Enver Yılmaz: Çocukluğumun kâbusu, Çarşı Karakolu!

Enver Yılmaz: Çocukluğumun kâbusu, Çarşı Karakolu!

.

A+A-

Enver Yılmaz

Diyarbakır Sur İçi’nde yer alan Çarşı Karakolu’nun önünden yüzbinlerce kere belki milyonlarca kere geçtim.

Her geçtiğimde göz altından, korkuyla bakardım ona ve önünde duran polislere. Durduracaklar mı beni diye binlerce kere korktum.

Anam 2 gün 2 gece emzirmiş beni nezarethanesinde Çarşı Karakolu'nun. Rahmetli abim (Yaşar Yılmaz) kaçakçılık yapıyormuş 80’lerde. Polisler kendisini evde bulamayınca anamı almışlar rehine olarak. 2 gece kalmış nezarethanede anam. Ana sütünden, sevgisinden ve şefkatinden uzak, çok ağlamışım saatlerce. Babam amirden rica etmiş. ‘Bu çocuk ağlamaktan ölecek’ demiş ve beni de anamın yanına (karakola) götürmüşler nezarethaneye.

Karakolun önünden her geçtiğimde aklıma gelirdi bu hikaye.

Bazı zamanlar durdururdu önünde beni polisler. Her geçtiğimde durdurulma korkusu yaşardım sonra. Elimizde poşet ile geçemezdik önünden. Şayet varsa poşetimiz ya karşı kaldırımdan yada dar sokaklardan hızlıca giderdik eve.

Bir keresinde polis kimliğime baktıktan sonra ‘Hızlı bir şekilde, arkana bakmadan koş dedi. Tabi koşmadım. Mahalle büyüklerimiz bunu söylemişlerdi, öğretmişlerdi bize. Şayet Polis size arkana bakmadan koş derse sakın koşmayın. Vururlar sizi arkadan. Sonradan anladım ki, bizi suçlu ‘terörist’ göstermek için böyle bir taktik uyguluyorlarmış.

Gerçekten çok kişiyi böyle acımasızca vurdu, vurmuştu polisler Sur İçi’nde.

Ya kendileri bizzat yada Hizbullah’a yada JİTEM’e vurdururdular Kürt meselesine duyarlı kişileri.

Hz. Süleyman Camii İmamı ve akrabam olan Hafız Sıddık Turhallı’yı gözümün önünde vurmuştular. Ekmek almaya gitmiştim fırına. Anlatması bile zor...  Rahmetli Sıddık Turhallı çevrede saygın ve alim bir insan olarak bilinirdi. Çoğu kez Diyanetin hutbesi yerine Devletin Kürtlere olan zulmünü konu ederdi Cuma hutbelerinde. Saçlarımı okşayışını, benimle Zazaca konuşmasını ve yaptığı şakaları hiç unutmam.

Evimiz Dıngılhawa, babamın dükkanı Balıkçılardaydı. Her gün kaç kilometre yol yürürdüm. Çarşı Karakolu düzergahımızın üzerinde yer alıyordu. Önünde en ‘profesyonel’ polisler, Özel Harekat Polisleri nöbet tutardı. Polisler gelen geçeni didik didik kontrol ederdi gözleriyle. Gözlerinde öfke, bakışlarında suçlayıcılık...  Zamanla yolun karşı tarafını kullanmaya başladım. Onlarda zamanla karşı yola polis kulübesi diktiler. Çok mecbur olmasan geçmezdim önünden.

Bir keresinde tam önünden geçerken bomba atıldı karakola karşı sokaktan. Gözlerimi yumdum, kendimi dar ara sokaklara bıraktım. Koşmuyor, uçuyordum adeta. 2 kere yere düştüm, ellerim kanadı. Şükürler olsun eve varabilmiştim. Zamanla alıştım bomba, savaş uçakları ve silah seslerine. Kulaklarıma tanıdık sesler olarak kaydetmiştim…

Köydeyken (Bingöl-Genç) film gibi izlerdim helikopter ve savaş uçaklarının dağları, ovaları, dereleri bombalamalarını. Bomba düştükten sonra büyük, kara dumanlar gökyüzüne doğru savrulurdu. Sonra yangın çıkardı. Günlerce sürerdi yangın. Bırak söndürmeyi, daha çok bombalanırdı dağlar, ormanlar. Bazen de karşılıklı silah sesleri gelirdi. Bazen sabaha kadar, bazen de günlerce… Seslere bağışıklık kazanmıştık artık. Silah ve bomba sesleri doğanın sesine karışır, çok biçimsiz bir ses halini alırdı.

Ben çocuktum, bunların hiç birine anlam verecek yaşta değildim. Köy karakolları daha beterdi. Askerlerin o soğuk ve sert yüzü beynime kazınırdı. Askerler, polisler ve devletin tüm memurları…  Uyguladıkları sözlü ve fiziki şiddet…

Köyde, yolda, mahallede, okulda ve nezarethanelerde... Sürekli şiddete maruz, horlanma ve dışlanma... Ya da itaat edilmeye zorlanma…

Devlet, bunu sadece bana değil, milyonlarca Kürde yaşattı ve hâlâ yaşatıyor. Belki daha beterini ve fazlasını...

Kimi canıyla, kimi malıyla kimi hayatıyla…

Devletin ezdiği, acı çektirdiği ve yok ettiği hayatlar… Milyonlarca insan… Hepsinin tek suçu Kürt olmak…

Bir karakolun yıkılışının bana 15 dakikada düşündürdükleri bunlar. Sizinle paylaştım. Onların diliyle. Belki çoğunuz kendi dilinizde okuyamıyor yazamıyor diye... Bilmem, belki bu sizin suçunuz belki de değil. Belki, ta baştan devletin suçu. Ben sizin suçunuzu üstlenirim merak etmeyin dostlar. Bunu çocukluğumda ve gençliğimde çok kere yaptım. Yine yaparım.

15 dakikada bir karakolun, bildiğim bir karakolun, önünde onlarca kere durdurulduğum, dayak yediğim, nezarethanesinde annemin sütünü içtiğim bir karakolun bana yazdırdıkları... Biraz daha düşünsem birkaç sayfa yazarım belki. Belki zamanı gelince yazarım, belki öyle bir zaman gelmez. Gelirde biz olmayız bu hayatta belki. Evet... Çarşı Karakolu, devletin karakolu… Annemin hayat veren sütünün tadı hâlâ damaklarımda, karakolun saldığı korku hâlâ ruhumda. O asılsız, ruhsuz, sert suratlar hâlâ hafızamda.  

Evet, Çarşı Karakolu’nun yıkılmış halinin önünden geçerken bile aynı duygular ve hislere kapıldım.

 Tabii yerine yenisini yapacaklar, daha büyüğünü…

26.08.2021

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.