Hizbullah Milletvekili Al-Mussawi: İhanet ABD'nin alışkanlığıdır, Kürtlere etmedi mi?

Hizbullah Milletvekili Al-Mussawi: İhanet ABD'nin alışkanlığıdır, Kürtlere etmedi mi?

"Aslında biz, Kürtlerin ABD ile yakınlaşmasına karşıyız. Biliyorsun, insanlara, gruplara hatta hükümetlere ihanet etmek ABD’nin bir alışkanlığıdır, değil mi?"

A+A-

Beyrut'un güneyinde, Hizbullah'ın merkez parlamento binasında Milletvekili Dr. İbrahim Ali Al-Mussawi ile görüştük. Lübnan'ın İran-ABD arasında yeni bir çatışmanın sahnesi olup olmayacağı, Nasrallah'ın Kürtlerle ilgili açıklamaları, ülkesindeki protestolara yaklaşımları gibi farklı konularda görüşlerini sorduk...

Kavel Alpaslan

İran’ın en önemli generallerinden Kasım Süleymani’nin ABD’nin hava saldırısı sonucu Irak’ta suikasta uğraması, bütün dünyanın aksine Ortadoğu’da hâlâ konuşulmaya devam ediyor. İran, her ne kadar bu saldırıya karşı Irak’taki ABD üslerini vurarak yanıt verdiyse de, iki ülke arasındaki gerilimin daha da tırmanabileceği öngörülüyor. Ancak misillemenin ardından dile getirilen en önemli görüşlerden biri, her iki gücün Ortadoğu’daki farklı sahalarda yeniden karşı karşıya gelebileceği yönünde.

Irak, Lübnan ve Yemen gibi Lübnan da böyle bir kapışma için adı geçen bölgeler arasında. Nedenini tahmin etmek güç değil. Ülkenin askeri, toplumsal ve siyasal olarak en önemli aktörlerinden biri olan Hizbullah da saldırının ardından ABD’nin ‘bedel ödeyeceğini’ açıkladı. Bununla birlikte partinin ülkede aylardır devam eden protestolara dair tutumu da dikkat çeken bir başka konu. Son olarak, İran’ın ‘direniş ekseninin’ içinde bulunan Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin lideri Mesud Barzani’yi eleştirerek, “Kasım Süleymani’nin kendisine yaptığı iyilikleri kabul etmesi gerektiğini” belirtti.

Tüm bu gündemlere dair partinin tutumunu daha net bir şekilde anlamak üzere Beyrut’un güneyindeki Dahiye yakınlarında bulunan Hizbullah’ın merkez parlamento binasında Hizbullah Milletvekili Dr. İbrahim Ali Al-Mussawi ile görüştük…

ABD’nin Kasım Süleymaniye’ye yönelik suikastı sizin için de önemli bir gelişmeydi. Burada, Beyrut’un güneyinde sokaklarda gördüğüm anma posterlerinden de yola çıkarak, ciddi bir tepki olduğu kolayca fark ediliyor. Hem kitlenizin hem de partinizin bu suikasta dair düşünceleri nelerdir? Bize kendi düşüncenizi nasıl bina ettiğinizi anlatabilir misiniz?

Bismillahirrahmanirrahim. Öncelikle dünyanın bu kısmında, Batı Asya’da, siyaset üzerine konuşacağımız zaman bölgedeki temel sorunları dikkate almayız; ki bu Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından desteklenen İsrail’dir. İsrail, yasadışı bir varlıktır. Ona ‘devlet’ diyorlar ama biz devlet olarak tanımıyoruz. Daha çok büyük bir yerleşim ve halka karşı Batı yayılmacılığının ve sömürgeciliğinin kendini açıkça gösterme şekli olarak düşünüyoruz. Hepimiz biliyoruz ki, İsrail diye bir devlet yoktu. Çeteler, suça bulaşmış çeteler vardı ve onlardan bir ordu yaptılar, o orduya da bir ‘devlet’ inşa ettiler. Kendini korumak için ordu kuran halk değildi. Biz her zaman Filistin’i, bu bölgedeki mücadelenin merkez üssü olarak tanıyacağız. Etrafa baktığınızda, Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a, Mısır’a, Ürdün’e baktığınızda anlayacaksınız ki, Arap ve İslam dünyasındaki sorunların büyük bir çoğunluğunun nedeni İsraildir.

Şimdi burada, yapılan saldırganlığa karşı bir tepki, tehdide karşı bir cevap vardı. Ve burada direnişten bahsediyoruz. Mesela Lübnan’ı ele alalım. Lübnan’ın siyasi sistemi, İsrail’in saldırganlığına karşı yanıt veremeyecek şekilde kuruldu ve inşa edildi. Böylece Lübnan’da neden direnişe sahip olduğumuz doğrulanıyor. Lübnan ordusu [ülkeyi İsrail’e karşı] korumalı, ama böyle olmuyor. Ordumuzla gurur duyuyoruz, askerlerimizle, subaylarımızla, albaylarımızla gurur duyuyoruz. Cesurlar, oldukça iyi eğitimliler. Ama doğru dürüst teçhizata sahip değiller, teçhizata sahip olmaya izinleri de yok! Mesela burada bir doktrin ya da bir özdeyiş vardı, “Lübnan’ın gücü, onun zayıflığındandır.” Arapça, “Quvvat Lbnan fi daalfi”, böyle söyleniyor. Çünkü sen zayıfsan büyük süper güçler gelir ve sana yardım ederler. Ama etmediler. İsrail hâlâ topraklarımızın bazı bölümlerini işgal altında tutuyor. Ordumuz askeri teçhizattan yoksun bırakılarak yeterli güce sahip olmadığı için ABD, İsrail’in tüm Arap ordularına karşı askeri üstünlüğü sağlamasını garanti altına aldı. O yüzden bu noktada bir sorunumuz var. İnsanlar kendilerini korumak istiyorlar, dolayısıyla da direnişe sahibiz. Direnişten bahsederken, Lübnan’ın bir kısmı işgal altındaydı. Filistin’in büyük çoğunluğu işgal altında, Filistin’de direniş var, değil mi? Lübnan’da, Suriye’de, belirli zamanlar Ürdün’de… Yani halk, özsavunma, onurlarını koruma ve kurtuluşu garanti altına almak adına işgale karşı savaşmanın tercihini eline aldı.

Yakın zamanda ne yaşandı? Şimdi suikast hakkında konuşalım. İran, bölgedeki tüm direniş hareketleri için bir kale, bir merkez haline geldi. Sünni ya da Şii olduklarına bakmaksızın. Bunu açıkça söylediler, [HAMAS liderlerinden] İsmail Haniye bunu açıkça söyledi, Filistin direnişinin liderleri açıkça söyledi. İran, kendilerini korumaları için silah ve roket sağlamak için orada. Aynı şey Lübnan için, Afganistan için geçerli. Aynı şey Erbil’de Kürtler için de geçerli. Mesud Barzani’nin ta kendisi söylemişti, “IŞİD bize saldırmaya geldiğinde, iki uçak dolusu silah ve cephane göndererek ilk yanıt veren İran’dı ve Kasım Süleymani’ydi” diye…

Yani şimdi sadece ayrıksı direniş hareketlerinden bahsetmiyorsunuz, bir ‘direniş ekseninden’ bahsediyorsunuz. Bu nedenle biz Kasım Süleymani’yi adalet için, kurtuluş için adaletsizliğe, baskıya, işgale karşı savaşan bir dünya askeri, bir dünya figürü olarak değerlendiriyoruz. Biz hepimiz, Araplar ya da Türkler ya da İranlılar… Müslümanlar ya da Hıristiyanlar… hepimiz bu bölgeye aidiz. Ve ABD bizi bölüp yönetmek için binlerce kilometre öteden geliyor, kanser hücresi gibi İsrail’i getirip dünyanın bu parçasına yerleştiriyor. Bunu hiçbir şekilde kabul etmemeliyiz. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun.

[Kasım Süleymani’ye yönelik] saldırganlık bir suçtu, korkunç bir suç. Irak’ın egemenliğine karşı bir suçtu. Kasım Süleymani’nin kendisi, diplomatik ve resmi bir ziyaret amacıyla oradaydı. Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi ile görüşecekti. Suudilerin diplomatik engellemeleri nedeniyle oradaydı. Bu açık bir saldırganlık ve bir Arap ülkesinin egemenliğinin ihlalidir. Resmi bir isme yönelik işlenmiş bir suçtur. İnsan haklarını hiçe saydılar ve bu Amerikalılar tarafınca, Demokratlar tarafınca da söylendi. Ruslar ya da diğerleri tarafınca da… Şunu çok iyi biliyorsun ki Kasım Süleymani hakkında konuştuğumuz zaman o, pek çok çemberde biliniyordu. Türkiye örneğin, sizin istihbarat başkanınız, Hakan Fidan’la Kasım Süleymani IŞİD’e karşı ve diğer pek çok şeye karşı, bölgedeki çoğunluğun iyiliği ve yararı için bağlantı içindeydiler. Dolayısıyla biz bu saldırganlığı, tüm direniş eksenine yapılmış bir saldırı olarak yorumluyoruz ve direnişin dünya çapındaki sembollerinden birine saldırıp suikast düzenlediklerini düşünüyoruz. Çünkü savaşmaya geldiğinde, Filistinlilerle, Lübnanlılarla, Suriyelilere, Iraklılara, Yemenlilere yardım etmeye geldiğinde, saldırganlığa ve baskılara karşı yardım ediyordu, özgürlüğe, onura, egemenliğe ve kurtuluşa sahip olmaları için.

Bu nedenle yaşanan muazzam bir saldırganlık ve direniş ekseni için gerçekten büyük bir kayıp. Doğrusunu isterseniz, bizim direnişimiz bunun üstesinden gelecektir. Nice farklı liderlere geçmişte suikast düzenlediler. Partinin [Hizbullah] Genel Sekreteri Seyid Abbas Musavi’yi*, Şeyh Ragıp Harb’i**, İmam Muğniye’yi*** suikast sonucu öldürdüler… Coğrafyamızdaki pek çok sembol isme suikast düzenlediler. Biz her defasında güçlenerek içinden çıktık. Çünkü bir noktada direnişin kanı yenileniyor. İran’da olan buydu, milyonlar cenazesine katıldı, hem Irak’ta hem de orada. Zannediyorum bunu fark etmişsindir. Aynı zamanda Ebu Mehdi el Mühendis, Irak Haşd için de aynı şekilde. Sanırım İranlılar asla kimseye bir şey sormadan yapacaklarını yaparlar, zaten cevap da verdiler, Irak’ta Ayn El Esad üssünde. Biz, yani direniş ekseninin de cevap vereceğini düşünüyorum. Nasıl ve ne zaman… Bunu gerçekleştirmek askeri kısma kalmış.

Bu noktada saldırıdan sonra konuşulanlardan söz edebiliriz belki. Kasım Süleymani’ye yönelik suikasttan sonra gerek Batı medyasında gerekse dünyanın başka bölgelerinde dile getirilen ortak bir nokta vardı. Farklı görüşlere sahip uzmanlar ABD ve İran doğrudan karşı karşıya gelemese de ileride farklı sahalarda çatışmalar yaşanabileceğini söyledi. Lübnan da bu tartışmada sık sık adı anılan bir bölge. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bekleyip göreceğiz. Bu bekleyip görmek gereken bir durum. Bence Seyid Nasrallah açıkça belirtti, direniş ekseninin de cevap vermesi etik olarak sorumluluktur. Ve zamanı gelince, cevap verecekler.

Şimdi biraz da Lübnan’ın iç gündeminden bahsetmek gerekirse, ülkede uzun bir süredir sokak eylemleri devam ediyor. Öncelikle siz bu gösterileri an itibariyle nasıl okuyorsunuz? Sizce Kasım Süleymani’ye yönelik suikast içerideki dengelerde bir değişim yarattı mı?

Hayır, gerçeği söylemek gerekirse protestolardan bahsettiğimizde ortada tek bir kesim yok, ülkedeki yolsuzlukla savaşan toplumun çeşitli kesimleri var. Ülke olarak öyle bir noktaya geldik ki bir çeşit ekonomik ve finansal çöküş yaşanıyor ve bu herkes tarafından paylaşılan görüş. Halkın çok büyük bir kesimi ızdırap içerisinde. Yüzbinlerce insanı görüyorsunuz ve onların yoksulluk sınırında olmasının nedeni yolsuzluk yüzünden, siyasi sistem yüzünden, Lübnan’da oynanan bir ‘-izm’ler familyası yüzünden: Nepotizm [akraba kayırma, ‘yeğencilik’], mezhepçilik, konfesyonalizm [dini ve siyasi organlar karması]. Mesela burada, yolsuz bir figür var diyelim. Eğer gidip yanlışlarından ve yolsuzluklarından doğru onu sorumlu tutarsanız, inkarı cebindedir. Saldırıp diyecektir ki bu durum, falanca yasaların filancası tarafından kapsanıyor.

Aslında büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Konumlanmak için yargı makamına ihtiyacımız var. Protestoların talep ettiği ve istediği şeylerin çoğunu destekliyoruz, çünkü biz de aynı şekilde ızdırap içerisindeyiz. Yolları nasıl kapattıklarını ya da her neyse, belirli şeyleri kabul etmiyor olabiliriz. Ama genel olarak protestolar halkın toplumsal ve ekonomik ızdırabıyla yükselen bir haykırış. Ve hükümet mümkün olduğunca çabuk bir şekilde bu insanların dertlerine kulak verme amacıyla kurulmalı. Biz bu konuda fikrimizi hiç değiştirmedik.

Bizim tüm sorunu yeniden ele almamız gerekiyor çünkü bu Lübnan’ın yapısal bir sorunu. Tüm ekonomi hizmet üzerine kurulu, üretim üzerine değil. Mesela, tükettiklerimizin yüzde 90’ını üretmiyoruz, dışarıdan satın alıyoruz. Bu da tedavüldeki parayı, doları dışarıya göndermek demek. Tıbbi ürünler için de aynı şey geçerli, dışarıdan aldıklarımızı kullanabiliyoruz. Meyve ve sebzelerimizi üretemiyor, dışarıdan satın alıyoruz. Buna inanabiliyor musun? Süt ürünlerini bile burada yapamıyoruz, labneyi dışarıdan alıyoruz. Büyük bir yapısal değişim yaşanmalı ve böylece birbirimize yardım edebiliriz.

Türkiye’den gördüğümüz kadarıyla, protestoların başladığı ilk günlerde Nasrallah bir açıklama yaptı ve göstericilerin savunduğu taleplerin haklı ve meşru olduğunu söyledi. Ancak daha sonra partiniz günler içinde farklı bir tavır aldı. Bundaki temel neden sizin için İsrail ya da ABD’nin gösterilerdeki olası payı mı?

Elbette, bunu açıkça dile getirdik. İlk başta biz ve Nasrallah dedik ki, bu yaşananları kabul ediyor ve gayet olumlu gelişmeler olarak görüyoruz. Bu deneyim resmi makamlara önemli bir baskı uygulayacaktır. Belki yolsuzluğa karşı bir şeyler yapabiliriz, ki bunların yaşanmasını onlarca yıldır bekliyoruz… Bu halkın uyguladığı bir baskı. Bu gösteriler çok önemli, çok gerekli ve çok can alıcı. Çünkü bu protestolara katılanlar farklı bölgelerden, farklı bilinçlerden, farklı siyasi partilerden ve bu da iyi bir şey.

Ama korktuğumuz şey, diğer her yerde olduğu gibi, ABD’nin, Batı’nın buraya atlayıp kendi planlarını ve gündemlerini yerleştirmeleri. Son zamanlarda yaşanan buydu geçekten, her yerde gördük. ABD’lilerin sembollerini, mottolarını, vb. yükselttiklerine şahit olduk ki bunlar ille de protestoların talepleriyle örtüşmüyordu. Bu nedenle Hizbullah’ın destekçileri bile, Nasrallah’ın kendilerini sokaklardan çıkartmasını istedi. Çünkü biz herhangi bir çatışmanın yaşanmasını istemiyoruz. Aynı zamanda protestocuların taleplerini desteklemeye devam ediyoruz.

Doğrusunu söylemek gerekirse, biz bu siyasi sistemin idari kısmının hiçbir zaman parçası olmadık. Biz çok yakın bir zamanda, 2005’te bakanlığa dahil olduk. Ama Lübnan bir pay kapma oyunu gibi. İnsanlar, tüm servet, tüm üretim liderler arasında dağıtılıyor ve biliyorsun ‘zaim’ [mezhep liderleri] denilen bir şey var. Hayır, artık biz bundan bıktık ve protestoların doğrulanmış haklı taleplerini desteklemeye devam edeceğiz.

Bu aynı zamanda mezhepsel devlet yapısının da değişmesini kapsıyor mu?

Elbette, kesinlikle…

Son olarak belki biraz Türkiye’den bahsedebiliriz, başta Hakan Fidan ile Kasım Süleymani’nin bağlantı içerisinde olduğundan bahsettiniz. Türkiye’nin geçtiğimiz sonbaharda Suriye’nin Kürt güçler tarafından kontrol edilen bölgesine yaptığı müdahaleyi partiniz doğru bulmadığını söylemişti. Bölgedeki aktörlerin oynadığı roller düşünüldüğünde, sizin bölgenin geleceğine dair düşünceleriniz nelerdir?

Onlar Suriyeliler, bu onların meselesi aslında. Biz Lübnan’da bir partiyiz ve kendi siyasi gündemimizi izliyoruz. Aslında biz, Kürtlerin ABD ile yakınlaşmasına karşıyız. Biliyorsun, insanlara, gruplara hatta hükümetlere ihanet etmek ABD’nin bir alışkanlığıdır, değil mi? En nihayetinde onlara da [Kürtlere] ihanet ettiler. Suriye çeşitliliği olan bir ülke: Müslümanlar var, Hıristiyanlar var, Sünniler var, Şiiler var, Aleviler var, Dürziler var… Tüm halklar Suriye halkının ve Suriye çıkarlarının çerçevesinde çalışmalılar. Çünkü onlar Suriyeli, düşüncem bu.

*Abbas Musawi, bir İsrail helikopterince yapılan füzeli saldırı sonucunda, 1992 yılında eşi, 5 yaşındaki oğlu ve diğer dört kişiyle birlikte hayatını kaybetti. Musavi’nin ardından liderliği bugün hâlâ görevde olan Seyid Hasan Nasrallah aldı.

**Hem dini bir önder hem de Lübnan direnişinin liderlerinden olan Ragıp Harb, 1984 yılında bir İsrail hava saldırısında hayatını kaybetti.

***Hizbullah’ın önde gelen askeri ve istihbarat liderlerinden İmad Muğniye, 2008 yılında bomba yüklü bir araç tarafından düzenlenen bir saldırı sonucu hayatını kaybetti.

Bu yazı ilk olarak Gazete Duvar’da yayınlanmıştır

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.