CHP TC'nin kurucu partisi olarak diğer tüm partilerinde anasıdır.

CHP TC'nin kurucu partisi olarak diğer tüm partilerinde anasıdır.

CHP TC'nin kurucu partisi olarak diğer tüm partilerinde anasıdır.

A+A-

Ali K. Yıldırım

CHP TC'nin kurucu partisi olarak diğer tüm partilerinde anasıdır.

Tek partililikten, çok partililiğe geçince, CHP'de değişimden doğal olarak etkilenmiş ve en azından tek partili bir sistemi savunmaz hale gelmiştir. Ancak milliyetçilik başta olmak üzere karekterinde bir değişiklik olmamıştır.

CHP'yi eleştirmek için çok neden var: En önemlisi de sosyal demokrat görünerek, bu yöndeki oluşumları engelliyor olmasıdır. Muhalefet partisi olarak muhalefet yapamıyor olması, mevcut düzenin ötesinde yeni şeyler önerebilecek bir vizyona sahip olamamasındandır. Din hususuna gelince, CHP devlet dinine inanır; bunun gereği olarak devletin hizmetinde bir koltuk değneği olarak Diyaneti zaruri görür.

 

Bu noktada, AKP'nin en önemli farkı devlet ve diyaneti birlikte yoğurmasında yatıyor. Diyanet'in 'birinci başı' devletin başı iken, ikincisi diyanetin başı. Devlet'in söylemi ile dini kurumun söylemleri özdeşleşmiştir. Gelişmeler Türkiye'nin pek de ılımlı olmayan bir İslam devletine doğru yol aldığını gösteriyor.

 

Şimdi, bugün, yürütmede olan CHP değil, AKP dir. Bu parti sadece yürütmeyi değil, yargı ve yasamayı da kontrol ediyor. AKP döneminde, Kürtler ile ilgili bir kaç iyi düzenlene oldu. Esasen bu süreç, Özal ile başlamış olup artık kaçınılmaz olan bir durum idi.

AKP ve onun başı Erdoğan, manipülasyon konusunda diğerlerinden daha usta. Ötekiler 'birşey vermeyiz' dediklerinde gereğini yapıyorlardı. Oysa AKP umutlar yaratıp umutları hiç yapma konusunda usta. Özellikle "ustalık döneminde" yaptıkları ortada: Barış görüşmelerinin sonucunda acımasız bir savaş çıktı. Kürt şehirleri harabeye çevrildi. Yüzbinlerle insan yerinden yurdun edinilerek bir tür mecburi iskana tabi tutuldu. Yedi binden fazla Kürt insanını öldürmekle böbürlenen yine bu iktidar.

 

PKK'nin halk diye bir derdinin olmadığını biliyoruz. PKK askeri bir örgüttür, siyasal olarak düşünme becerisine sahip değildir. Ayrıca Ortadoğu'da askeri örgüt olmanın getirdiği çok yönlü bağımlılık nedeni ile başkalarınca rahatça kullanılabilmektedir.

Başka yerlerde askeri örgütler siyasal örgütler tarafından kontrol edilir iken, bizde tam tersi bir durum yaşandı, yaşanıyor. HDP'nin seçim başarısı; Kürtler ve PKK için askeri güçlerin önemini azaltma imkanı sağlamış iken, PKK aynen mevcut iktidar gibi HDP'nin başarısını içine sindiremedi, çünkü PKK sürekli olarak tek yetkili ve tek etkili karar mercii olarak kalmak istedi, istiyor.

PKK kimseye güvenmez. Bunun sebebi de Öcalan'ın şahsında somutlaşan paranoyadır. Tabii bu durumun da açıklanabilir bazı sebepleri var: Öcalan'ın kendisinin açıkladığı üzere, kuruluş sırasında devlet ile üç sene boyunca sürdürülen ilişkiler paronayayı beslemiştir. Bütün bir siyasal felsefesi ve pratiği, kandırmak ve kandırılmak üzere kurulu bir yapı kendi içinde ve dışında kimseye güven duymaz. Oysa başarılı siyaset güven yaratmak üzerine kurulur. Başta kendi içinde  can ve mal güvenliği olmak üzere, güven ortamının bir garantörü olmadan uluslararası siyasetin saygı duyulur bir partneri olunamaz. PKK'de adalet önce Öcalan'ın, şimdi onun tarafından atanmış BAŞKANLIK konseyinin iki dudağı arasında.

TC, PKK'nin bir numaralı düşmanı. Açıkladıkları rakamlar bu konuda yeterince bilgi veriyor. O öldürülen gençler aynı Zaman'da Kürt. PKK'nin yaratmak istediği imgenin tersine bir PKK ulusu değil, bir Kürt ulusu var ve öldürülenler bu milletin evladı. Dolayısı ile her tahribat ve öldürme esasen Kürtler'e ve onların dinamiklerine yöneliktir.

Ancak PKK Devlet'in katliamları için kendilerine bulunmaz fırsatlar sunuyor. Siyasal bir örgüte tabi olmaması ve paranoyadan beslenmesi nedeni ile PKK Devlet'in işine çok geliyor. Devlet öteden beri öldürmek için ilk kurşunun Kürtler tarafından atılmasının şartlarını olgunlaştırmak için uğraşmıştır. Nihayetinde devlet olsa bile, her güç için, eylemlerine gerekçe oluşturacak bir meşruiyet sorunu var. Kontrolü bulunmayan silahlı mücadele, Devlet'in katliam ve akabinde sürgün politikalarına bir süreklilik kazandırmıştır. Biz buna Kürdün zamana yayılmış yok edilmesi diyoruz.

Böyle olunca devlet sadece PKK'den nefret etmez, onu sever de, Aradaki ilişki bir aşk ve nefret ilişkisidir. Başka bir tabir ile her iki tarafın birbirini beslediği bir simbiyoz ilşkisidir: Ağaç ve mantar ilişkisi gibi.  mantar; ağaçtan çıkar, ondan beslenir; her seferinde ölerek ağacı besleyen bir besine dönüşür.

Şimdi gelelim tekrar AKP'ye... Bellik, bu parti baştan beri hiç bir zaman çağdaş olmadı. Bir ara ılımlı İslam diyerek belli yanılgılara sebep oldu ise de "ecdadımız" dediği tarihten itibaren bu parti ve onun liderinden bir şey çıkmayacağına kanaat getirdim. Yavuz Selim köprüsü simgesel olarak anlayanlar için çok şey anlatıyordu. Demokrasi ileriye bakmaktır, geriye monarşilere bakmak değildir. Esasen bu "ecdad" kelimesinin altındaki sır, özlenen liderlik anlayışında yatıyor.

BAŞKANLIK sistemi işte bu özlenen duruma uygun bir çare olarak düşünüldü. Aksi halde, sistemin yeniden inşaasının bir parçası olarak, ademi merkeziyetçi bir yönetimi bir arada tutmanın bir aracı olarak başkanlık gündemleştirilirdi. O zaman tartışılan başkanlık olmaz, sorun sistem üzerine yoğunlaşırdı.

Kabul etmek gerekir ki, seçimlerde tek muhalefet partisi olan HDP'de, bu konuda "seni Başkan yaptırmayacağız" diyerek sorunu kişiselleştirmenin dışında bir şey yapmadı. Yapamamanın önünde engel olarak, kafaları ve ortalığı bulandırmak için, uluslararası politik terminolojinin yerine kendine münhasır bir terminolojinin Öcalan eli ile servis edilmesi yatıyor. Böyle olunca federasyon ve hatta özerklikten bahsedemeyen bir HDP'nin demokratik Cumhuriyet talebi içi boş bir slogana dönüşmüş oluyor.

Erdoğan kişisel olarak çok hırslı bir lider; Kendisinde Atatürk ve daha ötesi Ortadoğu'nun hakimi Yavuz Selim misyonunu gören bir lider. ABD; başlarda, Türkiye ile birlikte Ortadoğu'yu dizayn edeceğini düşündü ise de, çok geçmeden Erdoğan Türkiye'sinin başta Suudi ve Katar olmak üzere, Sünnü Arap ülkeleri ile Batı'ya da karşı kendilerine ait bir gündem sahibi olduğunu anladı. Bu noktada işler dış politika da sarpa sardı.

İçerde Devlet'in en az yarısı bu zor süreci dini araçsallaştırarak Erdoğan ile aşmak için kendisine destek verdi. Erdoğan ise kendisine itaat eden kendi devletini oluşturmak için süreci kendi lehine kullandı. Geçmişteki "demokrat" Erdoğan'ın yerine onu en Zır -I Zop diktatörler ile karşılaştıran yorumlar çoğalmaya başladı. Bu değişimi yüz hatlarında dahi görmek mümkün.

Ergenekon ile sağlanmış olan barışa rağmen önümüzdeki  dönem yeniden bir dizi kamplaşma ve harmanlanmaya aday. Şimdiden devlet içi ve dışından çıkış için bir dizi senaryo yapılıyordur. Ortadoğu'nun bütününün bir parçası olarak gelişmeleri iyi izlemek gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.