'Kürt sorunu yok': Türkiye’ye 1 Kasım 2015 öncesi benzeri bir ‘dehşet dalgası’ mı geliyor?

'Kürt sorunu yok': Türkiye’ye 1 Kasım 2015 öncesi benzeri bir ‘dehşet dalgası’ mı geliyor?

.

A+A-

Yavuz Baydar / Ahvalnews

Sistem krizinin dayanılması gitgide imkansızlaşan bir noktaya doğru evrilmesine dair emareler hızla güçleniyor ve çoğalıyor. Sahne ışıkları kararıyor, gölge oyunları yerini alıyor. Oyunun bu bölümünde umutlar, heyecanlar bir yanda, Kurtlar Sofrası diğer yanda, şark usulü hesaplar farklı bir yanda, hep birlikte izleyeceğiz. Senaryo, sanıldığı gibi Erdoğan ve yönetiminin miadını doldurup sahneyi terketmesi ile ilgili olmaktan ziyade, iktidar “eşhasının” refleks ve güdülerinin artan çaresizlikle hangi tercihlere ve hangi şiddetle yöneleceği ile ilgili.

Sahnedeki somut hareketlere bakalım. Metal ve zihin yorgunu olduğu artık saklanamayacak noktaya gelen “Başkan”, BM açılışını bahane ederek heves ve heyecanla gittiği ABD’den eli boş, derin hüsranla döndü. “Şahsının” da sonradan açıklıkla ifade ettiği üzere ABD Başkanı Biden ile yüzyüze görüşemedi, “kişisel temaslar üzerinden, manipülasyon üzerinden" yürüyen ve özellikle Biden’in selefi Trump’ta sonuç veren meşhur yöntemi boşlukta kaldı. 

Belli ki Biden, “içerde” zayıflaması süren Erdoğan’ı bir anlamda kendi kaderiyle başbaşa bırakmış durumda. ABD başkentinde “yerini alacak kim olursa olsun, bundan kötüsü olamaz” düşüncesi yerleşiklik kazanmış olabilir. 

Dolayısıyla “Afganistan kartı” Washington ile ilişkilerin düzelmesi için belirleyici olmayacak. Biden boyun bükmedi, sadece “kaybeden” olacağı belli Türkiye liderine uzak duruyor. 

Ama resim siyah-beyaz da değil: Aynı kartın Türkiye ile mülteci kabusu yaşayan AB arasında gücünü koruyacağı, belli ölçülerde de Almanya seçimleri ardından Sol-Yeşil üzerinden şekillenmesi beklenen yeni hükümeti Erdoğan’la ihtiyatlı bir yol haritası kurmaya zorlayacağını söylenebilir. 

Şu da eklenebilir: Berlin de, ABD gibi Erdoğan ve ekibini kendi kaderi içinde yüzer gezer bırakmayı tercih edecek, Türkiye’de büyümesi muhtemel bir ekonomik ve sosyal kriz için tedbiri elden bırakmayacaktır.

Sadece Biden yüzünden eli boş dönmedi Erdoğan ABD’den. Orada saygın hiçbir çevrede itibarı yok artık; iş dünyası ile ilişkilerde de “bu adam ekonomide ne yapmaya çalışıyor?” tereddütleri ayyuka çıkmış durumda ve basit bir ziyareti “yönetememe örneği” olarak temayüz eden TASC skandalı da, herşeyin üzerine tüy dikmiş durumda.

Bunun yanısıra, Biden’den eli boş dönerken, “Sayın Putin”e ziyaret üzerinden ürettiği “Rusya’ya yüzünü dönme” hamlesinin de, İdlib üzerinden oradaki cihatçı yapı konusundaki müzmin görüş ayrılıkları nedeniyle boşa çıkma ihtimali çok yüksek. Ayrıca, Taliban’ın Afganistan’da yönetimi devralması ardından “açık ve yakın tehlike”  olarak daha çok göze batar hale gelen İdlib’de TSK unsurlarına yönelik cihatçı saldırıları, ordu içinde “bizim oradaki stratejimiz nedir?” sorularının general istifalarında cevabını bulmakta olduğu da anlaşılıyor. Öte yandan, Biden’ın Suriye’de de Kürtler ve  Şam arasında yeni bir denge üzerinden kurgu yönündeki işaretleri, Putin’in (hala Esad’la kanlı bıçaklı olan) Erdoğan’ı yüzüstü, kaldığı yerde bırakmasına da yol açabilir.

Dışardaki açmazların belli başlı tarafları böyle. Ama içerde, Türkiye’de “Başkan” açısından durum, her yanından S.O.S. işaretleri veren bir motor teklemesi manzarası arz ediyor. Ekonomi tarihine “bir Türk çılgınlığı” olarak geçecek olan son faiz indirme kararının ne gibi sonuçlara yol açacağını günlerdir Ahval’de izliyorsunuz; bugün de Zülfikar Doğan’ın yazısıyla, nasıl bir fırtınanın gelmekte olduğu belli. 

Belli ama, şunu bir kez daha anlamak lazım: Yönetim neredeyse tuzbuz oldu. Herkes, gözü bir yanda ‘Reis’te ama kendi kafasına göre takılıyor, gibi bir durum var. 

Zayıflama hali arttıkça da Erdoğan, daha çok inatlaşacağının, daha çok hırçınlaşacağının, “masanın üstündekileri örtüsüyle beraber çekmekte hiç tereddüt etmeyeceğinin” işaretlerini açık açık veriyor. “Benden sonra tufan” noktasına yaklaşıyor.

Ve gelelim sahnenin en kritik, en endişe verici, üzerine en az ışık vuran bölümüne. Sedat Peker’in en son olarak aktardığı iddialar (Bedros Şirinoğlu’ya şantaj, belli güvenlik görevlilerinin birtakım dosyalarla Rusların kompromat dedikleri türden elinin kolunun bağlanması vs), doğruluk içerdikleri ölçüde, devletin güvenlik mekanizmalarının “organize suç yapılarının” yörüngesine iyice girdiğini ve “mafyalaşma”nın yönetimin asli icraat unsuruna dönüştüğünün kanıtları. 

Elbette burada endişe verici olan, iddiaların merkezindeki Süleyman Soylu’nun, “istifa ettirilmeyen ve etmeyen”, ayrıca çoğu milliyetçi, ülkücü, ve İslamcı onbinlerce silahlı güvenlik görevlisinin amiri bir İçişleri Bakanı olarak, ilkel içgüdü ve reflekslerle, her türlü direniş refleksine başvurma ve kamuyu manipüle etme gücüne sahip olması. 

Sahnenin o kısmında, şiddet potansiyeli yüksek bir aktörün siueti gitgide belirginleşiyor.

Önce MHP lideri Bahçeli’nin, daha sonra da Erdoğan’ın “Kürt sorunu filan yoktur, hallettik” türünden en son çıkışları, manzarayı daha da dramatik hale getirmeye adaydır. Muhalefetin seçim sonucu için kritik önemdeki Kürt seçmen ile köprü kurma amaçlı hamlelerinin (Demirtaş, CHP, İYİP, SP, DEVA vs), iktidar ve medyası tarafından geri püskürtülememesi, Millet İttifakı’nın bu kez HDP üzerinden belki de geri dönülmeyecek şekilde “safları sıklaştırma” cesaretini artırabilir. 

Eğer öyle olursa, Türkiye, seçmenin HDP üzerinden (ve Demirtaş sayesinde) Erdoğan’a meydan okuyup sonuç aldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen sonrasındaki “seçmeni dehşete düşürme ve muhalefeti dağıtarak parçalama” amaçlı şiddet dalgasına hazır olmak zorunda demektir. Çünkü, Bahçeli’ye “Kürt sorunu yoktur”da Erdoğan katıldıysa, AKP de Kürt oylarından kopmayı göze almış demektir. Tamiri çok zor bir tercihtir bu. 

O halde, geriye sadece can havliyle ve devlet mekanizmaları ve cumhurbaşkanlığı yetkileri de kullanılarak çok daha sert tedbir ve hamleler kalıyor. Geçenlerde bir muhalefet liderinin bir başka muhalefet partisinin tanınmış bir milletvekili ile özel görüşmesinde “yakın bir zamanda, dizi halinde ve provokatif siyasi suikastler bekliyoruz ve çok kaygılıyız” dediğini birinci kaynaktan buraya aktarayım. Bu senaryo öncelikle İYİP’yi kopartmayı amaçlayacaktır, şüphe yok.

Kısacası, işler bu raddeye gelmekte ise veya geldi ise, kan revan içinde geçecek bir döneme hazırlıklı olmakta yarar var. 

En kötü senaryoya hazırlıksız yakalanmamak, böylesi önemli bir "siyasi momentum”un muhalefetin karşısına çıktığı bu dönemde, kesinlikle şart gibi duruyor.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.