Atina Demokrasisinin Çağımıza Etkileri 1: Atina Demokrasisinin Temel Değerleri

Atina Demokrasisinin Çağımıza Etkileri 1: Atina Demokrasisinin Temel Değerleri

Atina demokrasisinin eşitlik anlayışı, salt katılım, işleyiş ve yargı ile sınırlı kalmıyordu. Demokrasinin temel değerleri olan özgürlüğün ve eşitliğin barış ortamında yaşanılması, savunulmasını ve hatta uğrunda ölümünü de gerektirebiliyordu.

A+A-

Erdoğan Işık*

Demokrasi üzerine sürdürülen kuramsal, tarihsel nitelik ve boyutlardaki tartışmaların bir yanını, günümüzde uygulama bulan demokratik anayasal düzenler ile Atina demokrasisi arasında bir karşılaştırmanın yapılması, benzerlik ve ayrılıklarının belirlenmesi, belirli noktalarda bağıntı kurulması, örnek ve ders alınması yolundaki görüş ve öneriler oluştururlar. Bu bağlamda odaklanılan sorulardan bazıları daha da belirginleşmektedirler: Çağdaş anayasal düzenlerin hangi organ ve uygulamalarında, Atina demokrasisinin etki ve izleri bulunmaktadır? Çağımızın oldukça farklı toplumsal koşulları, daha geniş coğrafi alan dahilinde ve daha çeşitli ve etkili araçlar ile sağlanan eğitim ve iletişim sayesinde ortak normların oluşturulup edinilebildiği ve tarihsel deneyim ışığında zengin bilgi-kültür birikimi ile eğilim ve yönelim belirlemenin olanaklı olduğu günümüz ve gelecek için Atina demokrasisi ne ölçüde ve hangi boyutta bir esin kaynağı olabilir? Hangi değer ve normlar belirleyici ve yönlendirici durumdadırlar? Önceleri daha çok satır aralarında veya bazı paragraflarda bu konuda yaklaşım ve yorumlar dile getirilmişken belirtilen sorular, içinde bulunulan bazı koşulların ve eğilimlerin etki veya karşıtlığında son yıllarda Eski Çağ tarihçileri, hukuk tarihçileri, düşünür ve politik kuramcılar tarafından yeniden daha kapsamlı tartışılarak değerlendirilmeye başlanmışlardır. Bu kısmen farklı ve kısmen birbirlerini tamamlayıcı bakış açılarını, yaklaşımlarını ve yorumlarını, tarihsel süreç dahilinde politik kültürlerin oluşum, gelişim ve yayılmaları bağlamında incelemekte yarar bulunmaktadır. Konu ve ilgili tartışmalarının anlaşılırlığı için öncelikle Atina demokrasisinin temel ögelerini ve ilkelerini özet halinde de olsa belirtmeye çalışalım.

Atina demokrasisinin uygulamadaki en önemli özelliği, doğrudan katılımı ve dönüşümlü etkinliği esas almış olmasıdır. Atina merkez olmak üzere, tüm Attika’da yaşamakta olan vatandaş (polites) konumundaki on sekiz yaşın üzerindeki ve sadece eril nüfusun katılımı ile oluşturulan halk meclisinin (ekklesia) ve otuz yaşın üzerindeki vatandaşlar arasında kura ve seçim yolu ile katılım ve etkinlikte bulunmuş oldukları karar ve yürütme organları sayesinde işlerlik sağlamış olan Atina demokrasisinin günümüz koşullarına uyarlanması ve benzeri bir uygulama bulması zaten beklenemez. Doğrudan demokrasinin uygulamadaki zorlukları ve ağırdan işleyişi, çıkmazlıklara saplanması, daha bu dönemde belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Buna rağmen halk egemenliğinin de ancak doğrudan katılımla sağlanabileneceği düşünce ve yaklaşımı, bir ilke ve belirleyici norm olarak kabul edilmiştir. Bu yöntem, zaman içerisinde uygulama bularak kabüllenilmesini ve de gelenekselleşmesini beraberinde getirmiştir. Diğer yandan bu ilkeden vazgeçilmesi durumunda bir guruba, zümreye, kişiye dayalı yönetsel sistemlere geçilmesinin yollarının açılması kaygısı her zaman korunuyordu. Savaş koşullarında organların, beklenilenin aksine yeterince etkin ve verimli işlerlik göstermemiş olması ve hatta ortaya çıkan bir kısım olumsuz sonuçlardan sorumluluk taşıyor olmaları, sonrasındaki düzenlemelerde dikkate alınmış olup bazı yeni önlem ve yöntemler ile bu sorunların aşılması yoluna gidilmiştir. Bu önlem ve yöntemlerden konumuz açısından en belirgin olanları, önemli kabul edilen sınırlı sayıdaki bazı memurluklar için yetkin ve uygun olan kişilerin seçilmesi ilkesinin benimsenmesi ve uygulama bulması idi. Gerçi daha 5’inci yüzyıldaki seçim ve görevlendirmelerde bu yönde belirlemeler bulunuyordu. Ancak bazı diğer öncelikli kıstas ve temel ilkelerden dolayı uygulanmasında zorluklar ile karşılaşılıyordu. Örneğin Kleisthenes Reformları (6’ncı yy. sonları) sonucu kırsal, sahil ve kent gibi farklı yerleşim alanlarındaki birimlerin (demler) bir araya getirilmesi ile oluşturulan bir çeşit yapay ‘seçim çevresi’ anlamındaki her fyleden eşit sayıda kişinin ister seçim ile ve isterse kura ile belirlenmesi öncelikli idi. Kısaca değinilen bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu ve benzeri esaslara dayalı bir uygulamanın günümüz koşullarına uyarlanması mümkün olmadığı gibi dolaysıyla uygulanmasında rasyonel bir anlam da bulunmamaktadır.

O zaman asıl belirleyici olan ve söz konusu olguyu uygulanır kılan, uygulama için nasıl bir yolun ve yöntemin bulunması, hangi kurumlaşmaya gidildiği ve bu kurumların oluşumları, yetki ve görevlerinin dağılım biçimi değildir; bilakis vatandaş haklarını (kadınlar, yerleşik yabancılar ve köleler dıştalı bulunuyorlardı) esas almış olan Atina demokrasisinin özünü oluşturan temel düşünce ve normların neler olduğudur. Dolaysıyla temel olan, bu sahiplenilen değerlerin düşünsel etkileşim ve aktarım sürecindeki gelişimleri ile insan haklarını esas alan ve her türlü yapısal ve işlevsel değişime rağmen çağdaş demokrasilerdeki yer ve öneminin belirginliliği ve kabüllenirliliğidir. Demokrasilerde birey, mesleki-ekonomik, çevresel ve politik bazdaki toplumsal her oluşumda en belirleyici öğedir. Onun en temel ve en doğal hak ve istemleri, koşullara bağlı olarak tüm şekilsel ve boyutsal değişimlerine ve zamansal edinimler koşutundaki gelişmelere rağmen fazla bir değişkenlik göstermezler.

Vatandaşlık haklarına dayalı Atina demokrasisinin temel hedefi, niteliği ve dolaysıyla normu, özgürlükçü (eleutheria) ve eşitlikçi (isotes, to ison) olmasıdır. Fakat özgürlük ve eşitlik kavramlarına, zaman içerisinde ve yaşanılan olaylar bağlamında, içinde yaşanılan durum gereği değişik anlamlar yüklenmiştir. Öncelikle özgürlük (eleutheria), kavram olarak kölelik (douleia veya doulosyne) karşıtı olarak toplumsal yaşamın içinden çıkmış olup ve bu köksel özelliğini, zaman içerisindeki tüm değişimlere rağmen yine bu karşıtlık çerçevesinde ve anlamında korumuştur. Özgürlük kavramının Pers Savaşları sırasında ve sonrasında toplumsallaştırılarak vurgu bulmuş olması, sahip olunanın, yaşanılanın bir değer olarak kaybedilme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmasından ve bu değerin bütünsel olarak savunulma, korunma ve geliştirilme gerekliliğinin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. “Zeus Soter” (kurtarıcı) ve “Zeus Eleutherios” (özgürlükçü) kültleri, daha çok birbirleri ile ilintili olarak bu dönemde ve sonrasında Atina ve diğer kentlerde yad edilerek anlam kazanmışlardır. Tiranlık rejiminin keyfi uygulamaları karşısında gerek bireysel bazda vatandaşların ve gerekse toplumsal anlamda kentin özgürlüğü, bir karşıtlık olarak anlam ve vurgu bulmuş olup tiranlıkların devrilmesi, yine “Zeus Eleutherios” kültünün yad edilmesi ile kutlanıp dile getirilmiştir. Daha çok kurtarıcı ve koruyucu güç arayışı olgusu ve minnettarlık duygusu kapsamında ortaya çıkan bu kültler, aynı zamanda dönemin politik arayış-istem ve eğilimlerinin de başka bir boyuttaki dışavurumu olarak kendilerini gösteriyorlardı. Bu bağlamda, toplumsal politik bilinçlenmeye ve yapılanmaya koşut olarak ayrıca Tanrı’nın ayrı bir sıfatlandırılması, yetkinleştirilmesi ve hatta politize edilmesi söz konusudur.

Bir kent ve onun sakinleri, bir tiranın egemenliği altında ve bilincinde olunan özgürlüklerin kısıtlanması oranında onun köleleri olarak algılanabiliniyorlardı. Ama bu, tiranlığın egemen olmadığı her durumun özgürlük ile tanımlandığı anlamına da gelmiyordu. Atina örneğindeki tiranlık rejimine karşı olan politik mücadele, geniş halk tabakalarından çok, özgürlüklerinin bilincinde olan soylu diğer guruplar tarafından yürütülüyordu ve onlar için ise, geleneksel olarak iyi düzen (eunomia) olarak görülen ve tanımlanan politik sistem, toplumsal yapı ve yönetsel oluşum dahilinde, eşit katılım ve etkinlikli düzen (isonomia), eşit egemenlik (isokratia) ve eşit konuşma hakkı (isegoria) gibi politik değer yargı ve normları öncelikli idiler. Bu politik istem ve haklar, ister istemez özgürlüğü, onlar açısında ve anlamında kapsıyorlardı. Pers Savaşları ve sonrasında, Peloponnes Savaşı sırasında ve 4’üncü yüzyılın ortalarından itibaren beliren Makedonya tehlikesine karşı özgürlük, daha farklı bir içeriksel boyut kazanmıştır. Bu savaş hallerinde veya savaş tehlikesine karşı oluşumlar dahilinde özgürlük idealine bağlılığın öne çıkarılması, bir yandan tüm Helen, birlik kentlerinin veya bizzat kentin (Atina) özerklik (autonomia) ve özgürlüklerini, bunun da ötesinde egemenlik haklarını yitirmeleri kaygısından kaynaklanırken, diğer yandan bunun sonucu olarak bireysel hak ve özgürlüklerin de son bulması ile ilişkilidir. Çünkü kentlerin egemenlik haklarını kaybetmeleri, vatandaşları için esaret anlamına geliyordu ve esaret ise, köleleştirilme demekti. Bu durumda köleleştirmeye karşı verilen ve verilmiş olunan mücadele ve savaş, özgürlüğün korunması ve savunulması anlamına geliyordu. Bunu her Atinalı, Pers istilaları sırasında duyumsamış olduğu gibi, sonrasında bizzat Atina önderliğindeki kent kuşatma ve istilalarında köleleştirilenlerin efendileri olarak da yakından biliniyordu. Anayasal düzen boyutunda ise özgürlük, vatandaşın kurumlar aracılığı ile katılım ve etkinlikte bulunma hakkını kullanmasında ve bireyin özel yaşamında kendini belirgin olarak göstermektedir. Bireyin, vatandaşın istediği gibi yaşayabilmesi ve istediğini yapabilmesi, demokrasinin özgürlükçü niteliğinin bilinen en temel ve en dikkate alınan bir unsuru olarak öne çıkarılmaktadır. Aksi durumu, köleliğin bir özelliği ve göstergesi olarak algılanıyordu. Bu nedenle özgürlük anlayışı, vatandaşın güncel yaşamını düzenleyen, hukuksal-politik haklarını koruyan ve güvence altına alan, bireyler arası ve birey (vatandaş, polites) ile kent (polis/devlet) arası her türlü ilişkinin çerçevesini belirleyen bir dizi yasa ve uygulamaya ve özellikle 4’üncü yüzyılda daha somut olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. Her ne kadar teori ve uygulama arasında çelişkiler bilinse de, örneğin yargı kararı olmaksızın hiçbir vatandaşın ölüm ile cezalandırılamayacağı, vatandaşların işkenceye tabi tutulamayacağı, konut dokunulmazlığının sağlanmış olması, servet ve mal varlığının korunmaya ve güvenceye alınmış olması, belirgin olanlarıdır. Dolaysıyla kent için bağımsızlık ve egemenlik, toplumsal doku ve yapı bağlamında anayasal düzenin işlerliği, toplumsal guruplar esasına dayalı sosyal konumun korunması ve gelişimi, bireysel açıdan özel yaşamın dokunulmazlığı ve istendiği gibi bir yaşamın güvencesi anlam ve boyutunda bir özgürlük kavramı ve değeri söz konusu idi.

Anayasal düzen tasnif ve tanımlamalarının 5’inci yüzyılın ortalarından itibaren yapılmaya başlanması ve bu anlamda yapılan tartışmalar çerçevesinde demokrasi, zamanla özgürlük ve eşitlik ile özdeş olarak görülmüş ve böyle algılanmıştır. Bu dönemde demokrasiye seçenek olarak belirmeye başlayan ve daha sonraları savaş koşullarında ve savaş yenilgisinden sonra bizzat Sparta tarafından yapılandırılan oligarşist yönetimlerin başta yaşam hakkı olmak üzere, her türlü bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması, gasp edilmesi veya yok sayılması ile uygulama bulmuşlardır. Bu deneyimler, demokrasinin olumsuz olarak görülmüş ve eleştirilere neden olmuş bazı öğelerine ve uygulamalarına rağmen gerçekten ve daha belirgin bir şekilde özgürlük ve eşitlik gibi normlaşmış temel değerler ve haklar ile özdeşleşip pekişmesini ve vurgu bulmasını sağlamıştır. Oysaki en azından eşitlik, aristokratlar tarafından kendileri açısından ve kendi aralarında geçerli olmak üzere, bir hak ve hatta ayrıcalık olarak daha önceleri sahipleniliyordu. Diğer yandan Atina’daki oligarşik yönetimlerden ilkinin kentin bağımsızlık ve özgürlüğünü yitirme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bir anda (411/0 yılı) gündeme gelmiş olması ve yönetimi sırasında bu tehlikenin daha da boyutlanmış olması ve ikincisinin teslimiyetten sonra (404/3 yılı) ve bizzat Sparta tarafından yapılandırılmış olması, bağımsızlık ve egemenlik hakkının kentsel anlam ve boyutta kaybedilmesi ve buna bağlı olarak bireysel özgürlüğün yitirilmesinin oligarşi ile ilişkilendirilmesini beraberinde getirmiştir. Tiranlık rejiminin yıkılmasından yaklaşık yüzyıl sonra, 411 yılındaki ilk oligarşist darbe ile halktan, alışmış olduğu özgürlüğünü almanın ne kadar zor olduğuna Thukydides (VIII 68, 4), bizzat işaret etmektedir. Thukydides’in bu yönlü yaklaşımı, özgürlüğün tamamıyla demokrasiye ait bir değer olduğunu ve bu yönü ile de gerek tiranlık ve gerekse oligarşist rejimlerden ayrıldığını bir daha göstermektedir. Benzeri bir nitelendirmeye, Euripides’in Sığınmacılar (hiketides) dramında da rastlıyoruz. Euripides (Hik. 404-409), Atina’nın özgür bir kent (eleuthera polis) olduğunu, bir zorba kişinin (tyrannos) değil de, halkın egemen olduğunu ve yönetimde etkin olmanın yıldan yıla değiştiğini, varlıklılar ile yoksulların egemenlikte eşit pay ve etkiye sahip bulunduklarını, Atina’nın efsanevi kurucusu olarak kabul edilen Theseus’a söylettirir.

Atina demokrasisinin diğer önemli bir normsal ilkesi, ifade özgürlüğü ve hakkı idi. Bu bağlamda anımsatılması gereken bir nokta, düşünceye sahip olmak, kısacası düşünmek, doğal bir hak olarak algılanıyordu ve sınırlandırılmasının zaten olanak dahilinde olmadığı biliniyordu. Ancak ifade edilmeyen veya ettirilmeyen bir düşüncenin de bir anlamının olmadığından hareketle asıl yoğunlaşmanın bu alana, yani ifade özgürlüğüne ve hakkına çevrilmiş olduğunu saptıyoruz. Özgürlük kavramının bir zaman dahilindeki politik gelişmeler koşutunda ve etkisinde yeni anlamlar kazanmış olduğunu belirttikten sonra, ifade özgürlüğünün (eleutheros legein), her şeyi konuşma hakkının (parrhesia) ve konuşma hakkında eşitlik ilkesinin (isegoria) sağlanmasına dair değişik kavramların, yine farklı zamanlarda öne çıkarılmış olduklarına şahit oluyoruz. İfade özgürlüğü, öncelikle her özgür vatandaşın doğal ve normsal bir hakkı olarak görülüyordu ve bu yönü ile özgür vatandaş ile köleler arasındaki farklılık da vurgulanmış olunuyordu. Her özgür vatandaş, özgürce konuşmak (eleutheros legein) yeteneğine, dolaysıyla hak ve ayrıcalığına sahip bulunuyordu. Özellikle tiranlık rejimi altında diğer vatandaşlık haklarına getirilmiş olunan sınırlandırmaların yanı sıra, bizzat ifade özgürlüğünün tanınmamış olması, suskunluğa karşın özgürce ifadenin şiarlaştırılmasına neden olmuştur. Kleisthenes Reformları sonucu demokratik kurumlaşmanın temellerinin yaratılması ile birlikte, içinde bulunulan anayasal düzen veya bu düzenin temel öğesi olarak katılım ve etkinlikte eşitlik ilkesi anlamında isonomia kavramının somut anlam ve ifade bulmasına koşut olarak konuşma hakkının kullanılmasında eşitlik (isegoria) ilkesinin de öne çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Kurum ve organlarda vatandaşların eşit katılım ve etkinliğini öngören yeni anayasal düzen, kurumların işlevleri sırasında bireyin, vatandaşın katılımının ve etkinliğinin en belirgin göstergesi olarak konuşma hakkının kullanılmasında da eşitlik ilkesinin geçerli kılınmasını beraberinde ister istemez getiriyordu. Halk meclisi toplantısında konuşmak isteyen herkese bu hakkın tanınmasının yanı sıra, yargı alanında temel bir ilke olarak suçlama ve savunmaya eşit oranda tanınan süre ile de kendini en somut şekilde gösteriyordu. İsegoria kavramında kendini dışa vuran bu ana ilkenin demokrasi ile olan bağıntısı ve onun için olan önemi kendisini, bazı durumlarda belirleyici öğesi olarak görülüp algılandığı demokrasi yerine kullanılmasında göstermektedir. Oysaki politik içerikli bir kavram olarak ortaya çıkmış olan isegoria, daha 6’ncı yüzyılın ortalarından itibaren ve dönemin soylular arası politik mücadeleleri kapsamında ve daha sonraki tiranlık rejimine karşı mücadele dahilinde anlam kazanmış ve kullanım bulmuş olmalıdır. Atina’da tiranlık rejiminin devrilmesinden sonra Kleisthenes’e karşı soyluların politik çıkarlarının savunucusu olarak bir süre etkin duruma gelmiş olan İsagoras’ın kişiliği ve adı, eşitlik ilkesine dayalı politik değer yargılarının 6’ncı yüzyıldaki mücadelelerin ayrılmaz bir parçası olduğuna dair en iyi kanıtlardan biri durumundadır. Diğer politik içerikli kavram olan isonomia gibi, isegoria da salt soylular tarafından, soylular için kullanılan ve onların istemlerini yansıtmakla sınırlı kalmayıp daha sonra tüm vatandaşları kapsayan bir hak, bir norm ve hatta bir ayrıcalık olarak anlam kazanmış ve politik alanda vurgu bulmuştur. Bu alandaki kavramlara, 5’inci yüzyılın son üçlüğünde ve ilk kez Euripides’in dramalarındaki kullanımı ile yeni birisi eklenir: Parrhesia. Herkesin her şeyi söyleyebilme (pan-rheisa) hakkı olarak çevrilebilecek olan kavram, daha öncelerinin revaçtaki özgürce söz etmek (eleutheros legein) kavramını da kısmen kapsar bir anlam taşımaktadır. Bir önceki kavramın fiil halinde kullanılması ve bu şekli ile kalması, parrhesia ile aynı zamanda tanımlama ve adlandırma için gerekli olan bir kavram bulunmuştur. Diğer yandan özgürce söyleyebilmek başlı başına bir değer olarak kabul görmesine rağmen, bu özgürce söyleyebilmenin ne derecede her vatandaş tarafından bir hak olarak ve eşit oranda kullanılabildiği olgusu, isegoria ile bir daha vurgu bulmuştur. Ancak isegoria’nın, bir hak ve ayrıcalık olarak yabancı iskancılar ve hatta köleler tarafından da kullanılmış olduğuna dair oligarşistlerce abartılı olarak eleştirilmiş olması, demokrasinin bu temel ilkesine ve özellikle de günlük yaşama olan yansıma ve uygulamasına karşı yoğun bir karşıtlığın varlığına işaret etmektedir. Oysaki isegoria, aristokratlarca ortaya atılan, savunulan ve yine kendi aralarında dengeyi ve eşitliği öngören bir değerdi. Ancak bu değer, oldukça sıkı bir sosyal hiyerarşiye dayandırılmak isteniyordu. Bundan ötürü kadınların erkeklere, gençlerin yaşlılara, yabancı iskancıların vatandaşlara ve kölelerin doğuştan özgür olanlara karşı konuşma hakkını nasıl, nerede ve ne şekilde kullanmaları gerektiğinin ölçütleri, sosyal denetimin bir gereği olarak belirli bulunuyordu. Bu geleneksel aristokratik sosyal denetim, saygının, utangaçlığın ve sıkılganlığın (aidos) erdemlilik olarak algılanmasına dayanıyordu. Ama demokrasi uygulamaları ile birlikte, sosyo-toplumsal yapılanmada düzenlemelere gidilmiş; gelişkin ekonomik ilişkiler sonucu olarak yeni ve farklı toplumsal tabakalar ortaya çıkmış; eğitim ve kültürel etkinlikler aracılığı ile bireyin mevcut olana bakışı ve yaklaşımı değişmiştir. Böylelikle bazı değerler, kavramlar ve normlar, tanım ve kapsamları itibari ile zamanla değişime uğramışlardır. Dolaysıyla içeriği ve kullanımı ile parrhesia kavramının her şeyin herkes tarafından özgürce konuşulması anlamında daha kapsamlı ve demokrasi ile daha çağrışımlı kullanımına başlanmıştır. Euripides ile birlikte ve 5’inci yüzyılın son çeyreğinde politik terminolojinin yoğun kullanılan bir kavramı durumuna gelen parrhesia, özellikle oligarşist eğilim ve yönelimler karşısında demokrasinin önemli bir niteliği ve normu olarak anılmış ve bu çağrışımı da sağlamıştır. Örneğin Atina demokrasisinin belkemiği durumundaki donanma gücüne bağlı birçok gemi, 4’üncü yüzyılda sıklıkla demokratia, eleutheria ve aynı zamanda parrhesia olarak adlandırılmışlardır. İfade serbestisinin Atina demokrasisi içindeki bu önem ve değeri, Atina’da isteyen herkesin gerektiğinde düşmanlarının veya Sparta’nın anayasal düzen ve yaşam tarzından övgü ile söz edebilirken, Sparta’da kendi anayasal düzeninden başkasının övülmesinin yasak olduğu yolundaki Demosthenes’in (XX 105-107) belirttiklerinden çok daha açık ve somut bir şekilde anlaşılmaktadır. Politik düşüncenin oluşmasında, karar sürecinin işlemesinde, kararların alınmasında ve uygulanmasında ifade serbestisi ve eşitliğinin bu hiçbir şekilde yadsınamaz önemli işlevi, tarih yazarı Thukydides (II 40, 2) tarafından Perikles (Atina’da yaklaşık 450-430 yılları arasında etkili olan politikacı ve komutan/strategos) aracılığı ile daha bu dönemde, “…biz bir edim için sözde bir tehlike görmüyoruz; ama gerekli bir edime adım atmadan kendini söz aracılığı ile (danışma) önceden bilgilendirmemekte” tümcesiyle belirtilmiştir. Daha sonraları, Akhaia Birliği’in demokratik özelliğinin tanımlanmasında, konuşmada eşitlik hakkı (isegorias) ve herkesin her şeyi konuşabilmesi (parrhesia), belirleyici öğeler olarak Polybios (II 38, 6) tarafından bilinçli bir şekilde vurgulanmışlardır.

Düşünce ve düşüncenin yazılı ya da sözlü ifadesi, tamamıyla özgürlük ile ilintili iken ifadede eşitlik, ancak bir olgunun varlığı (örneğin demokratik anayasal bir düzenin organları gibi) ve olanağı dahilinde söz konusu olabilir. Başka şekilde ifade etmek gerekirse: Düşünülenin zamansal ve olanaksal açıdan eşit olarak açıklanması, ifade için bir olgunun, bir mekanın ve bir aracın varlığını gerektirir. Her vatandaşın katılım ve etkisi ile oluşturulan organlar, kurum ile kurullar ve birimler, demokratik anayasal bir düzen dahilinde ortaya çıkmışlardır ve bu organlarda alınan kararlar, süreç içerisinde yapılan oturumlarda belirtilen görüşler sayesinde alınmışlardır. Koşulları gereği doğru ve gerçekçi bir kararın alınmasında, özgürce ve eşitçe ifade edilen olumlu ve olumsuz yönde, lehte ve aleyhteki düşüncelerin belirtilmesinin rolü büyüktür. Çünkü kararda etkisi olacak her katılımcının görüş oluşturması ve olgunlaştırması, özgürce ve eşitlik temelinde belirtilen diğer görüşlerin tartılması, karşılaştırılması ve sağduyu süzgecinden geçirilmesi ile mümkündür. Düşüncenin ifadesi ve ifade şekli, Atina demokrasisinin temel normları olan ve dolaysıyla onu nitelemekte olan hem özgürlük ve hem de eşitlik ile doğrudan bağlantılı olduğundan diğer öğelere nazaran daha merkezi konumu ve anlamı bulunuyordu.

Atina demokrasisinin eşitlikçi özelliğini yansıtan diğer önemli bir öğe, her vatandaş oyunun eşit ağırlıkta ve değerde (isopsefos) olmasıdır. Her kişinin bir oy hakkına sahip olması, eşitlik ilkesinin toplumsal oluşum ve yapılanma dahilinde uygulama bulmasının da ilk örneklerindendir. Eşit oy hakkının daha erken dönemlerde ve küçük yerleşim birimlerinde veya monarşist yönetimler altında oluşturulmuş olunan organlarda uygulama bulmuş olduğunu ve böylelikle Helen kentlerinde veya diğer yerleşim birimlerinde bilinen bir gelenek idi. Bu tür seçme ve oy haklarına anayasal düzen boyutunda bakıldığında sorun, hangi durum ve kararlarda halkın veya vatandaşın oyuna baş vuruluyor ve kimler vatandaşlık haklarına sahip bulunuyordu noktalarında düğümlenmektedir. Tiranlık rejimi altında halkın kararlarda etkili olmasının yolları, ya tamamıyla kapatılmıştı ya da büyük oranda sınırlandırılmıştı. Bazı memurluklar için yapılmış olunan seçimlerde oy eşitliği ilkesine müdahalede bulunmak yerine, başka yöntemlere başvurulmak suretiyle rejim için uygun adayın seçilmesi sağlanırdı. Kısa süreli oligarşist yönetimler sırasında, demokratik anayasal düzenin gelenekselleşmiş, vazgeçilmez bu ilkesi, daha farklı yöntemlere başvurulmak suretiyle anlamsızlaştırılmaya ve geçersiz kılınmaya çalışılmıştır. Bu oligarşist yöntemler, vatandaşın gelir düzeyine, ideolojik ve politik eğilimine, sınıfsal ve toplumsal konumuna göre sınırlı katılım ve etkinliğini öngörüyordu. Oligarşist rejimlerin dayanak noktalarından biri olan bu dıştalama olgusu, artık oylamada eşitlik ilkesinin de ötesinde bir durumu gösterdiği gibi, oylamada eşitlik ilkesinin, demokrasinin bir normu ve değeri olarak anlam ve vurgu bulmasına da işaret ediyordu. Nitekim Euripides, tamamıyla politik içerikli “Sığınmacılar” dramında (Hik. 350-355) Theseus’a, monarşi yerine halkı, özgürlük (eleutheros) ve oylamada eşitlik (isopsefos) ilkelerine dayalı olarak egemen kıldığını söylettirir. Dönemin ilgili politik tartışmalarının yansımış olduğu Euripides’in bu dramında, oylamada eşitlik ilkesinin demokrasiyi tanımlayan ve belirleyen diğer bir değer olan özgürlük ile bir arada kullanılmış olması, tartışmasız ayrı bir önem taşımaktadır. Özgürlük ve eşitliğin birbiri ile ilintili ve iç içe olgular olduğu, birisi olmadan diğerinin düşünelemeyeceği ve uygulama bulamayacağı aşikardır.

Atina demokrasisinde eşitlik ilkesine dayalı olarak uygulama bulan diğer önemli bir olgu, yönetmenin ve yönetilmenin zamansal (iki yıllık, bir yıllık, aylık ve günlük) ve birimsel (fyle, tritty ve dem bazında) dönüşümlülüğüdür. Yönetmek, vatandaşa ait bir hak ve ayrıcalık olarak kabul edilirken, bu hakkın vatandaş tarafından kullanılması, özgürlüğün bir ifadesi ve gereği olarak algılanıyordu. Aristoteles’in (Politikon, VI 2, 1317b, 1ss.) bu dönüşümlülüğü, özgürlüğün bir göstergesi olarak nitelemiş olması, ancak bu bağlamdaki bir saptama olarak düşünülebilinir. Yönetimde etkin bir görevin sadece belirli bir süre içinde (örneğin bir yıllığına) seçim veya kura yolu ile üstlenilmesi, rotasyon ilkesine uygun olarak her yıl farklı görevlerde bulunabilme hakkı, daha çok eşitlikçi anlayış ve ilkesi ile ilintili olup aynı zamanda vatandaşlar arasında adaleti sağlamaya yönelik bir uygulamadır.

Demokratik anayasal düzenin belirleyici temel özelliklerinden biri olarak kabul edilen eşitlik ilkesinin geçerli olması gereken en önemli alan, kuşkusuz yargıdır. Bununla ilk aşamada, her vatandaşın yasalar önünde eşitliği söz konusu edilmektedir. Bireyin tüm sosyo-toplumsal farklılıktan kaynaklanan konumuna rağmen yasalar önünde eşitliği (kata tous nomous/pasi to ison), Perikles tarafından demokrasinin en belirgin özelliklerinden biri olarak öne çıkarılarak vurgulanıyordu. Ancak bu olgu, yargı sisteminin bir bütünsel olarak oluşumu, işleyişi, karar verme süreci ve şekli ile ilintili olduğu gibi, öncelikle yargı bağımsızlığının varlığı ile doğrudan bağıntılıdır. Yasalar önünde eşitlik, mevcut yazılı veya geleneksel olarak korunagelinen ve bilinen yasaların çiğnenmesi durumunda, sıradan veya görevli her vatandaşın şikayet edileceği, kovuşturmaya uğrayacağı, yapılan açık duruşma sonucunda gerektiğinde cezalandırılacağı kuralında kendisini göstermektedir. Suç sayılan bir unsurun herkes için geçerli olmasının yanı sıra, aynı suç unsurunun cezai yaptırımının da suçlanan kişinin konumuna bağlı olarak değil de, suç unsurunun işlenişindeki seyir ve etkiler göz önünde bulundurularak belirlenmesini gerektirmektedir. Karar sürecinde, yani duruşma esnasında, suçlayana suçlaması için ve suçlanana savunması için tanınan eşit süreler, her vatandaşın yasalar önünde eşit olduğuna dair formal, ancak en belirgin bir uygulama idi. Öte yandan eşitlik ilkesinin diğer bir uygulaması olan görevde dönüşümlülük, yargı alanında da geçerli idi. Bundan dolayı jüri üyesi olarak yeminli hakim konumundaki veya oluşturulan dairenin başkanı durumundaki her vatandaş, daha sonraki yıl belki başka bir görevli veya sıradan bir vatandaş durumunda bulunuyordu veya her an için bir suçlayan ya da suçlanan olarak yargı önüne çıkabiliyordu. Görevin dönüşümlülüğü sayesinde ortaya çıkan bu etkin ve edilgenlik durumu, yargıda eşitlik ilkesinin geçerli kılınmasında dolaylı yoldan da olsa yardımcı bir işlev görüyordu. Yargının ne kadar bağımsız olduğu sorunu, kısmen birbirini izleyen ve kısmen birbirinden ayrılan iki aşama dahilinde ele alınmak durumundadır. Bununla söz konusu olan, savaş öncesi ve sonrasındaki yapılanma ve işleyiştir. Atina’da her ne kadar bazı organ (Halk meclisi/ekklesia, Areopag Konseyi ve sınırlı oranda Beşyüzler Konseyi/boule) ve kurullar (hakem hakimler ve sınırlı oranda ilgili memur kurulları) yargısal ve cezai kararların alınmasında bazı yetkilere sahip bulunuyorlardıysa da, yargısal asıl görev ve hüküm gücü, Yeminliler Mahkemesi’nde (dikasterion) bulunuyordu. Halk Meclisi ve Areopag Konseyi dışında kalan organ ve kurullarca alınmış olunan cezai kararlar, ki bunlar daha çok belirli bir meblağa kadar olan para cezalarından ibaretti, mahkeme nezdinde itiraz edilerek geçersiz kılınabiliniyordu. Savaş sonrasındaki yeni yapılanmada yargı organı olarak mahkeme, dairelerinin oluşum ve işleyişinde görülmüş olunan bazı aksaklıklar ve suistimallere açık bazı boşluklar, yeni düzenlemeler sayesinde giderilerek daha etkin ve yetkin hale getirilmiştir. Ama 5’inci yüzyılda politik sistem bir bütün olarak henüz işlerlik içinde bulunurken bir yargı organı olarak mahkemenin de istenilen ve beklenilen ölçüde bağımsız olarak çalışır olduğu anlaşılmaktadır. Ancak savaş koşullarının her yönü ile yaratmış olduğu olumsuz ortamın ilk kurbanlarından birisi, anayasal düzenin belirgin ve demokrasinin temel ilkelerinden biri olan eşitliğin ve ancak ona bağlı olarak düşünülebilinen adaletin uygulanmasında ve yerleşmesinde bağımsız kararları ile etkili olabilen yargı organı olmuştur. Oysaki yasalar önünde eşitlik ilkesi için bu dönemde ve sonrasında kullanılan kavram, isonomia, aynı zamanda ve hatta aslen politik katılım ve etkinlikte eşitliği esas alan ve bazı durumlarda demokrasi ile özdeş kabul edilen bir anayasal düzeni de tanımlıyor ve adlandırıyordu. Bu durumda yasa önünde eşitlik, bu adla anılan anayasal düzenin ve kitleselleştirilerek geliştirilen bir biçimi olan demokrasinin de temel ilkelerinden birisi olma niteliğini taşımaktadır.

Atina demokrasisinin eşitlik anlayışı, salt katılım, işleyiş ve yargı ile de sınırlı kalmıyordu. Demokrasinin temel değerleri olan özgürlüğün ve eşitliğin barış ortamında yaşanılması, savunulmasını ve hatta uğrunda ölümünü de gerektirebiliyordu. Sparta ile olan Peloponnes Savaşı’nın bu yönlü gerekçelendirilmesi, herkesin fiziki, mali gücü oranında savunmaya eşit katkısını gerekli kılıyordu. Varlıklı ile yoksulun aynı amaçla savunmaya katılımları, sonuçta yaralanmaları, sakat kalmaları veya yaşamlarını yitirmeleri, onların aynı kaderi ve tasayı paylaşmalarına neden olmuştur. Nitekim Perikles, Thukydides’in (II 42, 4) aktardığına göre, savaşın ilk yılında yitirilenlerin anısına düzenlenen törende yapmış olduğu konuşmasında (epitafıos), yitirilenlerden hiçbirinin zenginliğinden ötürü ve onu daha uzunca yaşayabilmek için korkakça davranmadığını; hiçbirinin yoksulluğundan ötürü, eğer kurtulduğunda belki zengin olabilir umuduyla, tehlikeyi bir şekilde atlatmayı aramadığını belirterek bu kaderin paylaşım konusuna da dikkatleri çekmiştir. Savaşlardaki bu birlikte savunma duygusu, eşit katılım ve aynı acıları paylaşma durumu, barış ortamının sosyo-toplumsal alanında, yönetsel erkte eşitlik düşüncesinin oluşmasını ve uygulama bulmasına da katkı sunmuştur. Özellikle Pers Savaşları’ndan sonra sağlanan toplumsal uzlaşı çerçevesinde alt gelir gurubu mensuplarının aşamalı olarak eşit haklara kavuşturulmuş olmalarında, aynı sorumluluğu taşıyanların ve aynı bedeli ödeyenlerin, eşitlik bazında, aynı haklardan yararlanması gerektiği düşüncesinin etkisi de bulunuyordu.

Demokrasi uğraşısı, deneyimi ve yaşamsal süreci, Atina ve onun etkisindeki bazı kentlerde, normsal ve kurumsal açıdan zamanla yeni bir politik kültür ve tarz oluşturmuştur. Artık 4’üncü yüzyılda, “demokratia” dışında başka bir anayasal düzenin, halkın etkin ve katılımda bulunmadığı bir yönetim biçiminin önerilmesi, taraftar bulması ve hatta uygulama bulması halinde başarılı olabileceği konusunda bir kanı, bilinç ve ciddi-açık bir eğilim bulunmuyordu. Böylesi bir ortamın yaratılmasında, her ne kadar anayasal düzenin korunmasına dair alınmış olunan önlemlerin bir rolü bulunuyorduysa da, karşıtı seçeneklerin geleneksel olarak edinilmiş politik kültür ve tarz ile uyumluluk göstermemesinin etkisi de yadsınmayacak oranda idi. Öte yandan daha önceleri yabancı egemenliğe karşı belirginleşen “kurtarıcı” (soter), bununla ilintili olarak ve ayrıca iç politik mücadeleler sonucunda daha da somutlaşan “özgürlük” (eleutherios) simgeleri ile Baştanrı Zeus’un, kentin koruyucusu Tanrıça Athena’nın ve Attika-İyon soyunun Tanrısı Apollon’un Attika Deniz Birliği dahilinde politize edilmelerinden sonra, 4’üncü yüzyılda, “demos” ve “demokratia” birer simge haline getirilerek adeta kutsanmışlardır. Bu değer ve simgelerle dile getirilen ve betimlenen anayasal düzen, kültsel ve dinsel açıdan da korunmaya alınmış, belleklere yerleştirilmiş, toplumsal politik kültürün belirleyici bir parçası haline getirilmiştir. Böylelikle gelecek kuşaklara aktarılmasının da olanağı sağlanmıştır.

Günümüz demokrasi düşünce ve anlayışının ortaya çıkmasında, bir anayasal düzen olarak yapılandırılmasında ve gelişmesinde, Atina demokrasisinin doğrudan bir etkisinden çok, bir bütün olarak geçmiş dönemlerin düşünsel ve kültürel birikiminin tarihsel süreç içinde korunması ve bazı durumlarda yeniden kazanılmasının önemli payı bulunmaktadır. Bunda asıl olan, özgür düşüncenin oluşması ve bireyin bu yolla özgürlüğü ve eşitliği birer doğal ve normsal değer olarak kavraması, bazı durumlarda geliştirmesi ve bunun sonucunda dernek, sendika, parti aracılıkları ile toplumsallaştırarak istemleştirmesidir. Çağımız demokrasilerinin temel normlarının oluşmasında ve dolaysıyla toplumsal ve politik değer yargılarının yerleşmesinde önemli etkileri bulunan bazı tarihsel dönüşüm ve değişimlere yönelik gelişmelerin yazılı hale getirilerek manifestolaştırılan kuramlarının, yukarıda söz konusu edilen ve kısmen değerlendirilerek aktarılan Atina demokrasisinin nitelendirici normları olan özgürlük ve eşitlik ilkeleri ile ne ölçüde bağlantılı olduklarını, nasıl etkilenmiş olduklarını ve bu kuramlaştırılmış politik değer yargılarının çağımızda demokrasi olarak adlandırılan politik sistemlerin yapılandırılmalarına ve uygulamalarına nasıl yansımış olduklarını, bazı çarpıcı tarihsel olay ve dönüşümler bağlamında ortaya koymak gerekir.

 

*Dr. phil. (Eskiçağ Bilimleri/Klasik Arkeoloji)

GAZETE DUVAR

DEVAM EDECEK

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.