Kamil Sümbül

Kamil Sümbül

yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

İSMAİL BEŞİKCİ VE NURETTİN DEĞİRMENCİ’NİN BİR YAZISI

A+A-

Orhan Pamuk Yeni Hayat adlı kitabına şu cümleyle başlar: “Bir kitap okudum hayatım değişti.” İnsan yaşamında okuduğu bir kitap bazen yaşamına yön verebilir, toplumsal olaylara, dünyaya bakışını değiştirebilir. Benim de okuduğum İsmail Beşikci’nin BİLİM YÖNTEMİ kitabı, 1976’ya kadar sahip olduğum düşünme sistematiğimi, olaylara bakış mantığımı, yaşamımı tümden değiştirdi.

1976 yazında Ankara’ya yerleştiğimde her Kızılay’a uğradığımda Zafer Çarşısı’na gider, başta Ümit Fırat ağabeyin kitapevi vitrinine bakar, yeni çıkan ve ilgimi çeken kitapları satın alırdım. BİLİM YÖNTEMİ kitabını vitrinde görünce satın alıp okumaya başladığımda kafam karışmış, şimdiye kadar sahip olduğum bakış açımın, yöntemimin yetersiz olduğunu anladım. Kitabı bitirince kafam karıştığından bir kez daha okudum. Herhangi bir toplumsal, sosyal, siyasal ve tarihsel olaylara, olgularla yaklaşılmasının gerektiğini anladım. Hazır doktriner formüllerle yaklaşımın yetersizliğini Beşikci Hoca örneklerle anlatmaktaydı. Kitapta; bir bilim adamının, tarih ve toplumsal olaylara nasıl bakılması gerektiğini, mevcut resmi ideoloji ile olgulara dayanmayan açıklamaların yanlışlığını çok güzel anlatınca, şimdiye kadar savunduğum klasik sol mantığın gerek Kürt ve Kürdistan sorununu gerekse Türk devlet ve toplum yapısını, Kemalizm’i açıklamada yanlış ve yeterli olmadığını kavradım.

Böylece Beşikci Hoca’nın her çıkan yeni kitabını mutlaka alıp okumaya başladım. Hoca kitaplarında Türkiye devletine hâkim olan resmi ideolojiyi, yani Kemalizmi tüm yönleriyle inceleyip nasıl ırkçı, şoven, faşist karakterli bir ideoloji olduğunu örneklerle açıklıyordu. Hemen hemen 1970’lerin başından itibaren Türk solu ile yollarını ayıran Kürt sol gruplarının Kürdistan üzerine yaptıkları politikaların temellerini Beşikci Hoca’nın kitaplarındaki tezlerde bulmak mümkündü. O yıllar Komal yayınlarına da uğradığımdan Beşikci Hocayı yakından tanıma fırsatım olmuştu. 1970’li yıllarda Beşikci Hoca kitaplarıyla; devletin korunduğu resmi ideolojide büyük bir gedik açmıştı.

Özgür düşünceli bir bilim adamının bakışıyla Türk devletinin kuruluş yapısını, ısmarlama uyduruk tezlerini, katliam ve sürgünleri belge ve olgulara dayanarak açıklaması, Kürt ve Kürdistan’ın toplumsal, sosyo-ekonomik yapısını incelemesi, resmi ideoloji olan Kemalizm’i eleştirmesi ona 17 yılı aşkın bir zindan hayatı yaşatmasına rağmen hâlâ bir bilim adamının sahip olması gereken namuslu tavrını sürdürmektedir. Ne yazık ki ömrünü verdiği Kürt ve Kürdistan gerçeğine karşın son dönem hem de bir kısım Kürtler tarafından nankörce suçlanması affedilecek bir olay değildir. Düşünelim; Beşikci gibi beş tane daha namuslu, bilime saygılı, özgür düşünceli Türk bilim adamı çıksaydı resmi ideoloji olan Kemalizm bu kadar kalır mıydı? Özellikle son yirmi yıldır PKK hareketini eleştiren Beşikci’ye karşı yapılan saldırılar bir eleştiri değil, Kemalist Türk devletini ve onun resmi ideolojisini korumaktan başka bir şey değildir.

İsmail Beşikci; aydın, her türlü resmi ideolijiden, devlet dâhil tüm siyasi parti ve siyasi düşünce gruplarından bağımsız bilim yöntemini esas alarak özgürce düşünen üreten bir insandır. İsmail Beşikci böylesi bir aydındır. Düşüncelerini beğenmeye biliriz, ama düşüncelerine saygı duymalıyız. Aydınların özgürce düşünmesi, düşünce üretmesi için bizlere düşen görev onlara köstek değil, yardımcı olmaktır.

İlerde umarım Türkler, Türk bilim adamları ve üniversiteleri Beşikci’den özür dileyecek ve Türk aydınlarının onuru kabul edilecektir. Biz Kürtler ise bize yazdıklarıyla yol gösteren bir Türk aydınına, takdir edilip gerekli onur ödülü vermemiz gerekirken,  ulusal bilinçten yoksun müritleşmiş bazı Kürtlerin çirkef suçlamalarda bulunması utanç vericidir. Her şey tarihin hafızasında kayıt altına alınır. İleride bu suçlamayı yapanlar yaptıklarından utanacaklardır.

Değerli araştırmacı yazar Nurettin Değirmenci’nin (d.1951-ö. 2019) on yıl önce Beşikci Hoca ile ilgili kendi günlüğüne yazdığı ve hiçbir yerde yayınlanmamış yazısını saldırıların yoğunlaştığı bu günlerde anlamlı olacağını düşünerek paylaşıyorum:

 

İsmail Beşikci 01/01/2010

Gerçeklere yaklaşmaya çalışanlar ve onları insanlarla paylaşanlar ölümsüz evrensel onur ve erdeme ulaşırlar. Yıllardır günlük tutarım. Ara sıra günlüklerime göz attığımda, bazı yerlerde güler, bazı sayfalarda öfkelenirim. Neden öfkelenirim? Günlüğüme yazdığım bazı kişiler çirkef, utanmaz, evrensel onur ve erdemden yoksun varlıklardır. “Ne diye bunları yazıyorum?” diye, kendi kendime kızarım. Sonra, öfkeme egemen olur, “Demek ki, toplumda bunlara ihtiyaç vardır.” derim. İyiler gibi kötüler, eylemlerini tasarlar ve uygular. “Bu uygulamaları not almamın beni fazla üzmemesi gerekir” diye, kendi kendimi teselli ederim. Bütün oluşumlar ihtiyaç ve tepki sonucu ortaya çıkar. Toplumda, göreceli olarak, iyi insan ve yararlı eylemler gibi kötü kişi ve utanılacak eylemlere ihtiyaç vardır. 2010 yılının ilk gününde, günlüğüme, değerli bir düşünür, gerçekçi, araştırmacı, evrensel onur ve erdemli insan hakkında bazı notlar yazmaya karar verdim. 1970’li yıllarda Türkiye’de bilimsel çalışmalar, yayınlar, araştırmalar oldukça seyrekti. Ayrıca, bilim denince, cansız varlıklar hakkındaki araştırmalar aklımıza gelirdi. Toplumsal olaylara doktrinlerin penceresinden bakılırdı. Her doktrin doğaya açılan bir penceredir. Sadece bir doktrinin penceresinden doğaya bakanlar, daracık tasarılara ve uygulamalara sahip olabilirler. Üstelik toplumdaki üretim etkinliği ile orantılı olarak, diğer doktrin taraftarlarını düşman kabul ederler. 1967-68’li yıllarda, İsmail Beşikci, Göçebe Alikan Aşireti hakkında bilimsel bir araştırma yayınladı. Bu değerli insan araştırmalarına yıllarca devam etti, “Kürt yok, Kürtçe yok” resmi yalanının üzerine kararlılıkla ve bilimsel yöntemle yürüdü. Yürüdükçe ceza aldı, içeride yattı ama gerçekleri asla inkâr etmedi. İsmail Beşikci’nin, onlarca araştırması arasında 1976 yılında, Bilim Yöntemi adında bir kitabı yayınladı. Bu kitabı okuduktan sonra, doğaya, insanlara, toplumlara kısaca canlı-cansız varlıklara bakışım genişledi. Belleğimdeki tasarılarım geniş ve giderek evrensel boyut kazandı. Bazı bilgilerimi yöntemli olarak gözden geçirme olanağına kavuştum. Bilimin gerçekler ve evrensel yasalar üzerine kurulu genel doğrular olduğunu, yeni bilgi ve deneylerle sürekli geniş boyutlar kazandığını kavradım. İnsanlar sınırlı bilgi, beceri, araç-gereç sahibi olabilir ama her koşulda tanıdıkları gerçekleri savunmalıdır. Örneğin, gördüğü bir cinayeti, hayatı pahasına gizlemeyen ve muhakemede şahitlik yapmaktan kaçınmayan, ama okuma-yazma bilmeyen bir insan evrensel onur ve erdeme sahiptir. Buna karşın, gerçekleri eveleyip geveleyip çiğneyen, kitaplar yutmuş, sayfalar dolusu yazılar karalamış bir âlim, kul-köledir. İnsanlar bellekte tasarlar, dış dünyada uygulama yapar. Bir bilim adamının araştırmalarında başarılı olması için gerçeklere ulaşmayı amaç edinmesi ilk koşuldur. Gerçeklere iki nedenle ulaşılmaz: 1-Yeterli bilgi, beceri ve araç-gereç birikimi yoktur. Günümüzde yüz binlerce araştırmacı evrensel ölçülerle gerçeklere ulaşmaya çalışıyor. 2-İnsanlar belleklerinde ve dış dünyada değişik nedenlerle gerçeklere ulaşmayı amaç edinmezler. A-Bellekteki önyargılar özgür tasarılara engel olur. B-Dış dünyadaki baskılar gerçekleri gizlemeyi ister. İsmail Beşikci, tasarı ve uygulamalarında gerçekleri savunmayı amaç edinmiş özgür bir düşünürdür. Düşünceleri, tasarıları kusurlu, hatalı, yanlış olabilir ama gerçekleri savunma ve gerçeklere ulaşma amacı her türlü övgüye değerdir. Batılı ülkelerde, “Resmi güçler yasadışına çıktığında sadece kötü eylem yapmış olmazlar; vatandaşa kötü örnek olurlar” denir. Yöneticiler vatandaşlarını yasalara uygun davranmaya, yalandan uzak durmaya ve acı da olsa gerçeklere yönlendirirler. Türkiye’de, resmi güçler yasaları çiğneyerek vatana, millete, vatandaşlara değil daha çok kendilerine hizmet eder, servet edinirler. Demirel’in deyişi ile resmi güçler ara sıra rutinin dışına çıkabilirler. Yani: Yasadışı işler yapabilirler. Türkiye’de 1970’li, 1980’li, 1990’lı yıllarda resmi güçler sıklıkla rutinin dışına çıktılar. Pek çok düşünür, öğretmen, araştırmacı, öğrenci, sıradan vatandaş öldürüldü, sakat kaldı, hapishanelerde yattı. İşte bu acı, ürkütücü, korkutucu baskılara rağmen İsmail Beşikci araştırmalarını sürdürdü, kitaplar, dergiler, gazeteler aracılığıyla insanlara doğruları sunmaya çalıştı. Türkiye’de resmi güçler tarafından yapılan ama gizlenen, saklanan pek çok insani suçu evrensel ölçülerle aydınlattı. Yalanın insanlara, ailelere, toplumlara, insanlığa yarar sağlamadığı bilinir ama Türkiye’de yöneticiler resmi yalanlar ile kurumlara, ülkeye hizmete koşarlar. Yalancılar entrika, kurnazlık ve ikiyüzlülükle toplumlarına uzun sürede acı, dert, yoksulluk ve yıkım hediye eder, evrensel insani yasaları ayaklar altına alır, ölçülü kurumları batırır, evrensel onur ve erdemden uzaklaşırlar. Bu arada bazı yalancılar hatırı sayılır kişisel kazanç edinirler. Örneğin, yalancı, entrikacı, bencil yöneticiler sayesinde Türkiye’deki resmi kurumlar iflas etme durumdadırlar. Resmi kurumları kimler çürüttü ve iflas aşamasına getirdi? Gerçekler saklandıkça çevresini tahrip ederek açığa çıkar. Günümüzde, Kürt Gerçeği, İsmail Beşikci gibi özgür insanlar sayesinde göreceli olarak daha fazla yakıcı-yıkıcı olmadan açığa çıkıyor. Eğer yıllar önce, “Kürt yok, Kürtçe yok!” yalanları sürdürülmez, acı gerçekler kabul edilseydi; günümüzde, ağırlaşan Kürt Gerçeği olmayacaktı. Kürtçenin gelişip serpilmesi, Kürtçe eğitim, Kürtlerin yaşadığı yerlerde çalışıp üretmenin gelişmesi, evrensel insani yasalar ve değerler gibi konular tartışılır olacaktı. Diğer yandan gerçekçi, özgür araştırmacılar, düşünürler bedel ödeyip acı çekmeseydi; devam eden tatlı yalanlar daha yakıcı-yıkıcı Kürt Gerçeği yaratırdı. Düşüncelerini kararlılıkla savunan, tatlı yalanların üzerindeki örtüleri gerçeklerle parçalayan, resmi yalanlar yerine topluma gerçeklerin egemen olması için ağır bedel ödeyen İsmail Beşikci’ye insan olarak teşekkür eder; yeni yılda sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar