hızlanıp pekişiyor.

PKK, her seçim döneminde kendi dışındaki Kürt ulusal hareketinin siyasal parti ve gruplarına birer parlamenter dağıtıyor ve bu “yem” ile, hem onları yoğun bir iç tartışma ve dolayısıyla problemler yaşamaya sürüklüyor ve sonuçta çoğunlukla bölünmelerine neden oluyor; hem de anlaştıklarını entegrasyonist siyasetine yamalıyor. Artık, adeta gelenekleşen bu sistem/yöntem, öyle bir süreklilik kazandı ki, bu “yem”li amaç için, neredeyse partiler/gruplar kuruluyor, muhafaza ediliyor ve milletvekili olacak olan parti/örgüt başkanlığı için özel hesaplar yapılıyor.

Bu lanet süreçten, yukarıda belirtilen kategorilerdeki bütün Kürt parti ve grupları, şöyle veya böyle, etkileniyor. Haliyle konuyla ilgili tartışma, Türk egemenlik sistemi, parlamentosu ve seçimlerine ilişkin takınılacak tavırla sınırlı kalmıyor; ağırlıkla PKK’nin ne olup olmadığına, onunla ne yapılıp yapılamayacağına kayıyor. Ve bu yolda, parti ve örgütlerde bölünmeler, daralmalar, en iyisi ile zaten hayli sınırlı olan siyasal ve örgütsel enerjilerin bu yola gereksizce harcanması yaşanıyor. Bu hengame içinde, adeta şimdilerde olduğu/yaşandığı gibi, akıl almaz spekülasyonlar, karşılıklı ağır eleştiriler, suçlamalar, iftiralarla adeta kaotik, trajik bir ortam oluşuyor. Böylece Kürd ulusal ve toplumsal hareketi içindeki bölünmeler derinleşiyor; yarıklar genişliyor; problemler ağırlaşıyor…

Görüldüğü kadarıyla PKK de Devlet de, farklı nedenlerle kendi çıkarlarına uyan bu durumu, zımni de olsa, karşılıklı olarak, teşvik etmek bir yana, özellikle planlayıp örgütledikleri anlaşılıyor.

Yıllardır tekrarlana gelen, acıklı olduğu kadar kaotik de olan mevcut durumun esas nedeni, PKK dışındaki Kürt ulusal hareketinin, Devletin ve PKK’nin, çıkarları gereği karşılıklı olarak yaratıp beseledikleri bu totaliter hegemonik girdabı aşıp, siyasal ve örgütsel olarak belli oranda etkinlik ve istikrar arz eden fonksiyonel bir alternatif(ler)i yaratamamasıdır. Kastedilen alternatif(ler), PKK ve çevresi dışında, bir dönemin HAK-PAR’ı örneğinde olduğu gibi, seçim hakkına sahip olmanın çok ötesinde, ciddi bir örgütsel güç ve siyasal vizyon gerektirmektedir.

Dostum Yaşar Abdülselamoğlu’nun, “Dikotomik Otoriter Sistem” olarak nitelendirdiği Devlet ve PKK’nin üzerimizde kurduğu ve karşılıklı olarak biri birini besleyen bu lanetli hegemonyanın girdabından nasıl çıkacağız?

Konuya, bu soruya cevap olabilecek hususlarla devam edeceğim…

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.